Suudi Arabistan'daki tutuklamalar ne ifade ediyor?
2030 Suudi vizyonuna destek vermeyen prens, bakan ve iş adamlarını cezalandırdığı söylenen Prens Salman, iktidarının ve Suudi Arabistan’ın varlığını devam ettirebilmesi için reforma, modernleşmeye ve ekonomisini petrol bağımlılığından kurtarma ihtiyacı olduğunu düşünüyor. Tutuklamalar ile de eskiden olduğu gibi iş yapmanın artık kabul edilebilecek bir şey olmadığını gösterip el koyulan kaynakları ülke ekonomisine kazandırmak istiyor olabilir...
Hazal Muslu
5 Kasım 2017’de Suudi Arabistan’da prenslere, bakanlara ve önde gelen iş adamlarına bir yolsuzluk operasyonu olarak açıklanan gelişmeler, Suudi Arabistan’ın iç politika aktörleri arası gerginlikleri göstermesi ve son zamanlardaki değişken dış politika tercihlerini anlatması açısından önemlidir. Lübnan, Suriye ve Irak’da İran’ın yükselişi, Katar krizinde kısa vadede beklenen başarının kazanılamaması, Yemen’deki askeri operasyonların olumlu bir sonuç vermemesi ve düşük petrol fiyatlarının ekonomi üzerinde yarattığı olumsuzlukların şekillendirdiği bir dönemde başlayan tutuklamalar, Veliaht Prens Muhammed bin Salman’ın karşıtlarını cezalandırdığı bir operasyon olarak yorumlanıyor. Prens Salman’ın yaratmak istediği düzene yumuşak bir geçiş olup olmayacağını ilerleyen zamanlarda görecek olsak da, bu dönemi Suudi Arabistan tarihinin ani değişimlere en açık olduğu dönem olarak yorumlayabiliriz.
Tutuklanan ve gözaltına alınan bazı isimlerin, Haziran 2017’de kraliyet naibliği geri alınan Prens Muhammed Bin Nayif'e yakın olduğu iddia ediliyor. Ulusal Muhafızlar Bakanı Prens Miteb bin Abdullah, eski Finans Bakanı ve Aramco Ulusal Kurul Üyesi İbrahim al-Assaf, Maliye Bakanı ve aynı zamanda 2030 Suudi vizyonu için reform taslaklarını hazırlayan Adel Fakieh, Kral Abdullah dönemi Kraliyet Mahkemelerinin başkanları ve eski Riyad valileri Prens Turki bin Abdullah ve Halid el-Tuvaiciri, MBC Televizyonu sahibi Alvelid el-İbrahim, Bin Ladin inşaat firması başkanı Bekr bin Laden, ve Prens Alvelid bin Talal yolsuzlukla suçlanan isimler arasında yer alıyorlar. Eski veliaht Prens Muhammed Bin Nayif, 2009 yılında El-Kaide tarafından suikaste uğramaktan kurtulmuştu ve ardından El-Kaide’ye karşı başlattığı terörizmle mücadele ile başta Amerika’nın desteğini kazanmış ve kraliyet naibi olarak da güvenilir bir imaj yaratmıştı. Kraliyet naibi olmasının yanı sıra İçişleri Bakanlığı görevini de sürdüren Prens Nayif aynı zamanda ulusal güvenlik, Suudi istihbarat servisi ve terörizmle mücadele konularında da söz sahibi birisi olarak tanınıyordu. Ancak uzun yıllar kraliyet ailesi ve devlet için yaptığı çalışmalara rağmen, Haziran 2017’de Kral Salman tarafından naiblikten azledildi ve sonrasında da kamuoyunda görünürlüğü azaldı.
