Hasip Kaplan, ırkçılık ve Kürt Sorununda iki çizgi...
Sorunu sınıfsal/politik programlar üzerinden değil de böyle bir homojen Kürtlük/Türklük üzerinden ele almak, böyle bir algı oluşturmaya çalışmak yalnızca ve yalnızca Türk ve Kürt milliyetçiliğini besler. Bu ise iki kesimin emek eksenli, özgürlükçü ve eşitlikçi bir program dahilinde ortaklaşmasını zorlaştırır. Ki gerek emperyalist müdahalelerin, gerek Türkiye egemen kesimlerinin gerekse Kürt orta sınıflarının yapmak istediği de budur.
Mahmut Üstün
Öncelikle vurgulamak gerekir ki ırkçılık kendi tamlığına bir devlet politikası ve sistemsel hegemonya yoluyla ulaşır ama bu tek tek kişilerin ya da çevrelerin ırkçı olarak nitelenemeyeceği anlamına gelmez. Kişisel ve çevresel mikro iktidar alanlarında da ırkçılık kendine alan yaratabilir. Bu mikro iktidar alanları etnik temelli bir özelliğe sahipse çok daha kuvvetli bir olasılıktır.
Irkçı yaklaşım etnik temelde insanları tanımlama ve kendi etnisitesinden olmayanları ikincilleştirme, ötekileştirme, esas unsur değil tabi ve tali unsur olarak görmektir. Bu özelliğe sahip her açıklama ve davranış ırkçılıktır. Bu gerçeği önemsizleştirmeye yönelik her tavır niyetlerden bağımsız biçimde ırkçılığı normalleştirmeye/meşrulaştırmaya hizmet eder.
Ulus devlet bir sınıf iktidarı formudur. Dolayısıyla özsel anlamda bir azınlık iktidarıdır. Bu azınlık iktidarının ayakta kalması bir dizi birbiriyle rekabet eden, çatışan, altlık/üstlük ilişkisi, yani mikro iktidar alanları yaratmasına ve aynı zamanda bütün bu hiyerarşik/çatışmacı mikro iktidarları “ortak” dış ve iç ötekiler üzerinden sisteme entegre edebilmesine bağlıdır. Yani bir Kürt temelde etnik anlamda ezilen olmasına rağmen Ermeni, Rum, Çingene, Süryani ve benzerine göre kendini daha üstte ve sisteme yakın görsün istenir. Yakın dönemde yaşandığı gibi dinci bir Kürt laik bir Türk'e göre kendini sisteme daha yakın dahi hissedebilir. İşin sınıfsal cephesinden bakılacak olursa aşiret reisi bir Kürdün ya da sermayedar bir Kürdün egemen Türklükle çelişki düzeyi iktidar ortaklığı yanında hayli önemsizleşebilir. Ezilen etnik kimliğinin yanı sıra ezilen mezhep üyesi de olan bir Kürt Alevi şeriat/Şafilik karşıtlığı üzerinden sisteme entegre edilip, Şafi Kürtlere ve şeriatçı Türklere karşı bir mikro iktidar sahibi olarak sisteme dahil edilir. Cinsel kimlikle ilgili mikro iktidar alanları da buna eklenir vb.
Yani iktidar Türk/Kürt/Ermeni vb. biçimindeki temel etnik hiyerarşiyi, Sünnilik/Alevilik/Hristiyanlık/Yahudilik/Yezidilik vb. biçimindeki temel dinsel hiyerarşiyi bu kesimler arasında da hiyerarşik mikro iktidar alanları yaratarak önce partiküle eder sonra da her birini ortak ötekiler üzerinden sisteme/iktidara entegre eder. Sistem ulusal bilinç temelinde, ulusal kimlik hakları temelli bütünsel/birleşik bir Kürtlüğü dışlarken, “Ermeni/gavur düşmanı” bir partiküler Kürtlüğe izin verir. Eşit hak isteyen bir Aleviliği dışlarken, Şafilik (Kürtlük) ve şeriat düşmanı bir Aleviliği canlı tutar. Ve bu temel üzerinden ayrıcalık alanı, temel iktidarı besleyen bir mikro iktidar alanı sağlar. Böylece genel iktidar ilişkileri ve kültürü (ırkçılık ve mezhepçilik) bu kesimlere de sızar.
Bu kuşkusuz yalnızca ezilen sınıfların değil ezilen ulus, dinsel inanış ve cinsel kimliklerin hak mücadelelerine de en azından ilk başlarda cari iktidar dili ve yöntemlerinin belirgin biçimde egemen olması sonucunu da doğurur. Milliyet ve din temelli hareketlerde bu egemenlik çok daha belirgindir.
İlk olarak, ezilen ulusların milliyetçiliği politik manada ulusal eşitlik ve ulus devlet hakkı çerçevesinde anlaşılabilir, onaylanabilir ve dahası politik anlamda ilerici bir role de sahip olabilir. Ve/fakat ezilen ulus milliyetçiliği de eni sonu bir milliyetçiliktir. Bunu unuttuğumuzda ya da hafifsediğimizde sosyalist teori açısından milliyetçi bir sapmaya teslim olunmuş demektir. Milli kurtuluş savaşları ve ulus devlet inşası süreci bir etnik ötekileştirme ve hatta temizlik süreçleriyle içi içe geçebilmektedir. Hatta kural olan budur. Bizim milliyetçiliğimiz bambaşka, insancıl, evrensel, eşitlikçi bir milliyetçilik demek totolojik bir yaklaşımdır.
