2019 Seçimleri, ‘Millî Mutabakat’ ve ‘Kürt seçmen’ ilişkisi üzerine bir şerh
2019 seçimi gündeminde, AK Parti-MHP ittifakı analizlerinde ve tartışmalarında yerleşik bir kalıp ve ölçek olarak sıklıkla kullanılan ‘Kürt seçmeni’ tanımı, güncelliğini yitirme eğilimi itibarıyla, yerel-bölgesel ölçekli toplumsal ve siyasal gerçekliği, olduğu gibi, bütünüyle ifade ve açıklama yeteneğinden yoksun kalmakta ve geçersizleşmektedir.
Vedat Koçal *
2019 seçimlerine doğru belirginleşen siyasal manzara münasebetiyle, Türkiye kamuoyu, bir zamandır AK Parti-MHP ittifakı gelişmesi ve gündemi ile meşgul. Esasen, bu mesele ile ilgili olarak 2019’u işaret eden ilk etken, bu seçimlerin sonrasına dair sorgulamalar olmaktan önce, 2002’den bu yana süren tek parti rejiminin 7 Haziran 2015 seçimlerinde açığa çıkan hegemonik krizinin varacağı çözüme dair beklentilerdir. Bütün siyasal analizlerin buluştuğu ortak algı ve kabûl, AK Parti rejiminin 7 Haziran öncesi ve sonrası olarak ikiye ayrıldığıdır. 2019 seçimlerinin sonucu, AK Parti’de “metal yorgunluğu” ifadesiyle temsil olunan, esasen devletin hegemonik krizinin sonu veya çözümü olarak beklenmektedir. Bu kapsamda, 2019 seçimlerine dair tartışmalara, gelecek öngörülerine damga vuran unsurlardan biri ve belki ilki, AK Parti iktidarının 2002’den 2013’e kadar sürdürdüğü, özellikle ulusal sorun üzerinde tekçi Kemalist çerçevenin dışına çıkan reformist söylemi itibarıyla belirgin biçimde aktörleştiği Kürt siyasal coğrafyasındaki akıbetinin ne olacağı sorgulamalarıdır. Bu anlamda, AK Parti ile MHP arasındaki ittifak arayışlarının ve söylemlerinin ‘Kürt seçmen’in algısı ve davranışı üzerindeki etkileri öngörülmeye, hesap edilmeye çalışılmakta, tartışılmaktadır.
Bu noktada, özellikle medyatik ve entelektüel kamuoyunda başvurulan ve ‘ne yapacağı’ merak edilen, araştırılan ‘Kürt’ ya da daha çekingen bir söylemle ‘Güneydoğulu’ seçmen tanımı ve genellemesi, Türkiye siyasal tarihinin ‘Glasnost-Perestroika’sı anlamına gelen Avrupa Birliği üyelik başvurusu süreci kapsamında ‘ulus-devlet’ kişiliğini reforme etmeye giriştiği 1990’ların başından itibaren, Kürt siyasal hareketinin yasallaşma-siyasallaşma sürecinde bir aktör olarak Türkiye siyasal düzenine katıldığı ve ulusal sorun üzerindeki cepheleşmede ‘kendiliğinden’ devletin karşı tarafında konumlanan bölgesel kimliğin ortak siyasal algısını ve davranışını ifade etmek için kullanılıyor. Bu ifadenin, Kürt coğrafyasındaki siyasal iklimin, devlet-Kürtlük ikilemi ve çelişkisi üzerinde gerçekleştiği yakın geçmiş için belirli bir gerçekliği tanımladığı açık ve tartışmasız. Ancak hiçbir şeyin süresiz sabit kalmadığı doğal değişim ortamında ve bu kapsamda, özellikle küreselleşme sürecinin hızlı-yaygın değişim baskısı, ‘Kürt’ kimliğiyle birlikte onun siyasal davranışı da dönüşüme uğramaktadır. Küreselleşme süreci boyunca, özellikle sınır ticareti, yığınsal göç, kentleşme-metropolleşme ve ilk elde bu üç temel etkene dayalı sermaye birikimi ve dolaşımı etkenleri altında yaşanan ve kapitalistleşme-orta sınıflaşma parantezlerinde özetlenebilecek yerel-bölgesel sosyo-ekonomik değişme süreçleri, toplumsal alt-yapıda üretim biçimlerinin ve ilişkilerinin değişimini ve bunlar da, sınıfsal farklılaşmayı üretmekte, bu altyapısal bütünlük, siyasal üstyapıya ideolojik, politik, örgütsel çeşitlenme olarak yansımaktadır. Nitekim kentleşme süreçleri kapsamında örneğin Diyarbakır’da, Kayapınar ile Bağlar-Şehitlik-Sur ölçeklerinde açıktan ve çarpıcı boyutlarda gözlemlenebilecek olan, kentsel alanın sınıfsal bölüşümünü görselleştiren mekânsal-mimarî dağılım ve farklılaşma ile seçim sonuçlarının semtsel haritalandırılması arasındaki paralellik, bu hususta açıklayıcıdır. Henüz ‘ulusal’ ölçeğe varmasalar da, yerel ölçekte, Hüda-Par şahsında görünürleşen