Prens Nayif’in naiblikten düşürülmesi ve yeni naib olarak Prens Salman’ın atanması, artık yönetimde Kral Abdulaziz’in torunları üçüncü nesil prenslerin dönemlerinin başladığını gösteriyor. Bu anlamda iktidarı önünde kraliyet ailesinden gelebilecek olan engellerin farkında olan Prens Salman, yolsuzluk operasyonuyla prenslerin, bakanların ve zengin iş adamlarının işlerini artık daha önceki gibi yürütemeyeceklerini anlatmaya ve bir yandan da ulusal güvenlik kurumları üzerindeki etkisini arttırmaya çalışıyor. Bu durum Prens Salman’nın ülkeyi dönüştürme konusundaki endişe ve hırslarıyla birleşince, Suudi Ulusal Muhafızlar Bakanı Prens Miteb bin Abdullah’ın tasfiye edilmesi Prens Salman’ın ulusal güvenlik üzerindeki gücünü sağlamlaştırması ve iktidarını merkezileştirmesi yolunda önemli bir adım olarak görünüyor. Suudi Ulusal Muhafızları, Suudi Kraliyet Kara Kuvvetleri ile birlikte Suudi dış politikasının önemli aktörlerinden birisi olarak, 1950 yılında Kral Abdullah tarafından kurulmuştu ve kraliyet ailesini ordu içinde oluşabilecek olan darbelere karşı korumakla da görevliydi. Örneğin, 1964’te Kral Suud’un yerine Kral Faysal’ın getirilişinde, 1979 Mekke baskınında, 1990 Irak’ın Kuveyt işgalinde, 2009-2010 Huti’lerin Yemen yönetimine karşı olan savaşında ve son olarak da 2011’de Bahreyn’deki Şii ayaklanmalarında Suudi Ulusal Muhafızları yetkili konumdaydılar.
Haziran 2017’de yeni veliaht olarak atanan Prens Salman, Savunma Bakanı görevini devam ettirmenin yanı sıra, kraliyet hiyerarşisi içinde ikinci konuma yükselmesiyle birlikte Başbakan Yardımcılığı görevini de yürütüyor. Aynı zamanda 2015’ten beri Yemen savaşında da Suudi ordusuna liderlik ediyor. Savunma Bakanı iken sunduğu birçok alanda değişim hedefleyen Suudi, 2030 vizyonu ile dikkatleri üzerine çekti. Bu vizyonda Aramco’nun halka arz edilmesi fikrini teklif etmesi, ilk kadın robot vatandaşın tanıtımı, kadınlara araba kullanma yasağının kaldırılacağının açıklanması, eğlence sektörüne yatırım, turizmin desteklenmesi yönünde çalışmalar yapılacağının açıklanması ile öne çıkarken son olarak da ekonomi şehri NEOM projesini önerdi. Bütün bu öneriler Prens Salman’ın Suudi Arabistan’ın yönetimindeki geleneksel politik, ekonomik ve sosyal yaklaşımlarla bağlarını koparma amacını gösteriyor. Bu değişimin sebeplerinden biri olarak, bir süredir petrol fiyatlarının düşüklüğü sebebiyle ekonomik krizde olan Suudi Arabistan bütçesini petrol bağımlılığından kurtarma sayılabilir. Buna ek olarak, Suudi Arabistan’ın hızlı büyüyen genç nüfusuna istihdam alanları yaratılması ve yeni projelerin hayata geçirilmesi beklentisi eklenebilir. 2030 Suudi vizyonuna destek vermeyen prens, bakan ve iş adamlarını cezalandırdığı söylenen Prens Salman, iktidarının ve Suudi Arabistan’ın varlığını devam ettirebilmesi için reforma, modernleşmeye ve ekonomisini petrol bağımlılığından kurtarma ihtiyacı olduğunu düşünüyor. Tutuklamalar ile de eskiden olduğu gibi iş yapmanın artık kabul edilebilecek bir şey olmadığını gösterip el koyulan kaynakları ülke ekonomisine kazandırmak istiyor olabilir, bir yandan da Suudi halkına ve uluslararası topluma karşı da güvenilir bir imaj kurmaya çalıştığı söylenebilir.