İkinci olarak bugünkü tarihsel koşullardaki ulusal hareketleri geç milliyetçilik çerçevesinde değerlendirmek gerekir. İlk dönem uluslaşması ve ilk dönem anti sömürge hareketlerle geç milliyetçiliğin en temel farkı, bugünkü geç milliyetçi hareketlerin uluslaşma ile halkçı devrimciliğin iç içe geliştiği ilk dönem devrimci ulusalcılık dalgasının sona erdiği, ulus devletlerin iyiden iyiye statükocu ve gerici bir karakter kazandığı bir dönemde yaşanıyor olmasıdır. İlk dönem ulusalcılığı etnik değil toprak (vatan) temelli bir yurtseverlikken, ulusçuluğun zamanla etnik/dinsel referanslı hale gelmesidir. Bugünün ezilen ulus milliyetçiliği de bu gelişmeden azade kalamamakta daha ulus devlet olmadan ulus devlet/iktidar/sistem dili ve mantığını kendi içinde üretmektedir.
Hem muarızı hem rol modeli egemen milliyetçiliklerinin gericileşmesinden dolayı ezilen ulus milliyetçiliklerinin de bu süreçten kaçınılmazca etkilenmekte, daha ilk adımda ilk dalga milliyetçiliklerinden daha az halkçı daha çok devlet merkezli bir özelliğe sahip olmaktadır. Bu tarihsel farklılığa gözleri kapamak bizleri bir başka yanılgıya sürükleyecektir.
Üçüncüsü ve en önemlisi, nasıl homojen bir Türk tanımı bize siyasal gerçekleri analizde yardımcı olmaz, tersine beynimize bir çelme niteliği taşırsa, homojen Kürt tanımı da aynı zaafı taşır.
Türk milli kurtuluş savaşı, emperyalizme ve feodalizme savaşın yanı sıra ve aynı zamanda farklı sınıf ve siyasal programlara sahip Türklerin de iç mücadelesiydi. Kürt hareketi de böyledir.
Kürt hareketi en baştan itibaren alt sınıf ağırlıklı ve sosyalizan bir hareket olarak gelişmiştir. Zamanla bazı geri adımlar yaşansa da bu özelliğini hala ve belirleyici ağırlıkta taşımaktadır.
Ne var ki, özellikle hareket geliştikçe, harekete dışta emperyalizmin içeride de Türk burjuvazisinin belirli bölümlerinin ve Kürt orta sınıflarının müdahilliği artmış ve yönlendirme çabaları yoğunlaşmıştır.
Bu tarihten sonra sınıfsal ve siyasal program anlamında Kürt hareketi kendi içinde bazen açık ama genellikle örtülü biçimde bir iç mücadele yaşamaktadır. Barzani çizgisine karşı verilen farklı tepkiler, aslında bu ayrım ve mücadelenin en yaygın dışa vuruluş biçimidir.
Hasip Kaplan'ın tutumu lafı evirmeden çevirmeden, perdelemeden, masumlaştırmadan bir ırkçı yaklaşımdır. Ve bu tekil bir durumda değildir. Adlarını burada vermekte şimdilik gerek görmediğimiz bir dolu Kürt siyasetçisi, Kürt hareketinin Barzanileşmesi için mücadele etmekte, hareketin Kürtçü kimliğini halkçı sınıfsal kimliğinin dejenerasyonu pahasına önde tutmaya özen göstermekte, Kürt sorununun emperyal sistem içinde çözümünü benimsemekte, hareketin bu sınırları aşma çabalarını da bloke etmeye çalışmaktadır.
Kürt hareketi içinde S. Demirtaş'ın adeta bir deklarasyon niteliği taşıyan başkanlığa veda mektubunda net bir ifadesini bulan halkçı/sosyalizan anlayışla, burjuva Kürt ulus devleti anlayışı arasında henüz ittifakı sonlandırmayı gerektirecek düzeye ulaşmamış olsa da ciddi bir iki çizgi mücadelesi yaşanmaktadır.
Sorunu "Kürtler ırkçı olur mu olamaz mı?", "Hasip Kaplan'a ırkçı demek ayıp mı değil mi?" gibi apolitik ve anti sınıfsal pencereden analiz etme çabaları da, H. Kaplan üzerinden Kürt hareketini ırkçılıkla yaftalama kolaycılığı da meseleye tarihsel ve sınıfsal paradigma üzerinden bakmamanın getirdiği eksik, yanlış, çarpık yaklaşımlardır.
Bu neden önemlidir... Zira sorunu sınıfsal/politik programlar üzerinden değil de böyle bir homojen Kürtlük/Türklük üzerinden ele almak, böyle bir algı oluşturmaya çalışmak yalnızca ve yalnızca Türk ve Kürt milliyetçiliğini besler. Bu ise iki kesimin emek eksenli, özgürlükçü ve eşitlikçi bir program dahilinde ortaklaşmasını zorlaştırır. Ki gerek emperyalist müdahalelerin, gerek Türkiye egemen kesimlerinin gerekse Kürt orta sınıflarının yapmak istediği de budur.
Emperyalizm ve Türkiye egemenlerinin yanı sıra Barzani dostu Kürt orta sınıfları da milliyetçiliği beslemektedirler. Irkçı söylem de bu amaca yönelik kaçınılmaz bir enstrümandır.
Bir yanda "Demirtaş’ın yerine sakın bir Türk göz dikmesin, herkes haddini bilecek" diyen, diğer yanda İzmir'lilere "Bir arada, özgürce, kardeşçe, barış içinde yaşamak dışında seçeneğimiz yoktur. Bunu en iyi anlayacak ve anlatacak yerlerin başında İzmir gelir" diye seslenen iki çizgi...
Ben bir sosyalist olarak her koşulda Kürtlerin haklarını savunurum ama yalnızca halkçı/devrimci/sosyalizan Kürt hareketiyle emekten, laiklikten, her alanda eşitlik ve özgürlükten yana bir yeni Cumhuriyet için siper yoldaşlığı yaparım...