Ortadoğu’da dört önemli gelişme

Filistin halkının mutlu olmadığı çok açıktır. Çünkü “Arap Baharı” denilen halk isyanları ve bağlı olarak Suriye, Irak, Filistin, Lübnan ve Yemen’de yaşanan geniş çaplı çatışmalar, Filistin meselesini geri plana itti. Özellikle petro-dolar şeyhlerinin yönettiği Körfez devletleri, İsrail ile gizli ittifak içine girdiler. Bunun devamı olarak Suudi Veliahtı Muhammad bin Salman, Filistin yönetimi başkanı Mahmud Abbas’ı ülkesine davet ederek gözdağı verdi.

Google Haberlere Abone ol

Faik Bulut

29 Kasım, Filistin halkı için üç önemli tarihi dönemece işaret etmektedir. Birincisi bölünmedir. Buna göre; Birleşmiş Milletler (BM) Genel Kurulu adına çalışan bir komisyon, Filistin topraklarını, sekiz parçaya bölmeyi kararlaştırdı: Üç parça Arap Devleti’ne (toprakların yüzde 43.53’ü) , üç parça Yahudi Devleti’ne (yüzde 56.47’si) tahsis edildi. Yahudi bölgesinde kalan Yafa kentinde bir Arap yerleşim bölgesi oluşturuldu. Sekizinci parça olan Kudüs’ün, BM Vesayet Konseyi tarafından uluslararası bir yönetim biçimi ile idare edilmesi öngörüldü. 29 Kasım 1947’de BM Genel Kurulu’nda onaylanan bu planı 33 lehte devlet destekledi, 13 devlet reddetti ve 10 da çekimser oy verdi. Destekleyenler arasında Türkiye de vardı. Ancak bu plan, asla uygulanamadı. Çünkü Filistinliler ve Arap ülkeleri, bu haksızlığa bir tepki olarak devlet kurmayı reddettiler. BM kararı uyarınca devlet ilan eden İsrail, plana uymadı; haksız yere işgal ve tehcir politikasını sürdürdü. Burada bir yanlışı düzeltmek gerek: Prof. Dr. İlber Ortaylı, Sovyetler Birliği’nin BM kararı uyarınca İsrail Devleti’ni tanımasını, şöyle yorumlamış: “ O tarihlerde Stalin’in Yahudi düşmanlığı son derecede artmıştı. Rusya Yahudilerinin boşalıp İsrail’e dolacağını umut ediyordu.” (3 Aralık 2017 tarihli Hürriyet). Oysa işin gerçeği şuydu: Sovyet yönetimi, Avrupa’daki Yahudi piyonerlerin (sömürgeci işgalci/iskancı öncüler), Arap çölüne hayat ve uygarlık götürdükleri gibi ideolojik bir yanılgıya düştü. Ayrıca sonradan İsrail başbakanı olan Golda Meir, gizlice Moskova’ya gitmiş; kimi yetkililer ve Yahudi siyasetçilerle görüşerek iyi bir diplomasi yapmıştı. Bu da meselenin reel politik ve jeopolitik yanıdır.

İkincisi, olumlu bir gelişmeydi: 1947'den tam 30 yıl sonra 29 Kasım 1977'de yine bir BM kararıyla, 29 Kasım günü, “Uluslararası Filistin Halkıyla Dayanışma Günü” ilan edildi. BM’nin bu kararına rağmen uluslararası hiçbir arenada başta ABD olmak üzere bazı Batılı devletler, Filistin halkının yanında olmadı.

