Parseg'ten Pars'a dönmek işe yaramamıştı!
Tuğlacı’nın yeri bende çok özel: Tam kırk yıldır hemen her gün, hatta bazen günde birkaç defa buluşuyorum kendisiyle, (ansiklopedik sözlük) Okyanus’u üzerinden. Hep “Allah razı olsun” derdim, şimdi ise artık “Allah rahmet eylesin” diyeceğim; teşekkür babında; ama, her defasında da biraz içim yanarak, biraz da utanarak; kendisinin aslen Ermeni, adının da Pars değil Parseg, soyadının ise Tuğlacı değil Tuğlacıyan olduğunu öğrendiğimden beri.
Kadir Cangızbay
12/12/2017, Pars Tuğlacı’nın birinci ölüm yıl dönümü: Güle güle uyusun.
Düzinelerle eseri olan ve en az elli yıl, askerî yüksek okullar da dahil üniversitelerde ders vermiş, uluslararası ödül ve ünvanlara sahip bir dilbilimci ve tarih araştırmacısı: Ölümü ne televizyonlarda ne de yazılı basında haber oldu.
12 Aralık’ın bende özel bir yeri zaten vardı: Cemil Meriç’in doğum, Georges Gurvitch’in de ölüm günü. Gurvitch, Fransız ordusunun Cezayir’deki mezalimine karşı ‘121'ler Manifestosu’nu kaleme alıp imzalayanlardan biri; OAS’ın (Organisation Armée Secrete/Gizli Ordu Teşkilatı) evinin kapısında bomba patlatması sonucu enfarktüs geçiren ve bir daha da sağlığına kavuşamayıp ölen sosyolog; hocam Doğan Ergun’un hocası Fransa’dan, benim de uzaktan.
Tuğlacı’nın da yeri bende çok özel: Tam kırk yıldır hemen her gün, hatta bazen günde birkaç defa buluşuyorum kendisiyle, (ansiklopedik sözlük) Okyanus’u üzerinden. Hep “Allah razı olsun” derdim, şimdi ise artık “Allah rahmet eylesin” diyeceğim; teşekkür babında; ama, her defasında da biraz içim yanarak, biraz da utanarak; kendisinin aslen Ermeni, adının da Pars değil Parseg, soyadının ise Tuğlacı değil Tuğlacıyan olduğunu öğrendiğimden beri.
Hiç kimse durduğu yerde adını soyadını başka bir dile göre değiştirmezdi, hele ki yabancı bir ülkeye hicret etmemiş de kendi memleketindeyken: Adını Türkçeleştirdiğine, ben de Türk olduğuma göre, utanmak da bana düşerdi.
A.İ.T.I.A.’da 2-3 yıllık asistandım. Bir sabah okuldaki odama genç bir kız geldi: Kitap ve ansiklopedi pazarlıyormuş, kendisi de üniversite öğrencisiymiş. Boş dönmesin şu kız dedim; ödeme koşulları da uygundu, Okyanus’u aldım. İyi ki almışım; elime geçtiği günden beri, ne Türkçe-İngilizce, ne de Türkçe-Fransızca lügata bakıyorum: Çok yerel terimler ve/veya argo ifadeler dışında bütün kelimelerin İngilizce ve Fransızca karşılıkları var Okyanus’ta; ancak çok daha önemlisi, hepsinin etimolojileri, hem kökleri hem de kökenleri.
‘Bihaber’e baktığınızda, rahmetli Tuğlacı, önce ‘bi-’nin Farsçalığını belirtiyor, sonra da ‘-haber’in Arapçalığını. ‘Haberdar’ın da ‘haber’i tabii ki yine Arapça, ‘-dar’ı ise Farsça. Okyanus’un ışığında, kendi kendinize diyorsunuz ki, hadi Türkçeyi özleştirelim diye ‘haber’i Arapçaya, 'bi-'yi veya ‘-dar’ı da Farsça’ya geri gönderip Türkçeden atalım; ama, ‘bihaber’i veya ‘ haberdar’ı hangi dile geri gönderebilirdik ki. Okyanus, ne sadece sözlük, ne de sadece ansiklopedi; insanın zihnini açan bir hazineydi. Parseg usta, dilin tarihselliğini anlamanın temellerini veriyordu, en azından bana vermişti: “Dil, dilden kalkılarak ne izah edilebilirdi, ne de inşa”.
Pars Tuğlacı’nın Ermeni olduğunu Okyanus’landığımdan epey bir yıl sonra öğrendim: Hemen her öğle vakti gittiğim lokantada, masalardan birinin üzerinde faşizm borazanı bir gazete duruyor; kocaman bir manşet atmış “Ermeni yine konuştu” diye. Çok şerefsizce bir ifade, “köpek yine havladı” der gibi. Merak edip okudum; hocayı kast ediyorlardı; en az bir otuz yılı var, o yüzden tam hatırlamıyorum; ama, herhalde hocanın bir mahkemesi varmış, işte onunla ilgili bir haber: Parseg’ten Pars’a dönmek de bir işe yaramamıştı.
Bu arada şunu da hatırladım. Bazılarının yaşı yetmez, yaşı yetenlerden pek çoğunun da insanî hassasiyeti: Gerek ‘dil devrimi’, gerekse ‘güneş dil teorisi ‘ tantanalarında Atatürk’ün yanında bulunmuş, hatta akıldanesi olmuş ve de Dilaçar soyadı kendisine Atatürk tarafından verilmiş, hatta Atatürk adının baş mucidlerinden biri olduğu da rivayet edilen Agop Dilaçar 1979’da öldüğünde, TRT haberi verirken Agop adını kullanmaktan özen ve ısrarla imtina etmiş, gerek televizyon gerekse radyoda spikerlerin bazıları ‘A nokta Dilaçar’ derken bazıları da A’dan sonraki ‘nokta’yı atlayarak, insanların Adil Açar diye, TRT haberini yaptığına göre demek ki önemli, ama her nedense o güne kadar adını hiç duymadıkları -gerçekte hiç yaşamamış- bir zatın öldüğünü düşünmelerine yol açmıştı. Ne zavallılık ve ne kadar ayıp.
Neyse, zaten Ermeni diye bir millet yoktu ki, biz onları katletmiş olalım: Nasıl ki kendilerini Kürt zannedenler aslında dağ Türkleriydi, Ermeniler de ‘orman Türkleri’, yani ‘ormanî’ olup, kendilerini incitmemek için ‘ormanî’nin zarifleştirilmiş şekli olarak ‘Ermeni’ diye hitap edilen insanlardı.
Yerseniz, afiyet olsun