İran'da bir sopanın ucundaki başörtüsü
İran sokaklarında; yükselen sesler, bir sopanın ucuna bağlanan başörtü ve onu özgürlüğün timsali tutan kadın, gelecekleri için direnen kadınların ve zulmün bundan sonrasına tahammülleri kalmayanların görüntüleri İran halkını, 41 yıllık kâbus dolu uykusundan uyandırabilir.
Hatice Özhan
İran’da Şiilerin kutsal şehri Meşhed ve İran’ın kuzeydoğusundaki bir dizi kentte ekonomik kriz gerekçesiyle başlayıp, başkent Tahran ve Doğu Kürdistan’ın Kirmanşah kentine de yansıyan gösteriler kuzeyde Sari ve Rasht; Tahran’ın batısında Kazvin, güneyinde Kum; batıda Hamadan şehirlerine sıçrayarak genişledi. Maaşların ödenmemesi, fiyatların artması ve yolsuzluk gibi temel sebeplerin yanında İran yönetiminin Suriye ve Irak’taki maliyetli savaşlara para aktarması da eylemlerin gerekçeleri içerisinde var. Kadınların çoğunlukta yer aldığı gösterilerde ortaya çıkan mizansenli görüntüler, eylemleri hem içeriden hem de dışarıdan izleyenlerin, eylemlere iştirak edenlerin heyecan ve umut katsayısını yükseltir nitelikte. Başörtüsünü bir sopa ucunda sallayan kadının ikonik görüntüsü, kıssadan hisse, IŞİD zulmünden kurtarılan kara peçeli kadınların zafer işaretleri eşliğinde sigara içtikleri ana ve bu hareketin ana fikriyle örtüşüyor. Bütün görüntülerin toplamında gösterdiği şey İran’ın dinle biçimlenen siyasi ve toplumsal yapısının geç de olsa çatırdamaya başlamasıdır. Çatırdamanın bizleri çok büyük umutlara sürüklememesi için de gelişmelere ihtiyatlı bakmanın faydası var lakin. Gösterileri devrimsel bir hareket, ülkenin birden bire demokratik bir yörüngeye girmesinin vesilesi olarak yorumlamak çok optimist bir bakışa kapılmak demek olur. Ancak bir yandan da Mısır, Libya, Ürdün, Suriye’nin girdiği yol herkesin malumuyken, İran bu yola neden revan olmasın ki demeden edemiyor insan? Katı olan her şeyin er ya da geç buharlaştığı Ortadoğu coğrafyasında İran’da başlayan kaynamanın “buharlaşma” ile sonuçlanmasına yönelik temenniler eşliğinde, bazen bir kıvılcım ile başlayan büyük “yangınların” sonucu, telafisi mümkün olmayan felaketlere varacağı gibi büyük yeniden dönüşümlere de varabiliyor diyebiliriz.
1978-1979 devriminin ilk kıvılcımlarının bir gazete makalesine yönelik tepkilerin gösterilere dönüşerek tutuşması ve İran’ın katı bir İslam devletine dönüşmesi gibi örneğin. İran’ın 41 yıllık katı teokratik devlet deneyiminin başlangıç noktasına kısaca bakmanın bugünlerin İran’ının anlaşılması açısından gerekli olduğu inancındayım. Ocak 1978’de Humeyni aleyhinde yazılan bir gazete makalesine tepki olarak kutsal kent Qom’a yapılan saldırılar büyüdü, bu dönemi 1978’den 1979’a kadar kitlesel gösteriler ve ABD karşıtı sloganlar izledi. İran devriminden sonra iktidarı ele geçiren Humeyni, iktidarını perçinledikten sonra, Şah döneminden bu yana tatbik edilen ve kendisinin de kısa bir süre için söylemlerine yedirdiği “İranlılık” üst kimliğini teokratik bir çerçeveye hapsetti. Siyasi alanın 1978-1979 İran devriminden sonra Humeyni ile birlikte dinle yeniden biçimlenmesiyle İslam Cumhuriyeti olarak künye değiştiren İran artık, Şah döneminin etnikleştirilmiş, modernleştirilmiş, seküler