Lübnan: Arap dünyasının büyük boy haritası
Siyaset ve askeri piyasanın açık pazarı gibidir Lübnan. Diğer deyimle hesaplaşma ve muhasebe evidir orası. Herkes hesabını görür; işine gelmezse zora başvurur; işine gelirse uzlaşma yoluna gider. Lübnan için, gücü zayıf oluşundan kaynaklanır denilmiş. Bir yere kadar doğru ama bence tarihsel sürece bakıldığında gücü renkliliğinde, çeşitliliğinde, birlikte hem yaşama hem çatışma deneyimindedir.
Faik Bulut
Suudi yönetiminin zoruyla müstafi olan yani istifa eden Lübnan Başbakanı Saad Hariri, ülkesindeki siyasi çevrelerin yoğun çabasına ek olarak Mısır, Fransa ve Amerika’nın ara buluculuğu sonucu Suudi Arabistan’da maruz kaldığı ev hapsinden kurtuldu. Başkent Riyad’da salıverildikten sonra Mısır’a gitti. Devlet Başkanı Abdülfettah Sisi ile buluştu. İkisi, bölgedeki gelişmeleri ele aldılar. Daha sonra Kıbrıs Rum kesimine geçildi. Eş zamanlı olarak Fransız Cumhurbaşkanı Macron da Kıbrıs’a gitti. Macron, Kıbrıslı ve Yunanistanlı mevkidaşlarının üçlü toplantısına katıldı. Rivayet odur ki, Sisi, her üçüyle Kıbrıs’ta bir görüşme yaptı. Amaç, Suudi Veliahdı Muhammed bin Salman’ın Hariri’ye zorla imzalattığı istifanın ardından Lübnan’da meydana gelebilecek muhtemel krizlerin önüne geçmek. Mısırlı özel temsilci yakında Beyrut’a gidip ilgili taraflarla istişarede bulunacak. Muhtemelen Hariri de, Lübnanlı siyasi çevrelerle ailesini ziyaret ettikten sonra Fransa’ya uğrayıp Macron ile aynı konuları konuşacak. Sözünü ettiğim kriz ve tehlikeler şöyle sıralanabilir: Sünni-Şii kisvesi veya İran-Hizbullah terörüne karşı mücadele bahanesiyle çıkarılması düşünülen Lübnan’da iç savaş, bu savaşın Suriye’deki muhtemel yansımaları, İsrail’in Hizbullah-Suriye-İran güçlerine yönelik saldırı olasılığı, siyasi suikastlar, Suudi Arabistan’ın Lübnan’a yönelik mali yaptırımlarının (ülkesindeki Lübnanlı işçileri kovmak ve Lübnan’daki Suudi yatırımlarını durdurmak gibi) yol açacağı büyük ekonomik kriz…
Lübnan bağımsızlığının 74'üncü yıldönümü kutlamalarına katılmak üzere Kıbrıs üzerinden Beyrut’a geçen Hariri’nin ilk işi, bir suikast sonucu katledilen (başbakan) babası Refik Hariri’nin mezarını ziyaret etmek oldu. Bu arada başında bulunduğu El Müstakbel Hareketi, kendisine kitlesel bir karşılama töreni yapmaya koyuldu. Beyrut’un ana semt ve caddeleri büyük pankart, afiş ve posterlerle donatıldı. İnsan sormadan edemiyor: Esasen Lübnan’daki siyasi işlevi ve itibarı çok fazla kalmamış müstafi başbakan Hariri, Suudiler tarafından mahsus mu alıkonuldu veya rehin tutuldu ki, dönüşünde Lübnan’da seven ve sevmeyen her kesimin “ülkenin milli haysiyeti” adına sahiplendiği sanal bir “milli” kahraman oluverdi? Yoksa yeni yetme ve pervasız Suudi Veliaht Muhammed’in yanlış hesabı yanlış mı çıktı ki; şantaj sökmedi ve ters tepti? İkinci ihtimal daha makul görünüyor.
Ancak yeni yetme Suudi yönetimi pervasız olduğu kadar maceracılığa da pek hevesli görünüyor. 41 İslam ülkesi ve Arap Birliği Kurulu’nun son günlerde İran ve Hizbullah aleyhinde aldığı peşi sıra kararları destekleyen bir duyuru yaptı. Özü şuydu: “İran’ın terör faaliyetlerine ve Arap dünyasının iç işlerine sürekli burnunu sokmasını mahkum ediyoruz.”
Londra merkezli Suudi gazetesi El Şarq-ul Awsat köşe yazarı Emel Abdulaziz el Hezani, “Hariri’nin istifası, Lübnan’daki Hizbullah’a yönelik ilk ciddi karşı koyuş sayılır. Bu siyasi ve ahlaki sorumluluk, gelişmelere göğüs germenin sonu değil henüz başlangıcıdır. İlgili büyük devletlerle bölge ülkelerinin yardımıyla Hizbullah ve İran’ın bölgedeki saldırgan faaliyetine ket vurmanın zamanıdır. Bu tutum, Suudi Arabistan ve Arap dünyasıında karşılık bulmuş bir çağrıdır. Böylece terörü koruyup besleyen, Ortadoğu’daki silahlı milisleri aracılığıyla Arap diyarının dengesini bozan tek devletin (İran’a) yol açtığı trajedinin sonuna gelmiş olacağız. Hizbullah, hemen silah bırakmalı, Lübnan devletine teslim olmalı. Artık devlet içinde devlet olmaya son verilmeli!” (21 Kasım 2017 tarihli nüshası) Anılan gazetede aynı tarihle yazılan bir başka makalede ise, Hizbullah’ın gücünü hedef göstermek için, “Varoş Devleti’ne Hayır” başlığı yer almıştı.
