‘Yalnız ölümün kenti; Maraş‘
Koçgiri, Dersim, Elbistan, Kırıkhan, Çorum, Sivas katliamları gibi Maraş Katliamı da homojen bir ulus yaratma isteğinin parçasıydı. Türk-İslamcı bir bakışla saldırının hedefinde; Kürt kimliği, Alevi kimliği ve bunlarla özdeş hale gelmiş olan sol kimlik vardı.
Şükrü Yıldız
‘Maraş Katliamı’ üzerindeki sır perdesi her ne kadar aralansa da, Türkiye’de hâlâ bununla hesaplaşacak bir hükümet yapısı oluşmuş değil. İktidara gelen her hükümet çeşitli yasalarla bu katliamcıları aklarken, katliamcılara avukatlık yapanları da yerel seçimlerde aday göstererek adeta ödüllendirdiler. Raporlar yıllarca 'devlet sırrı' denilerek gizlendi. MİT ve CIA ajanlarına önemli rollerin düştüğü, bu katliam öncesi ve sonrası gelişen katliamların birer devlet politikası olduğu, yapılan araştırmalar ve incelemelerin sonuçlarına konu oldu.
Hazırlıkları günler öncesinden yapılan Maraş Katliamı sırasında dönemin Emniyet Müdürü, bir dönem AKP'nin önemli isimlerinden Abdülkadir Aksu'ydu. Maraş'ta dört gün boyunca kan döküldü ama Aksu, MİT elemanları ve dönemin bürokratları hakkında bugüne kadar hiçbir soruşturma açılmadı. Olaylar sırasında İçişleri Bakanı olan İrfan Özaydınlı, katliamın açığa çıkarılması için özel bir ekip kurdu ve yaptırdığı incelemede önemli bilgilere ulaştı. Ancak bu bilgiler 'devlet sırrı' denilerek gizlendi. Özaydınlı'nın kurduğu özel ekibin ve dönemin Cumhuriyet Savcısı Dündar Saner'in hazırladığı raporlara göre, katliamın planlamasını, Alparslan Türkeş'in dünürü olan MİT hukuk müşavirinin de içinde olduğu dört MİT mensubu ve katliamdan birkaç gün önce Maraş'a giden CIA ajanı Peck birlikte yapmıştı.
ANTİ-KÜRT YASASI TMK İLE KATLİAMCILAR AKLANDI
Katliamın planlayıcıları arasında Adalet Partisi İl Başkanı Faruk Kadıoğlu ile dönemin Maraş Belediye Başkanı Ahmet Uncu da vardı. Katliamın ardından 1991 yılına kadar sanık olarak yargılanan 804 kişi değişik oranlarda hapis cezasına çarptırıldı. Katliamda önemli roller üstlenen 68 kişi ise hiç yargılanmadı. Haklarında ceza verilen kişiler de Nisan 1991'de Turgut Özal'ın çıkardığı Terörle Mücadele Kanunu (TMK) nedeniyle, serbest bırakıldı. Günümüzde de “Anti-Kürt Yasası” olarak bilinen TMK ve Maraş Katliamı'nın ardından, çoğu Kürdistan’da olmak üzere 12 ilde ilan edilen sıkıyönetim, bu katliamın temel hedeflerinden birinin Alevi toplumunu Kürdistan’da gelişmekte olan Kürt özgürlük hareketinden uzaklaştırmak amacıyla yapıldığını teyit etmeye yetiyor.
JİTEM'İN KONTR-GERİLLA TETİKÇİLERİ ORADAYDI
Katliamdan yıllar sonra ortaya çıkan belgelerde, katliam startının 18 Aralık'ta Çiçek Sineması'nda aniden Cüneyt Arkın'ın başrolünde yer aldığı 'Güneş Ne Zaman Doğacak' adlı filmin gösterime sokulmasının ardından verildiği belirtiliyor. Gizlenen birçok bilginin aktarıldığı raporda, katliamın uygulayıcıları olarak 1990’lı yıllarda Kürt yurtseverlerine yönelik cinayetlerde kullanılan Özel Harp Dairesi elemanları bulunuyor. Katliamın bir gün öncesi ile son gününü içeren 19-25 Aralık tarihleri arasında Maraş'a, çok fazla milli piyango satıcısı gidiyor ve daha sonra açığa çıkan belgelere göre bunların MİT’çi olduğu ve Alevi evlerini kırmızı boya ile işaretledikleri belirtiliyor.