Kral Salman’ın Ekim 2017’de yaptığı Rusya ziyareti ise, Suudi Arabistan’ın politikalarını artık uzun dönem amaçlarını göz önünde bulundurarak belirlediğini gösteriyor. Geçtiğimiz günlerde Reuters, Rusya'nın varlık fonu olan RDIF’nin Suudi Arabistan'ın kamu yatırım fonu ile 100 milyon dolarlık bir yatırım anlaşması yaptığını duyurmuştu. Aslında, 2015 yılında da enerji ve savunma sektöründe 10 milyar dolar yatırım yapma konusunda görüşmeler olmasına rağmen sonuç alınamamıştı. Rusya Enerji Bakanı Aleksander Novak’ın Rusya ve Suudi Arabistan arasında imzalanacak anlaşmaların 3 milyar doları bulacağının açıklamasının ardından, Suudi Arabistan da S-400, Kornet anti-tank sistemi, Kalashnivov AK-103 ve TOS-1A roket fırlatıcısı gibi savunma sistemlerinin satın alınacaklar arasında olduğu açıkladı. Kral Salman'ın Rusya ziyareti, kasım ayı sonunda Viyana’da yapılacak olan Petrol İhraç Eden Ülkeler Örgütü (OPEC) zirvesinin öncesine denk gelmesi açısından da önemlidir. OPEC'in en güçlü üyelerinden olan ve aynı zamanda ekonomileri büyük ölçüde petrole bağlı olan Rusya ve Suudi Arabistan, başta Suriye ve Yemen olmak üzere birçok meselede ayrı taraflarda olsalar da petrol konusunda ortak çıkarları bulunuyor. Bu ziyaret ile, Kral Salman, Mart 2018’e kadar uzatılan petrol üretimindeki kısıtlamaya Rusya’nın sadık kalmasını istiyor denebilir. 2014 yılından beri ekonomileri iyi durumda olmayan Rusya ve Suudi Arabistan’ın, ekonomik anlamda yakaladıkları anlaşmayı siyasi meselelere yansıtabilecekleri kesin olmasa da yaptıkları resmî açıklamalar ikili ilişkilerde bölge sorunlarında uyum yakalamaya çalıştıkları şeklinde yorumlanabilir. Örneğin, Suudi Arabistan Dışişleri Bakanı Adil Bin Ahmed el-Cubeyr, iki ülkenin de diğer ülkelerin içişlerine karışmama prensibini benimsediğini söyleyerek, Suriye muhalefetini birleştirme konusunda Rusya'nın da kendilerine destek verdiğini açıklaması ve Rusya’nın da benzer şekilde karşılık vermesi, hem Suudi Arabistan’ın Rusya ziyareti ile ilgili beklentilerini anlatıyor hem de Suudi Arabistan’ın, Rusya’nın artık bölgesel bir aktör olarak yadsınamayacağını anladığını gösteriyor.
Yapılan diğer resmî açıklamalara baktığımızda, Rusya Devlet Başkanı Putin, "Bir Suudi Arabistan kralı ilk defa ülkemizi ziyaret ediyor ve bu çok önemli bir olay" derken, Kral Salman ise "Barış ve güvenlik için, dünya ekonomisini kalkındırmak için ülkelerimiz arasındaki ilişkileri geliştirmek istiyoruz" ifadelerini kullanıyor. Son dönemlerdeki bölgedeki jeopolitik belirsizlik, Amerika’nın bölgesel liderliğinin sorgulandığı ve bölgedeki geleceğinin belirsiz ve isteksiz olarak yorumlandığı bir ortamda, bu hamle Suudi Arabistan’ın Rusya’nın desteğinin önemini anladığını gösteriyor. Suudi Arabistan, Suriye’de Beşer Esad’ın iktidarda kalacağının anlaşılmasının sonrasında, Yemen meselesinde İran’a karşı Rusya’nın desteğini sağlamak amacında ve bölgedeki İran yükselişini Rusya’nın arabulucu rolü ile sınırlayabileceğini düşünüyor diyebiliriz. Aynı zamanda, Donald Trump’ın ilk resmi ziyaretini Suudi Arabistan’a yapmasına rağmen ve aynı zamanda Rusya ile Amerika ilişkileri gerginken yapılan bu ziyaret ve açıklanan enerji ve savunma alanındaki yatırımlar, belki de Suudi Arabistan’ın Amerika’nın bölgedeki sorunlara dahil olmaktaki belirsiz tavırlarından kaynaklanıyor. Bu aynı zamanda Katar konusunda Trump’dan yeterli desteği göremediğini düşünen Suudi Arabistan’ın bir ihtarı olarak da yorumlanabilir. Ayrıca, Prens Salman'ın Yemen, Suriye, Lübnan ve Katar krizinde aldığı eleştiriler doğrultusunda imajını kurtarma çabasında olduğu ve yapmayı planladığı değişimlere uluslararası destek aradığı bir dönemde, Salman Rusya’yı önemli bir destek olarak görüyor olabilir. Aslında yapılan ziyaret ve anlaşmalar halihazırda Rusya tarafından verilmiş bir desteğin mi yoksa verilecek bir desteğin karşılığı mı bilmiyoruz. Fakat, Amerika’nın bölgedeki görünürlüğünün azaldığı ve İran’ın bölgedeki birçok ülkede etkisini arttırdığı bir ortamda, Rusya hem boşluğu dolduracak uygun bir partner hem de Prens Salman’ın tasarladığı geleceği için de destek bulabileceği güçlü bir aktör olarak konumlandırılıyor olabilir.