Maksat belli; maceracı Suudi yönetimi, baş düşman ilan ettiği İran’la Irak, Körfez Ülkeleri, Yemen, Filistin, Lübnan ve Suriye topraklarında hesaplaşma sevdasına düşmüş. Suudilerin maksadı bu olabilir. Gel gelelim devletler oyununda birden fazla aktör yani esas oğlan var. ABD, Fransa, İngiltere, Rusya, İsrail, Mısır, Türkiye, İran, Suriye… İki örnek verebiliriz: Lübnan’ın bağımsızlığı münasebetiyle aralarında Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ve ABD Başkanı Trump olmak üzere birçok devlet başkanı ve kralından kutlama mesajları yağdı. Erdoğan, “Lübnan’ın istikrarına verdiği önemi” vurgularken, Trump “terör ve radikal şiddete karşı mücadelesindeki ortağımız Lübnan’ın bağımsızlığını, egemenliğini ve istikrarını koruması çabasını azimle desteklemeyi sürdüreceğiz” dedi. Erdoğan ile Trump’ın ibareleri, farklı yönlere ve anlamlara çekilecek kadar esnek ve diplomatik ifadelerdir. Duruma göre İran mollalarına ya da Suudi krallığına yönelik diye yorumlanabilir.
Kısaca, tehlike bulutları bir fırtınaya dönüşmek üzere bir yoğunlaşıyor veya geçici olarak dağılıyor. Her durumda çatışma ve savaş olasılığı hiç bitmiyor. Soru şudur: Neden Lübnan?
Çünkü coğrafi açıdan küçük sayılan Lübnan siyasi, kültürel, sosyal bakımdan Arap dünyasının büyük boy haritası sayılır. Yahut herkesin kendini görebileceği büyük dev aynası. Arap ve dünya kütüphanelerinde ciltler dolusu bir kültür ve tarih külliyatıdır de denilebilir Lübnan için. Çok kültürlü, çok etnili, çok inançlı yapısıyla Arap-İslam dünyasının renkli ama bir o kadar kırılabilir mozaiğidir. Renkli olması İsviçre’ye benzese de, bu ülkenin dört tarafı karadır; oysa Lübnan Akdeniz’e açılan Levant barınağı ve limanıdır. Bu haliyle bakınca, Lübnan’ın başı bedeninden daha büyük hale gelmiştir tarihteki jeopolitik konumu gereği. Lübnan’ın ilk sahiplerinden sayılan Fenikeliler, zamanın coğrafyasını çizmeleriyle nam saldılar. Kanlarını taşıyanlar günümüzde Akdeniz’in kuzey ve güney sahillerinde (Tunus, Cezayir, Malta. Sardunya, Sicilya, Mısır, Libya, Kıbrıs, vs) ata mirasını devralıp sürdürüyorlar. Roma İmparatoru Septimius Severus, Fenike kökenli bir Libyalıdır. Aynı gelenek devam ediyor. Fenikeli torunlar, bugün Lübnanlı adıyla Latin Amerika ülkelerinde devlet başkanları ve zenginler olarak; Kuzey Amerika ülkelerinde ise siyasetçi, bilim insanı ve milyonerler olarak ön plana çıkabiliyorlar.
Kültürel düzlemde Lübnanlı Hıristiyanlar, özellikle din adamları, Osmanlı zamanında ülkedeki Arap kültürünü koruyup yaşatan kesim olarak bilinir. Arap dünyasında modern basının beşiği ve kurumsallaşması, Lübnan’da mümkün olmuştur. Tiyatro ve sinema sanatının da öncüsü ve barınağı, Beyrut’tur.
Arap dünyasının siyaseti, gerçek ifadesi ve olumlu yahut olumsuz yansımalarını Lübnan’da bulmuştur. Her fikirden ve her kesimden politik akımla karşılaşmak mümkündür. İtilmişi, kakılmışı, ötelenmişi, sürgün edilmişi Lübnan piyasasında görmek gerek. Mesela Orhan Kemal, yıllarının bir kısmını Beyrut’ta geçirmişti. Dersim Tertelesi’nden kaçıp kurtulanların bir kısmıyla (oğulları ve torunlarıyla) 1973 yılında Beyrut’taki Karantina Mahallesi’nde karşılaşmıştım. Üstelik en ılımlısından en radikaline kadar geniş yelpazede, herkes kendine yer bulur. Arap milliyetçisine, sosyalistine, komünistine, kapitalistine, liberaline, demokratına ve hatta açık işbirlikçisine bolca rastlanır. Ajan deseniz; meşhur Kazablanka filmine taş çıkartırcasına bol ve ona inat sahici. Arap dünyasının bütün iç ve dış çatışmaları, Lübnan’da hayata geçirilmiştir İsrail-Filistin ve Arap savaşlarının ana sahnelerinden biri de Lübnan idi. Arap dünyasının hem kılıcı hem kalkanı işlevini görür. 1960’ların sonundan 1980 ortalarına kadar Türkiyeli devrimcilerin ve Kürtlerin uğrak yeri, geçici konaklama mekânı, savaş deneyimlerini yaşadıkları yer de bu ülkeydi. Siyaset ve askeri piyasanın açık pazarı gibidir Lübnan. Diğer deyimle hesaplaşma ve muhasebe evidir orası. Herkes hesabını görür; işine gelmezse zora başvurur; işine gelirse uzlaşma yoluna gider.
Lübnan için, gücü zayıf oluşundan kaynaklanır denilmiş. Bir yere kadar doğru ama bence tarihsel sürece bakıldığında gücü renkliliğinde, çeşitliliğinde, birlikte hem yaşama hem çatışma deneyimindedir.