PROVOKASYON İLE KATLİAM KÖRÜKLENDİ
Maraş Katliamı 20 Aralık akşamı Alevilerin gittiği Yeni Mahalle'deki Akın Kıraathanesi'ne patlayıcı madde atılması ve iki kişinin yaralanmasıyla başladı. 21 Aralık'ta ise Maraş Meslek Lisesi öğretmenlerinden Hacı Çolak ve Mustafa Yüzbaşıoğlu öldürüldü. 22 Aralık'ta yapılacak olan öğretmenlerin cenaze töreni korteji, polis kontrolünde saldırılar sonucu dağıldı. Faşist çetelerin ilerleyen saatlerde Kürt Alevilerinin yoğun yaşadığı mahallelere saldırısında, 100'e yakın işyeri tahrip edildi.
23 Aralık'ta camilerden ve belediye hoparlöründen, "Bütün din kardeşlerimiz son görevlerini yapsınlar" şeklinde kışkırtıcı anonslar, ardından Alevilerin yaşadığı mahallelere otomatik silahlarla saldırılar başladı. Önceden kırmızı boya ile işaretlenen evler tek tek yakıldı. Faşist çeteler Maraş'ı tamamen ele geçirdi. Maraş'ı kan gölüne çeviren caniler, kadınlara tecavüz ettiler, hamile kadınların karınlarını deştiler, kundaktaki çocukları boğazladılar. Çocukların gözlerini şişlerle oydular, insanları baltalarla doğradılar. Bu saldırılara cami imamları da alet oldu. Mahalle muhtarı saldırganlara silah dağıttı. Belediye araçları saldırı sırasında mühimmat taşıdı. Bağlarbaşı İmamı Mustafa Yıldız cuma vaazında "Oruç ve namazla hacı olunmaz, bir Alevi öldüren beş sefer hacca gitmiş gibi sevap kazanır" diyerek kışkırtıcılık yaptı.
Canlarını kurtarmak için askere sığınanlar, saldırganlara teslim edilerek katledilmeleri izlendi. Devlet hastanesine getirilen yaralılar, başhekimin desteğiyle hastanede öldürüldü. 5 gün boyunca NATO ve Türk Gladiosu’nun ortak planladığı saldırılar 25 Aralık gecesi durduruldu. Olaylarda resmi kayıtlara göre 111 kişi vahşice öldürüldü, bin 500 kişi yaralandı. 552 ev ve 289 işyeri yakılıp yıkılarak tahrip edildi. Türkiye Cumhuriyeti devleti tarihinde yaşanan bu katliamların özellikle de Türkiye’nin NATO bünyesine alınmasından itibaren NATO ve Türk Gladiosu’nun ortak icraatı olduğu, devlet yetkililerinin de teyit ettiği bir durum. Bu konuda birçok gazeteci ve araştırmacı yazar, çarpıcı değerlendirmelerde bulunarak yaşanan katliamın nedenlerini ve nasıllarını ortaya koyuyor.
Maraş Katliamı ile birçok Elbistan ve Pazarcıklı Kürt-Alevi yurtseveri, aydını ve demokratı ülke dışı ve içi sürgünler yaşadı. Şark Islahat-ı Planı ile hedeflenen asimilasyon ve soykırım politikalarıyla karşı karşıya kaldı. Kendi topraklarından uzaklaştırıldı ve ülkesine yabancılaştırıldı. Bütün bunlar katliamın hedeflediği uygulamalardı. Birçok Alevi kesimi hâlâ bu katliamın niçin yapıldığına ilişkin soruya cevap bulmuş değil ve bunu İslamcı ve milliyetçi kesimlerin damdan düşer gibi gerçekleştirdiği bir katliam olarak ele alıyor. Oysa Maraş’ı anlamak için Maraş Katliamı'nın yarattıklarına bakmak Maraş’a, Sivas’a, Gazi’ye, Roboskilere bakmak önemli olacaktır.