özellikteki İran kimliğinden, sadece İslami kimlikle tanımlanan bir ülke haline geldi. Devrimden önce İran, parçalı bir ülkeyi birleştirmeye çalışan Rıza Han’ın kendi ulus-devleti inşa projesi kapsamında seküler bir ülkeydi. Kaçar padişahının iktidarına son veren Rıza Han, İran’da anayasal bir monarşi ilan ettikten sonra 1925’te Şehinşah (Şahların şahı) konumuna yükselerek adını Rıza Şah olarak değiştirdi. İktidarı sırasında kamusal alanda İslama sınırlama getiren Rıza Şah sekülerleşme politikaları çerçevesinde Kur’an okullarını kapattı, ulemanın servetini ve statüsünü Eğitim Bakanlığı’na aktararak dini bayramları kısalttı. Ancak Humeyni’nin iktidara gelmesiyle anayasal monarşiden muhafazakâr Şii İslam’a dayanan bir cumhuriyete dönüşen yeni İran’ın başlangıç döneminde, Humeyni ülkedeki muhalifleri ılımlı tutumu ile ikna edip iktidarını sağlamlaştırdıktan sonra, baskı politikaları için kolları sıvadı. Bu da ülkedeki Kürtler, Şii olmayan topluluklar, sol/seküler gruplar, kadınlar için “asıl film şimdi başlıyor” dedirten bir dönemin adı oldu. Bu süreçte ülkede teokratik devletin baskı cenderesine girmeyen bir kesim varsa o da sadece Şiilerdi. Devlet içinde muhafazakâr Şii ulema gruplarının rolünü genişleten Humeyni Kasım 1979’da ise hükümetteki sol kesimlerin yerine din adamlarını getirdi. Hükümeti ve devlet başkanının rolünü güçlendiren İslami Anayasayı onaylamasının ardından devletin egemen kimliğinin referansı Şii İslam ve bu çerçevede yürütülen politikalar oldu.
3 Nisan 1979 günü İslam Cumhuriyeti’ni ilan ettikten sonra yaptığı Müslüman halklara yönelik baskılar ve başını ABD’nin çektiği Batı emperyalizmine karşı bir mücadeleyi içeren konuşmasında, bütün Müslüman ülkelerine “büyük bir İslam devleti ve bayrağı altında birleşme” çağrısında bulundu. Pan-İslamist bir politik söylem ve tutum benimseyen Humeyni ve bu minvalde yönettiği ülkesi İran, aradan geçen bir yüzyıllık süreçte sembolik açılımlarda bulunsa da teokratik özelliğinden milim değişme göstermedi. Çağrıda bulunduğu dindaşları geçen zaman içerisinde görece değişimler yaşadılar, değişim suyunda yüzmeye niyetleri ve cesaretleri elvermese dahi ayaklarını bu suya daldırdılar yine de. Kendi içine ve dünyaya kapanık, etnisitenin sınırlarını muhafazakâr Şii İslam'a dayandıran rejime yönelik tepkilerin ilkinin Şiilerin kutsal kentlerinden Meşhed’de gelmesi ise manidar. Nitekim Şii topluluklar da tabanın bir parçası ve Şiiler de bu çok çeşitli, kimlikli tabanın bir parçası olarak rejime dair kaba sığmayacak derecede büyüyen eleştirilerini sokağa taşırmış durumdalar. İran sokaklarında; yükselen sesler, bir sopanın ucuna bağlanan başörtü ve onu özgürlüğün timsali tutan kadın, gelecekleri için direnen kadınların ve zulmün bundan sonrasına tahammülleri kalmayanların görüntüleri İran halkını, 41 yıllık kâbus dolu uykusundan uyandırabilir. 41 yıldır zulüm ve baskıyla doldurulan geçmişin yıpranan sayfalarını yakacak ateşin kıvılcımlarıdır belki de İran sokaklarında gördüklerimiz. Dileyelim ki gördüklerimiz gerçek olsun!
Yararlanılan kaynak:
Natali,D. (2005) Kürtler ve Devlet. Avesta Yayınevi ss.181-182-205-206-207