Büyükadalı işçi sınıfı atlar

Kanımca, verilen yasa tekliflerinin harfiyen kabul edilmesi durumunda bile sorun çözüme kavuşmayacaktır çünkü söz konusu şiddet eril şiddettir; atların payına düşenin evlerden arta kalan şiddet olma olasılığı yüksektir.

Google Haberlere Abone ol

.

Gülgün Türkoğlu

#gulguntp

Denize yürüyerek giren, plajı, sığ suları, sıcağı, güneşlenmeyi seven insanlar vardır. Bir de kayalıklardan soğuk lacivert denizlere atlamayı tercih edenler; soğuğu, derini sevenler. İlk gruptakiler atları severler zannımca; bizse yunusları. Yine de, bu yazıda atları anlatmak istiyorum sizlere; Büyükada’nın atlarını değil Büyükadalı atları.

Hüzündür ada, hüzün olduğu kadar ayrıcalıktır. Berzah varlığı olduğunu unutmamaktır adalı olmak. Ayaklar anakaraya basmayacak; donanımlı hastanelere acil erişim olanaklı olmayacak; yapılan her planda lodosun merhametine sığınılacak olsa da, dış koşullara boyun eğmeyi öğrenmiş özgür bir ruhun ayrıcalığını yaşadığı varlıktır adalı. Temkinli olunacağına dair sözü peşinen almış bir cesaret söz konusudur ne de olsa.

***

Büyükada’da, sonbaharın giderken almayı unuttuğu için üzerine hüzün çöken hüznün, önündeki bir yılı geçirmek için zavallı bedenimi kullanmaya başlamasının ardından aylar geçmişti.Yaşadığım bölgede hemen kimse kalmamış, kendi sesimi duymayalı uzun zaman olmuştu. O günse, çifte hüzünle, karlı bir ada gününde, her zamanki uzun ve ıssız yürüyüşlerimize çıktığımız bir gündü; saatlerce yürüdüğüm halde kimseye rastlamamıştım. Bu iyiydi. Çifte hüzün ve ben sessizdik. Bize, adanın büyücü kartalının pençelerinde taşınarak çıkarıldığımız ürkütücü yükseklikte, yağan karın sesi eşlik ediyordu. Karla kaplanmış, bol çam ağaçlı bir tepeyi halkalayan kıvrımlı yolda ilerliyorduk. Tepeyi, yolu ve diğer her şeyi kendisine râm etmiş soğuk beyaz, henüz örtemediği yeşil çam tepelerinin, fondaki deniz mavisiyle hararetli sohbetinden tedirgin olmuyordu. Buz beyazı, bugün ısıtılamayacağından pek emin, ancak beyaz hilesinin atlarca bozulacağından ise henüz habersizdi.

Çok yakından gelen, boğuk ve giderek artan bir gürültüyü işitmemle tefekkürümün kesilmesi ve ayaklarımın sarsılan toprağa tekrar değmesi bir oldu! Tepenin karlı yamacından eteklerine doğru diklemesine, dörtnala akan bir at sürüsüydü oncağız mesafeden geçen. Üveyik kırı, kirli yağız, koyu doru, alaca atlar… Sahne, dolayısıyla senaryo altüst olmuş, yağan kara, atların nallarından havalanan beyaz bir bulut karışmıştı. Tepenin eteklerine vardıklarında yavaşlayarak oynamaya başlamışlar, buz beyazı ise dörtnala uygun bir ivedilikle erimişti. Bense deniz yatağına ulaşmış oyuncu yunusları izleyen bir dalgıç gibiydim; oracıkta, yunuslar ile atların tek farkının bacaklar olduğunu anlamıştım.

Bir vahşi doğa belgeseline bizzat nüfuz etmişçesine donmuş, şaşakalmıştım. Bizim adanın, ezilmiş; sönük bakışlı; hoyratça kullanılmaktan erken yaşlanmış; zayıf bedenleriyle görmeye alıştığım atları değildiler sanki. Atlar zaten ürkek, mesafeli hayvanlardır ama adanın atları çifte ürkektir. Çetin koşullarda yaşarlar, hep cezalandırılmış bir bedenin gözlerine bakarsınız. Zengin, bakımlı, ayrıcalıklı yarış atlarının şımarık yürüyüşleri yoktur bizim garibanlarda. Kışın üçerli dörderli çıkarlar karşınıza, aksatmadan yol veren, bir an önce insanla temasın bitmesini isteyen bir acelecilikleri vardır.