MARAŞ'TA YAŞANAN ETNİK ARINDIRMA VE KÜLTÜREL SOYKIRIMDI
Maraş’ta yaşanan bir etnik arındırma operasyonu ve kültürel soykırımdı. Cumhuriyetin ana kuruluş fikrine uygun olarak Alevi-Kürt nüfusunun yaşadığı bölgelerden uzaklaştırılarak, Türkiye metropollerinin içinde eritilmesi amacına dönük, devlet merkezli bir organizasyon, katliamdı. Koçgiri, Dersim, Elbistan, Kırıkhan, Çorum, Sivas katliamları gibi Maraş Katliamı da homojen bir ulus yaratma isteğinin parçasıydı. Türk-İslamcı bir bakışla saldırının hedefinde; Kürt kimliği, Alevi kimliği ve bunlarla özdeş hale gelmiş olan sol kimlik vardı.
Maraş geçmişten bu yana Alevi toplumun özellikle de Kürt Aleviliğinin beslendiği ana kaynak noktalardandır. Ebusuud Efendi fetvalarında adı geçen ve hedef haline getirilen bir mekân, Alevi felsefesinin kendisini yoğun biçimde yeniden örgütlediği bir alandır.
Yine Alevi kültürel birikimi ve sosyal yapısının kırsaldan Maraş şehir merkezine doğru kaymasıyla birlikte, Alevilik şehirde ciddi ve hissedilir güç olmuştur. Bu gücün sol kimlikle birleşerek şehirde hâkim bir kimlik haline gelmeye başlaması sonucu, Maraş Katliamı bizzat devlet merkezinden örgütlendirilmiştir.
Aslında bugün geriye baktığımız zaman bulgular, belgeler, şahitlerin açıklaması, yaşanan durumu net bir şekilde ortaya koymuştur. Mahkeme sürecindeki iddianameler ve sonrası yaşananlar birebir katliamın nasıl uygulandığını bilinir kılmıştır. Katliamın sorumlularının devletin içerisinde organize edildiği, MİT’in katliamın içinde olduğu, sokaklarda bunun resminin MHP olarak görüldüğü bilinmektedir. Dönemin Başbakanı Bülent Ecevit’in ölümünden sonra kasasından çıkan belgeler, bunu bir kez daha ortaya koymuştur. Bu anlamda katliamın kimler tarafından yapıldığı üzerinde yaşanan bir tartışma yok gibidir.
ÜLKEDEN KOPUŞ CİDDİ BİR TRAVMAYA DÖNÜŞMÜŞTÜ
Sonuçları itibariyle katliamın ciddi bir travmaya yol açtığı bilinmektedir. Maraş, Alevilerin, Kürtlerin solcuların yaşadığı bir bölge olmaktan çıkarılmıştır. Bugün artık Maraş’taki Alevilerin nüfusu yüzde 10'la ifade edilebilecek bir duruma gelmiştir. Katliam sonrası büyük bir göç yaşanmıştır. Türkiye metropollerine başlayan kaçış, 12 Eylül darbesiyle birlikte Avrupa’ya göçe dönüşmüştür.
Alevi nüfusunun neredeyse tamamı yurt dışına çıkmıştır. Ve yaşamlarını orada devam ettirmeye çalışmıştır. Ülkeden kopuş ciddi bir travmaya dönüşmüş, kimliksizleşme ciddi bir şekilde yaşatılmıştır. Acıların üstleri kapatılmaya çalışılmıştır. Kurtulanlar, sanki katledilenler kimliklerinden dolayı suçluymuş gibi bir psikoloji içerisinde yaşamaya mahkûm edilmişlerdir; hâlâ da bu aşılamamıştır.
MARAŞLILAR KENDİLERİNİ, GEÇMİŞLERİNİ, TOPRAKLARINI ARIYOR
Yıllarca Alevi hareketi, sol hareket, Kürt hareketi Maraş’a girememiştir. Maraş'ın merkezi bir gericileşmeye mahkûm edilmiştir. Üzerinden 39 yıl geçmesine rağmen, Maraş’ta yaşananlar toplumun tüm kesimleri tarafından yeni bilinir hale geliyor. Şimdi “Maraş’ta bir katliam yaşandı” cümlesinin ötesinde, yaşananların insanların gözünde tekrar somut olarak görülür olduğu süreci yaşıyoruz. Bu, aslında Maraş’ın kendi kimliği ile yeniden buluşması durumudur.
Maraşlılar kendilerini, geçmişlerini, topraklarını arıyorlar. Tekrar atalarıyla, gelenek ve kültürleriyle birleşme isteği insanların bu sorunun çözülmesi yönünde yeni adımlar atmasına vesile oluyor.