Üçüncüsü, devletleşme yolunda ilk ciddi girişimi simgeliyor. Filistin yönetimi, yine BM Genel Kurulu’na tam üye olmak için, 23 Eylül 2011'de başvuruda bulundu. Genel Kurul’da kabul edilen başvuru Güvenlik Kurulu’nda özellikle ABD tarafından veto edildi. Filistin yönetimi, bu kez sadece Genel Kurul oylamasının yeterli olacağı “gözlemci devlet” başvurusu için BM’nin kapısını çaldı. 193 ülkeden 138'i Filistin'e “evet” dedi ve Filistin yönetimi, “üye olmayan gözlemci devlet” statüsü kazandı. Filistin yönetimi bugüne kadar BM'de gözlemci kuruluş sıfatıyla temsil ediliyordu. 29 Kasım 2012'den itibaren statüsünü yükseltti, “gözlemci kuruluş”tan, “gözlemci devlet” konumuna yükseldi. Bu yükselişle birlikte BM'nin çeşitli organlarına da üye oldu.

Filistin halkının mutlu olmadığı çok açıktır. Çünkü “Arap Baharı” denilen halk isyanları ve bağlı olarak Suriye, Irak, Filistin, Lübnan ve Yemen’de yaşanan geniş çaplı çatışmalar, Filistin meselesini geri plana itti. Özellikle petro-dolar şeyhlerinin yönettiği Körfez devletleri (Katar, Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri) , İsrail ile gizli ittifak içine girdiler. Bunun devamı olarak Suudi Veliahtı Muhammad bin Salman, Filistin yönetimi başkanı Mahmud Abbas’ı ülkesine davet ederek gözdağı verdi. İkisi de birbirinden acı olan iki seçenek sundu: Filistin yönetimi ya İran ve Hizbullah’a karşı, Suudi müttefiklerin yanında yer alacak. Ayrıca Trump yönetimi ile Suudi işbirliğiyle hazırlanan İsrail-Filistin barış planına Abbas onay verecek. Ödül olarak bol miktarda petro dolar yardımı alacak ve Filistin yönetimi memurlarının maaşları ödenecek. Mahmut Abbas, bu öneri paketini reddederse, El Fetih içindeki yolsuzlukları ve fahiş hataları nedeniyle bir dönem Körfez bölgesine sürgün edilen Muhammed Dahlan, yeniden siyaset sahnesine dönerek Abbas’ın yerini alacak.

Daha kötüsü şudur: Gittiği Suudi Arabistan’da kendisine gözdağı verilen ve Lübnan Başbakanı Hariri gibi ev hapsinden zor bela kurtulan Abbas, Trump-Suudi barış planının nasıl bir felaket getireceğinin farkında. Yeni ortaya çıkan bir belgeye göre, İngiliz yönetimi, eski Mısır Devlet Başkanı Hüsnü Mübarek’e şöyle bir plan sunmuştu: “Lübnan, Suriye, Ürdün ve Mısır’da bulunan 4 milyon kadar Filistinli mülteci, anayurdu yerine, Mısır egemenliğindeki Sina Çölü’ne yerleştirilsin.” Yani 1948 ve 1967 yılında İsrail’in işgal ettiği topraklardan çekilmek yerine, İsrail, Filistin halkını tekrar anayurdundan edip Sina Çölü’ne sürmeyi tasarlıyor.

Yemen’deki yeni gelişme şudur: Suudi Arabistan’ın başını çektiği saldırgan koalisyonun desteklediği Cumhurbaşkanı Abdrabbu Mansur Hadi yönetimi çökme aşamasında. Böylece “otel lobilerinde petro-dolar sayesinde hükümet kurup, Yemen halkına yıkım, açlık ve ölümden başka bir şey getirmeyen iktidar dönemi kapanmak üzere. Zira İran destekli Husiler ile ülkenin müzmin devlet başkanı sayılan Ali Abdullah Salih’e bağlı güçler, Suudilerin havadan ve karadan saldırılarına direnmesini bildiler. Ülkenin gümrük kapılarına ve limanlarına uygulanan ambargonun kaldırılması veya gevşetilmesi yönünde belli bir mesafe aldılar. Ancak geçtiğimiz hafta Salih-Husi güçleri ittifakı, çökmenin eşiğine geldi. Çünkü başkent Sana’da, iki tarafın silahlı birlikleri birbirleriyle ölesiye çatıştılar. Ali Abdullah Salih, yok hükmünde saymanın ötesinde Husileri düşman ilan etti. Husiler ise, karşı tarafa saldıran silahlı birimlerin kendilerinden olmadığını; muhtemelen tertip peşinde olan kimi karanlık ellerin bu provokasyona başvurduklarını açıkladılar. Bunu kanıtlamak için ortak bir araştırma komisyonu kurulmasını önerdiler. Özetle, Yemen’deki son gelişme, savaş ve siyaset dengenin maceraperest Suudi yönetiminden yana olmadığının belirtisi sayılabilir. Bu arada belirtmek gerek: “Yemen’de siyaset yapmak kobra yılanlarının başının üzerinde dans etmek gibidir” diyen Salih, kurt politikacıdır. Muhtemelen bu denge değişikliğini istismar ederek, Suudi yönetimiyle uzlaşmaya gidebilir. Yıllar önce Suudi zoruyla indiği iktidar koltuğuna tekrar oturabilir.