Kuytularda dolaşırlarken, “âdeta” stilinde yürüme özgürlüklerinin olduğu anları paylaşmak istemezler insanoğluyla, saklanırlar. Bu nedenle, ya rahvan ya da dörtnala görürsünüz onları faytonlarda. Mesela, bir yarış atı kardeşi gibi, “açık eşkin” kendine hayran bırakacağı türde tırısa kalkışmayı aklından bile geçirmeyen attır, adalı at. Kafacığı hiç okşanmış mıdır, kollarını sardığı boynunda, başını yaslayıp gözlerini kapatanlar olmuş mudur bilinmez.

Dayak yedikleri, kırbaçlandıkları, es kaza yere düştükleri anda yıllarca hizmetine koştukları, boğazlarından geçen iki lokmayı kazandırdıkları insanlar tarafından dövülüp tekmelendikleri doğrudur. O nedenle adada özgürce dolaşan bir atla karşılaşmak her zaman hüzünlüdür. Gece, yan evde şiddet gören, aşağılanan komşunuzla ertesi gün karşılaşmak gibidir.

Büyükadalı atlar, ezilip sömürülen işçi sınıfı atlardır; bakıcısının göz bebeği, saçları taranıp örülen, pahalı şampuanlarla yıkanan, en kaliteli yiyeceklerle beslenen burjuva yarış atlarından ayrı bir at sınıfıdır onlar. Tam da kendileri gibi, doğuştan dezavantajlı, dış-lanan, adanın sakinlerince “dışarıdan” gelen, ayrıntısı sorulduğunda haritanın doğusundan oldukları ima edilen, hor görülen bir grup insan tarafından zulmedilir bu atlara…

***

Yazın, neredeyse nefes almakta zorlanacağınız kadar kalabalıktır ada. Hoyrat olduğu denli şehirden bunalmış biçare bir kalabalık! Hızlı, yorucu, günübirlik bir ağırlık siner adamızın üstüne.

Aradaki tezat çok şaşırtıcıdır: Hani Turgut Cansever’in, Alexandre Vallaury’nin eserlerinin görülebildiği, bir zamanlar Madam Klodetlerin, Mimilerin, Nikoların, Elilerin, Mehmetlerin, Belginlerin birlikte yaşadığı; Troçki’nin, Agatha Christie’nin, Maria Callas’ın konuk edildiği ada mıdır bu?

Neredeyse beden giyen açgözlülük, faytonları çeken atların sırtına yüklenmiştir sanki. Çekebileceğinden daha ağır bir yük, olması gerekenden daha uzun çalışma saatleri, kısıtlı tatil hakkı ve çektikleri onca çileye rağmen uğradıkları şiddet dayanılır gibi değildir.

***

Hayvanseverler, haklı olarak, bu şiddete son vermek için çabalamakta, farkındalık yaratmaya çalışmaktadırlar. Lâkin, çabanın tek hedefle kısıtlı kalmaması önemlidir. Kanımca, verilen yasa tekliflerinin harfiyen kabul edilmesi durumunda bile sorun çözüme kavuşmayacaktır; çünkü, söz konusu şiddet eril şiddettir; atların payına düşenin evlerden arta kalan şiddet olma olasılığı yüksektir.

İncelemelerimde, problemin bu yönüyle de ele alınması gerektiğinin ihmâl edildiğini hatta hiç dile getirilmediğini gördüm. Umarım hakikat bu konuda benim yetersiz araştırmalarımla sınırlıdır.

Burası kız çocuklarının gelin edildiği, kadına şiddette sicili karanlık, beyaz Toroslara bindirilen insanlardan bir daha haber alınamayan, toplu asit mezarlarının kazıldığı, cinsiyet ayrımcısı bir ülke. Şiddet sarmalından, saldırganın eğitimi planlamalara dahil edilmeden çıkamayız.

Yazının yarın yayımlanacak ikinci bölümünde çözüm önerilerinde bulunacağım.