Ahlat: Bir Anadolu şarkısı

Kıvrılan yollar Ahlat’a yaklaştıkça, kümbetler, minareler beliriyor usulca. Tarihin ve doğal güzelliğin farklı bir anlatımla birleştiği başka bir Anadolu kentine giriyorum nihayetinde. Kahverengi-kızıl bir şehir buluyorum, camilerinden kalesine Ahlat taşından çizilmiş bir memleket...

Google Haberlere Abone ol

Fatih Sınar

Bazı şarkılar vardır, yalın anlatımıyla sağlam yer edinir dinleyenin hissi dünyasında. Mesela Ezginin Günlüğü’nden ‘Eksik bir şey mi var?’ şarkısı öyledir benim için. Ve bazı kasabalar vardır, bir şarkı gibi gelir insan ruhuna. Görselliğinden değil elbette böyle gelişi, hissettirdikleridir insana. Ahlat öyle bir yer işte; yalınlığında yoğun manalar saklayan bir şarkı gibidir tıpkı. ‘Terliklerimle gelsem sana’ denilecek kadar samimidir.

Uzun süren tren yolculuğunun ardından vardım Tatvan’a. Anadolu’nun görkemli dağlarının, tarlalarla bezeli ovalarının ardından sonu görünmeyen bir maviliğin dibinde sonlanmıştı yolculuğum, Van Gölü kıyısında. Burada yaşayanların deyişiyle denizde son bulmuştu. Tatvan’ı geride bırakıp kıyı boyunca Ahlat’a doğru yola koyuluyorum hemen. Bir arkadaşımla birlikte otostopla Doğu seyahatimize başlıyoruz böylece. Bir yanımız bozkırın sarısı, diğer yanımız denizin mavisi. Kıvrılan yollar Ahlat’a yaklaştıkça, kümbetler, minareler beliriyor usulca. Tarihin ve doğal güzelliğin farklı bir anlatımla birleştiği başka bir Anadolu kentine giriyorum nihayetinde. Kahverengi-kızıl bir şehir buluyorum, camilerinden kalesine Ahlat taşından çizilmiş bir memleket. Tarihte mimarlarıyla ünlü bir yer olarak bilinirmiş burası.

Ahlat'taki Selçuklu mezarları

Ahlat, Anadolu-Türk tarihi açısından değeri olan yerleşimlerden. Anadolu’nun kapısı tanımı belki de en çok ona yakışır Türkler açısından. Selçuklu mezarlığından başlıyorum ben de Ahlat’ı adımlamaya. Birbirinden kıymetli mezarlar, şahideler dikkatlice temizlenmeye ve onarılmaya devam ediyor kazı ekibi tarafından. Şahidelerin üstlerindeki yazılar okunmaya, çözülmeye çalışılıyor. Emir Bayındır Kümbeti’ni görüyorum az ileride. Şahideler arasından geçerek varıyorum uzaktan eski bir Yunan tapınağını andıran yapının yanına. Etrafta pek ev kalmamış bugüne ulaşan oysa şehrin Eski Ahlat olarak bilinen kısmındayım.

URARTULAR'DAN BUGÜNE: HARABE ŞEHİR

Ahlat'taki mağaralar

Bugün Ahlat, kıyı boyunca kuzeye doğru ilerliyor kilometrelerce. Yeni şehirden ziyade eski şehri tanımak asıl niyetim. Yeni şehre ters yönde kümbetin biraz daha aşağısına doğru ilerliyorum ardından. Uzun selviler perde gibi önümden açıldıkça, binlerce yıl öncesine götüren sahne beliriyor önümde, Ahlatlıların ‘harabe şehir’ diye bahsettiği mağaralara varıyorum...

Mağaraları birer birer dolaşırken, aşağıda yaşlıca biri bastonuna dayanmış koyunlarını otlatıyordu. Az ilerideyse kalabalık bir ahali muhabbetteydi. Dualar edilmiş, koyunlar kesilmiş ve afiyetle yemekler yendikten sonra çay sohbeti yapıyordu kalabalık. İki yabancı çaylarına dahil olduk. Askerliğini bekleyen bir genç hemen koyuldu, geçmişi Urartular’a kadar uzanan Ahlat’ı anlatmaya; hastalara derman suyundan, mağaralardaki tavus kuşu resimlerinden bahsetti. Yanımızdan akan derenin kenarındaysa, bu kalabalığa aldırış etmeyen yeni evli çift ömür boyu saklayacakları evlilik pozlarını veriyordu o an deklanşöre... Harabe şehir, adına aykırı bir şekilde hâlâ canlı, yaşayan bir mevki.

ŞEHRİN SAKLI BAHÇESİ

Ahlat Kalesi kalıntıları

Sert dağların kenarında sonsuzluğu çağrıştıran mavi Van’ın kıyısında saklı bir bahçeye varıyorum yeniden, Ahlat Kalesi’ne. Şehrin Osmanlı vaktinde biraz nefeslenmek iyi gelir diye düşünüyorum. Saklı bahçeye gizlenmiş Kadı Mahmut Camisi gibi naif iki camiyle taçlanmış kalede, eski evlerden bugüne pek ulaşan olmamış. Doğu’nun yüce sessizliği içerisinde kendi halinde gibi, asırlar süren gürültünün ardından biraz nefesleniyor sanki. Oysa yanı başında, her gün bir yenisinin daha eklendiği binalarla büyüyen yeni bir Ahlat var artık.

Şehrin Adilcevaz çıkışında kamp yeri olduğunu öğreniyoruz, ardından Ahlat’ı katediyoruz kıyı boyunca. Yeni binaların bazıları şehrin dokusuna uygun renklerle tasarlanıp, şehrin tarihi rengine dahil oluyor. Hava kararmaya başladığında, konaklamak için uygun bir mekan buluyoruz nihayetinde ve Ahlat’taki akşamımızı burada geçiriyoruz. Yıldızların aydınlattığı gecenin içerisinde Van denizi uzanıyor sonsuza değin, yanı başımızdan. Bir yandan şarkılarla ötedeki karanlık ufka dalmış buluyorum kendimi. Şarkıda söylendiği gibi "Bak çayım sigaram, her şeyim tamam."

Ahlat, bazı tarihi kaynaklara göre Anadolu’nun kapısı, bazılarına göre sonu ya da Van dünyasının merkezi olabilir bir dönem. Ama hepsinden öte Ahlat, bunca asrın hikayesini yalın bir dille anlatan bir Anadolu şarkısı.