İslâmcı gelişme, diğer yandan Güney’deki devletleşme sürecinin çekim merkezi etrafında oluşan Hak-Par, PAK, TKDP türünden‘ulusalcı’ örgütlenmeler ve nihayet AK Parti’nin kalıcılaşma eğilimi gösteren oy oranı, yerel toplumun siyasal çeşitlenmesini ve farklılaşmasını örneklemektedir. Nitekim özellikle Diyarbakır gibi metropollerdeki siyasal kampanyalarda ve seçim sonuçlarında gözlenebilir-belgelenebilir hale gelen, ağırlıkla sağ ve kısmen sol eksenli siyasal çeşitlenme, günümüze kadar KCK-HDP çizgisi için kullanılagelen ‘Kürt siyasal hareketi’ deyimini işlevsizleştirmekte, henüz yaygınlaşmamış olsa da dikkat çeker sıklıkta kullanılır olduğu duyulan ve örgütsel tekilliğin geride kalışını ifade eden ‘ana akım’ veya ‘omurga’ söylemlerini evrime uğratmaktadır. Bu bakımdan, ulusal kimliğe dayalı ‘Kürt’ genellemesi, tekillik ve bloklaşma ön-kabulleri itibarıyla, yerel toplumun siyasal algılarını, tercihlerini ve davranışlarını açıklamada, geçerliliği ve anlamlılığı bakımından artık geçmişte kalmaya, eskimeye yüz tutmakta olan, bu nedenle de giderek yetersizleşen bir kavram setini ifade etmektedir. Hatta, yerel toplumda yükselen ve son kertede Hasip Kaplan’ın eleştirisinde ifadesini bulan muhalafete rağmen ‘ana akım’ın ya da ‘gövde’nin bile ‘Türkiyelileşme’ söylemli programında, politikasında ve ‘bileşenli’ örgütlülüğünde ısrarı ile açıkça ortaya koyduğu haliyle ‘ulus’ tanımındaki çekinceleri, toplumsal tabanının ağırlık merkezini oluşturan ‘bölge’ halkının ‘ulusal kimlik’ algısındaki tercihlerinin bile değişmeye ve çeşitlenmeye uğradığının görünümü olarak anlaşılabilir bir belirteçtir. Nitekim açılım politikası kapsamındaki ‘üst-alt kimlik’ tartışmaları sürecinde bazı Kürt siyasetçilerin Kürt kimliğini ‘etnisite’ gibi yerellikle sınırlı ‘folklorik-kültürel’ bir öğe olarak tanımlayışları ve bu bağlamda devletin ‘Türk’ tanımlı vatandaşlık algısına ve hukukuna alternatif görmediklerine dair beyanları, bu konuda yeknesak ve tüm yerel toplumu temsilleştiren, genel kabul görmüş çerçevenin giderek belirsizleşme eğiliminin ifadeleridir.
Sonuç olarak, 2019 seçimi gündeminde, AK Parti-MHP ittifakı analizlerinde ve tartışmalarında yerleşik bir kalıp ve ölçek olarak sıklıkla kullanılan ‘Kürt seçmeni’ tanımı, güncelliğini yitirme eğilimi itibarıyla, yerel-bölgesel ölçekli toplumsal ve siyasal gerçekliği olduğu gibi, bütünüyle ifade ve açıklama yeteneğinden yoksun kalmakta ve geçersizleşmektedir. Analizlerinin içeriğini sadece günlük siyasetin aktörleri ve söylemleri ile sınırlı tutan, bu itibarla tarihsel gelişmede tüm dünyayı kapsayan bir milat olarak küreselleşme öncesi-sonrası ayrımlarını gözetemeyen, derinlikli ve yaygınlıklı değişimleri göz ardı eden bu geleneksel yaklaşımların sınırlılıklarının ve genellikle doğruya eriştirmedeki yetersizliklerinin aşılmasının en etkili çözüm yollarından biri, kuşkusuz yeni toplumu yeni çözümlemelere tabi tutan bilimsel araştırmalar ışığında yeni bakış açıları ve analiz yöntemleri kullanmaktır. Bu noktada, ve bu bakışla bakıldığında, 2019’a dair öngörülebilir, beklenebilir bir husus, Kürt seçmenin ‘Kürt kimliği’ genellemesine ve tekilliğine dayalı, kaynağını geçmişteki Kürt sorunu kapsamındaki devlet-Kürtlük ikileminden alan bütüncül-homojenik bir davranış sergilemeyeceği, sınıfsal temelde, kültürel, ideolojik, siyasal farklılaşmalara dayalı çeşitlilikler göstereceğidir. Bunun ilk işaretlerinden biri, yerel toplumun, oy davranışındaki tercihinin ağırlıklı yönelimine rağmen, HDP’ye yönelik yargı politikalarında, beklenenin tersine, pasif-eylemsiz tavrıdır. Bu pratik ışık altında, on yıllardır süreklileşen yerel oy istatistiklerindeki ‘ezici çoğunluk’ verilerinin, 2019 seçimlerinde değişime uğramasına dair bir beklentiyi ifade, hiç de yersiz olmayacaktır.