Haşdi Şabi komutan ve sorumlularından bazıları, IŞİD ve Irak Kürdistan yönetimine karşı kazandıkları askeri başarılardan sonra önümüzdeki genel seçimlere katılmak amacıyla ortak siyasi bir hareket/parti kurmaya başladılar. Bir yıldan beri hareket içinde tartışılan konu, karara bağlanmış görünüyor. Peki, bu neyi değiştirecek? Bizce, Bağdat’taki hemen tüm siyasi denge ve denklemler değişebilir. Söz gelimi Başbakan Abadi, bu siyasi hareketin bir kısmını yanına çekebilir veya seçim sonrasında koalisyon kurabilir. Eski Başbakan Nuri Maliki, Haşdi Şabi’nin vekili ve sözcüsü sayılıyordu. Kendisini hâlâ öyle görüyor. Halbuki bundan böyle eski itibarlı (gölge başbakan) konumunda olamayabilir. İran, büyük olasılıkla sıkı ilişki içinde olduğu Haşdi Şabi önderleri aracılığıyla Irak’ta daha fazla söz ve karar sahibi olacak. ABD’nin Bağdat’taki siyasi etkisi belli oranda azalabilir.

Son gelişme İsrail-İran meselesine ilişkindir. Malum, İsrail birkaç gün önce “Suriye’deki bir İran üssüne füze attığını” açıkladı. Abartıyı bir kenara bırakırsak, füzeler, Suriye’deki Rus yapımı karşı füzeler tarafından imha edildi. Demek ki İsrail, bundan böyle, gerek Lübnan gerek Suriye topraklarını keyfi biçimde rahatlıkla bombalamayacak. Zira Rus yapımı savunma füzeleri, Suriye ordusu ve Hizbullah milislerinin elinde bol miktarda mevcut. Öte yandan, İsrail’in bu saldırısı, daha önce değindiğimiz Suudi-İsrail cephesinin Hizbullah-Suriye-İran cephesine ortak bir saldırısı olarak algılanabilir. Hizbullah ise, savunma mevzilerini genişletiyor. Sadece güney Lübnan değil, aynı zamanda İsrail’in 1967’de bir kısmını işgal ettiği Suriye’ye ait Golan Tepeleri'ni de savunma hattı olarak belirlemiş. Birkaç yıl önce Beyrut’taki bir televizyon kanalına katılırken tanıdığım Dürzi inançlı Semin Quntar, o zaman Hizbullah’ın, yöredeki bir cephe komutanıydı. Bana şu kadarını söylemişti: “Golan’daki Dürzileri İsrail işgalinden kurtarmak için, savaşı Golan Tepeleri'ne taşımayı planlıyorum…” Sözlerini ayrıntılandırmadı. Bu karşılaşmadan birkaç ay sonra, Quntar, İsrail tarafından katledildi…

* Bu yazı Eski Yemen Devlet Başkanı Ali Abdullah Salih'in ölüm haberinden önce yazılmıştır.