Son olarak, Mısır Cumhurbaşkanı Abdulfettah el-Sisi’nin göreve başladığından beri Suudi Arabistan’a yaptığı sekizinci ziyaret olan Nisan 2017 ziyareti de, Prens Salman’ın yolsuzluk operasyonu çerçevesinde değerlendirilebilir. Mısır Cumhurbaşkanı Sisi, geçtiğimiz günlerde Suudi Arabistan’ın akıllıca ve kararlı hareket ettiğine inandıklarını ve Mısır’ın istikrarının Suudi Arabistan’ın istikrarına bağlı olduğunu söyleyerek, Mısır’ın ve Körfez Arap ülkelerinin iç işlerine müdahale edilmesinin kırmızı çizgileri olarak gördüklerini belirtmesi, Mısır ve Suudi Arabistan işbirliğinin farklı bir yüzünü de gösteriyor. Aslında, Mısır'ın Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi'nde oylanan Halep karar tasarısına olumlu oy vermesinden bu yana sıkıntılı olan ilişkilerin, Haziran 2017’de Akabe Körfezi'nin girişinde bulunan Tiran ve Sanafir adalarının Suudi Arabistan’a verilmesiyle normalleşmeye başladığı söylenebilir.
Adaların devri Mısır halkının tepkisiyle karşılaşsa da Suudi Arabistan’ın Mısır’a vereceği petrol ve altyapı yatırımları ile iktidarını güçlendirmeyi amaçlayan Devlet Başkanı Sisi tarafından olumlu bulunmuştu. Adaların Suudi Arabistan’a devredilmesi Mısır’a kazanç sağlamasının yanı sıra, Prens Salman’ın imajına ve merkezileştirmeyi planladığı görülen gelecekteki iktidarına da önemli bir katkı sunacaktır. Ülkesine toprak kazandırmış olmasının yanı sıra, Prens Salman Suudi Arabistan’ın enerji piyasalarındaki güçlü konumunu sürdürme amacına da önem vermektedir. Adalara kara yolu bağlantısı yapacağı bilinen Suudi Arabistan petrol işleme tesislerine yatırımlar yaparak yeni açmayı planladığı enerji hattı üzerinden, halihazırda Katar’ı da abluka altına almışken, Avrupa’ya enerji ithalatında daha fazla gelir elde etmek istediğini de söylemek mümkündür. Bu anlamda adaların devri, hem Suudi Arabistan’ın İran’ı çevreleme yolunda hem Prens Salman’ın iktidarının geleceği için maddi kazancı anlamında hem de Katar’ın enerji piyasasındaki konumunu zayıflatmakta önemli bir adım olarak görülebilir. Vereceği kararların arkasında Kral Salman’ın desteğini alacağından emin olan veliaht Prens Salman’ın iç siyasetteki uygulamalarının ve dış politika kararlarının, iktidarının geleceğinin sağlamlaştırılması ve Suudi Arabistan’ın petrol bağımlılığı olmadan varlığını devam ettirmesi yönünde uzun vadedeki hesaplamaların sonucu olarak belirlendiğini, yine de ani değişimlere açık olduğunu söyleyebiliriz.
Kadir Has Üniversitesi, Uluslararası İlişkiler Anabilim Dalı Doktora Öğrencisi