Bu kapsamda, AK Parti’nin oy oranını konsolide amacıyla Türk milliyetçiliğine göz kırpması’ başlıklı MHP ittifakı ile ‘Kürt seçmen’ kategorisi arasındaki ikilem-refleks kurgusunda göz ardı edilmekte olan ikinci bir mesele, Türkiye’nin devlet kültürünün ve geleneğinin, devlet ile siyaset kurumu ile arasında yapısallaştırdığı hiyerarşik ilişkidir. Bu bağlamda, Türkiye’de, devlet aklı ile günlük siyaset kurumu ve aktörleri arasındaki ilişkiye, gölge oyunu sanatındaki perde önü-perde arkası benzetmesi ile belirli bir açıklık kazandırmak mümkündür. Bu bağlamda, hareketi gösteren perde önündeki kuklalar ise de, bu kolay olan, ama beceri olan, kuklaların arkasındaki çubukların izlerini ve ‘değiştirilmiş sesi’ sezmededir. Türk-İslâm devlet tarihinin sürekliliğini günümüze taşıyan ve geleceğe ilerlettiği kuşkusuz olan merkezî aktörü ve ana güç kaynağı olan ‘devlet aklı’nın, eski söyleyişle ‘hikmet-i hükûmet’in, günlük politik pratik ve aktörler üstündeki geleneksel mutlak gücünün ve belirleyici etkisinin güncel görünümü ve göstergesi, AK Parti’nin 2013 sonrası siyasal-ideolojik söyleminin ve pratiğinin ‘devlet(çi)leşme eğilimidir. Bu haliyle, ‘bölge’nin siyasal vesair analizleri yapılırken, başvurulması gereken kaynaklar ve kavramlar kapsamında, ilk elde alınması gerekenler siyasal akımlar, örgütler, aktörler, liderler değil, devlet aklının hegemonyasını sürdürülebilir kılma öncelikli akılcı-faydacı planları ve bu kapsamda, sorunlara dair çözümlemeleri ve uygulamalarıdır. 2019’da olacakları öngörmede değil, ama oraya varan yolun taşlarını görerek varacağı yeri kestirmede en akılcı, gerçekçi yöntem, öncelikle, devlet aklının, güney sınırlarının hemen bitişiğindeki ‘ulusal’ gelişmelerin ve kurumsallaşmaların baskısı altında bir tür ‘acil eylem planı’ olarak ortaya koymakta olduğu bölgesel ve yerel coğrafyadaki ‘meşruiyetini’ artırmaya, sürdürülebilir kılmaya dönük kriz çözücü ekonomik, bürokratik, politik planlamalarını, bu kapsamda, ekonomi politikalarında girişimcileştirme-tüketicileştirme, hibelendirme-kredilendirme-borçlandırma-finansallaştırma, eğitim politikaları içeriğinde özel okullaşmanın teşviki, imam-hatipleştirme, toplumsal politikada yerel aşiretlerle ve cemaatlerle ilişkileri resmîleştirme gibi daha birçok ‘akılcı’ politikaları ile, ‘devlet aklı’nın, yukarıda özetlenmeye çalışılan toplumsal değişmeler, kültürel farklılaşmalar, siyasal çeşitlenmeleri tespit etmede ve kendini bu gerçekliklere uyarlamada, yine bu yeniden yapılanmalar içerisinde, ‘masada’ karşısına oturtabileceği ‘makbûl Kürt’ü bulma, bulduğunu geliştirme ve bulamadığını üretme geleneğini sürdürdüğü ve bu konuda hiç de başarısız olmadığını görmektir. Bu bağlamda, ‘Kürt seçmen’in tercihlerini belirleyecek ana eksenin ve etkenin, AK Parti-MHP ilişkisine dair tepkiden önce, yerel coğrafyanın Türkiye kapitalist sistematiğine bağımlılaşmasının geliştirdiği yeni-orta sınıfın üstyapıda Türkiye siyasal alanına muhafazakârlaşma yoluyla eklemlenmesi ile, şehir savaşları ve HDP’ye yönelik yargı politikaları sürecinde yaşadığı hayal kırıklığının da belirleyici etkisiyle ulusallaşan ve ulusalcılaşan alt-gelir grubu arasındaki çelişki olacağını, böylelikle, AK Parti-MHP ittifakından beklenen ‘Kürt refleksi’nin bütün bölgesel-yerel topluma genellenemeyeceğini, belirgin bir kitlenin, bu durumu seçim davranışında birincil sırada, öncelikli ve belirleyici bir etken olarak değerlendirmeyeceğini, daha öncelikli tercihleri dikkate alabileceğini öngörmek ve ileri sürmek mümkündür, bu yazı da, bu öngörünün kayıt altına alınmasını amaçlamakta ve sağlamaktadır.
*Siyaset Bilimci