Diğer katliamlardan farklı olarak Maraş Katliamı 39 yıl öncesine dayanır. Bu katliamın tanıkları günümüzde aramızda yaşıyorlar. Yüzlerce ölüden, 800-900 ciddi yaralanmadan bahsediyorlar; bunlar kayıtlara geçenler. Bir de kayıtlara geçmeyenler var. Tüm bunların mağdurları, yaşayan tanıkları aramızdalar. Buna rağmen Maraş Katliamı gerçek bir yüzleşmenin olmadığı bir katliam olarak önümüzde duruyor.
Bu katliamının sorumluları açık bir şekilde bilinmelerine rağmen, deşifre olmalarına rağmen bu kesimler yaşanılan ve yaşatılanlardan dolayı toplumdan özür dilememişlerdir. Yaptıkları katliam ve insanlık suçu üzerine konuşmamışlardır. Aksine yaşamışlıkların arkasında durmaktadırlar. Katliamı besleyen argümanları her gün tekrarlamaktadırlar. Her yıl Maraş Katliamı anmalarında devletin koyduğu tavır, yine orada yaşayan ülkücü, faşist çetelerin rahatça hareket edebilmesi, bu olayın yeterince tartışılıp mahkûm edilmediğini gösteriyor. Eğer böyle bir mahkûmiyet olsaydı, bugün Maraş’taki anmalar bu biçimiyle yasaklanmaz, saldırılara maruz kalınmazdı.
MARAŞ 3K'DEN ARINDIRILMAK İSTEDİ
Maraş'ta yaşananlar, orada devletin Kürt, Alevi ve sol kimliğini hazmedememesi demektir. Zaten 12 Eylül’ün mimarları da 3K diye tabir ettikleri kesimlerin ortadan kaldırılması amacıyla iktidara geldiklerini söylüyorlardı. Bu aslında Maraş’ın kimliğinin ortadan kaldırılması, yok edilmesi anlamına geliyordu. 80 darbesi sonrasında Maraş’ta ve Maraş’ın köylerinde, ilçelerinde yaşatılanlar, bu kesimlerin Alevi toplumuna, dedelerine, pirlerine yapılanlar, köylerde tek tek insanlara yaşatılanlar düşmanlığın resmiydi. Maraş özelinde çok başarılı olduklarını da söyleyebiliriz. 3K dedikleri kesimleri çok hızlı bir biçimde uzaklaştırdılar Maraş’tan, arındırdılar. Ama dünyanın dört bir yanına dağılmış olan Maraşlılar da kendi kimliklerini arama mücadelesine giriştiler.
Kürtçe konuşmak büyük bir direniştir Maraş’da. Yine Alevi kimliğine sahip çıkmak, cemlerde dara durabilmek büyük isyandır. Sosyal adalet, eşitlik için yürümek, etkinlikler düzenlemek büyük bir kahramanlıktır. Şimdilerde Maraş’ta bunun resmi çizilmeye başlanmıştır.
SOYKIRIM SUÇLARINDA ZAMAN AŞIMI YOKTUR
Maraş Katliamı uzak bir durum ve olgu değildir, 39 yıl önce yaşanmıştır, Maraş tanıkları günümüzde yaşamamaktadır. Kaldı ki; katliam gibi suçlarda zaman aşımı olamaz. Bu tanıkların desteğiyle iç ve uluslararası hukuku sonuna kadar zorlamak gerekiyor. Lahey Adalet Divanı’na kadar gidecek süreç başlatılmalıdır. Bunu yapmak herkesin boynunun borcudur. Tüm insanlığın borcudur, Alevilerin, Kürtlerin, sol ve sosyalistlerin, demokratların borcudur.
MEMLEKETİM MARAŞ-BİRÎNA RAŞ BELGESELİ BU ACIDAN ÇIKTI
Katillerin zafer kazanmış edasıyla sarmalandığı şehirde, yıllar katledilenlerin sessizliği ile geçti. "Maraş Katliamı en azından yaşayanların anlatımıyla kayıt altına alınmalı" dediğimizde tüm kapılar ardı ardına kapandı.
Katliamdan sonra ilk kez 2009’da Adana’da, 2010'da mağdurların Maraş merkezde anılması, suskunluğu yendi.
Cemo Doğan ve Deniz Osoy ile birlikte hazırladığımız belgeselin kayıtları onlarca tanıklığın şahitliğine dönüştü.