Aykırı tepelerden Sivrihisar seyri
Anadolu’nun pek bilinmeyenlerinden Sivrihisar. Oysa, Yunus Emre’yi ve Nasreddin Hoca’yı hepimiz biliriz. Onların ve daha nice alimin doğduğu, yaşadığı yahut yolunun düştüğü bir yer Sivrihisar. Bugün, Ankara’ya 1,5 saat mesafede olmasına karşın pek hatırlanmayan kasaba, Anadolu’nun kültürel serüveninde önemli bir yer edinmişti bir zamanlar. Sokaklarını keyifle adımlarken buna bizzat şahit oluyor gezgin.
Fatih Sınar
Nikos Kazancakis, El Greco’ya Mektuplar’ında yer alan bi’ pasajda “Yunanistan’ı dolaşıp seyretmesi büyük zevktir. Zevk ve acı!” der. Hissiyatındaki derinliği böyle bir sadelikle açık etmek yüce bir edebiliği gerektiriyor olmalı. Bense Kazancakis’in affına sığınarak Anadolu coğrafyası da benim için öyledir diyebiliyorum ancak; Anadolu’yu dolaşıp seyretmesi büyük bir keyiftir. Keyif ve acı!
Sivrihisar, belki de bu tuhaflığı en iyi örnekleştiren coğrafyalardan biri Anadolu’da. Dinginliği hatta teslimiyeti çağrıştıran sarı bozkırda aniden yükselen, tabiri uygunsa yeryüzünden fırlayan tepelerin eteğinde kurulu bir kasaba. Hilal gibi sıralanmış bu kayalar, huzursuzluğu yahut bir şeylere isyanı anlatıyor gibi, ulu bozkırda aykırı dikilerek… Bağrındaki kasaba ise asırlardır güvende, huzurlu duruyor; sırtını yasladığı bu tepeler tüm acısını çekmiş, sakinleştirmiş onu. Kim bilir ne acılar biriktirdi o tepeler, ne hikayeler attı içine, sakladı sır gibi asırlardır?
Anadolu’nun pek bilinmeyenlerinden Sivrihisar. Oysa, Yunus Emre’yi ve Nasreddin Hoca’yı hepimiz biliriz. Onların ve daha nice alimin doğduğu, yaşadığı yahut yolunun düştüğü bir yer Sivrihisar. Bugün, Ankara’ya 1,5 saat mesafede olmasına karşın pek hatırlanmayan kasaba, Anadolu’nun kültürel serüveninde önemli bir yer edinmişti bir zamanlar. Sokaklarını keyifle adımlarken buna bizzat şahit oluyor gezgin.
Bir şehri, kasabayı tanımak istiyorsam önce oraya yüksekçe bir yerden bakmayı yeğliyorum. Bu yüzden ilk adımlarım yüksekçe bir seyir terasına, kayalığa yahut varsa kale ya da kule gibi tarihi yapılarına oluyor. Sivrihisar’da da gözüm sivri tepelere yöneldi ilk, tırmanabilecek uygun bir yer var mı diye aramaya koyuldum. O sırada çan sesi yankılandı hilal gibi sıralı kayaların bağrında, kasabada. Kilise mi yoksa saat kulesi mi derken, tepelerin eteğinde, evlerden yüksekçe bir kayalıkta dikili saat kulesini fark ettim. Çan sesi oradan geliyordu. Yarım saatte bir vakti haber veriyordu kasabaya. Hemen kulenin olduğu kayalığa doğru çıkmaya başladım. Saat kulesinin çok değil, bir asırdan biraz fazla yaşı var. Kasabanın yenilerinden sayılır. Lâkin üzerinde halen Arapça rakamlar duruyor, bir şeylerin değiştiğini gösterircesine.
AHŞAP SÜTUNLARIN BAŞLARI PESSİNUS'TAN
Bozkırın ortasından yükselen sivri tepelerin bağrındaki Sivrihisar’ı seyrediyorum. Kırmızı kiremit çatılı evlerin altında ahşap ve taştan haneleri görüyorum. Ulu Cami’yi fark ediyorum sonra, aşağıda, Saat Kulesi’ne yakınca bir yerde. Anadolu’nun ilk ulu camilerinden birisi. Ahşap camiler arasında da büyüklerden sayılıyormuş; bugün hâlâ iç sütunları ve çatısı ağaç gövdelerinden müteşekkil. Cami içerisinde, ağaç sütunların sütun başları ise Roma zamanından hatıra, yakınlardaki Pessinus’tan getirilmiş vaktinde. Caminin hemen yanında Alemşah Kümbeti ilişiyor gözüme. Koniye benzer çatısıyla meşhur tartışmayı aklıma getiriyor; klasik Ermeni kiliselerinin Selçuklu mimarisine etkisi var mıdır?
ERMENİLERDEN GERİYE KALAN...
Sivrihisar’da büyük bir Ermeni Kilisesi var, Surp Yerotutyun. Sivri tepelerden birinin eteğine kurulmuş mabedin, alansal olarak Anadolu’nun en büyük kiliselerinden biri olduğu söyleniyor. Vaktinde Ermeni Mahallesi'nin ortasında yer aldığı rivayet olunsa da bugün şehrin bittiği nokta burası. Yanındaki küçük düzlüğün ardından o sivri, aykırı tepelerden biri yükseliyor. İçerisine acıları biriktiren, sakladığı sırlarla göğe doğru başkaldıran tepelerden biri. Vaktiyle, Anadolu’nun büyük kiliselerinden birini inşa edecek yoğunlukta Ermeni nüfusu varmış Sivrihisar’ın. Onlardan geriye, heybetli ama kendi halinde kiliseleri kalmış hatıra.
ANADOLU'NUN HEYKELLERİ
Kilisenin yanından tepeye doğru heykellerden oluşan bir açık hava müzesi uzandığını görüyorum. Sivrihisarlı heykeltıraş Metin Yurdanur tarafından yapılan ve kilisenin bahçesinden tepeye doğru serpiştirilen çok sayıda eser Sivrihisar’a ayrı bir atmosfer sağlıyor. Açık hava müzesinde Yunus Emre’den Nasreddin Hoca’ya, Yaşar Kemal’den Atatürk’e, madencilerden öğretmenlere kadar çok sayıda heykel yer alıyor.
Saat Kulesi’nde bir hayli vakit geçirmiştim artık. Kasabanın asırlarında dolaşmıştım yorulmadan. Biraz da sokaklarında dolaşmalı, günceline dahil olmalı diyerek kuleden ayrılarak kasabaya karışıyorum. Eskişehir Caddesi'nden etrafındaki sokaklara taşan pazarına düşüyorum Sivrihisar’ın. Çevre beldelerden insanlar, aykırı tepelerin koynuna sığınmış geçim derdiyle. Sonra, ahşaptan, taştan haneleri geçiyorum, kimi restore edilmiş, kimi kendi yıkılmaya terk edilmiş biçare. Kasabanın neredeyse her sokağında bir mescide, bir çeşmeye denk geliyorum dolaştıkça. Kaç asırlık hikayeler var kim bilir diye düşünüyorum bu sokaklarda…