Karadeniz dizilerinde 'ramak kala erkeği' pornosu
Düşünmekten yorulmuşluk, suçlu hissetmişlik ve aslında tecavüzcü ile kurduğu erotik empatiyi sürekli bastırmak zorunda kalmışlık ortaya eskisiyle devamlılığı olan ama bazı yönlerden de çok yeni bir fanteziye sahip erkek modeli çıkardı: Ramak kala erkeği!
Beren Azizi
Türkiye’de yeni bir dizi başladı: Sen Anlat Karadeniz.
Reyting rekorlarını zorladı ve Diriliş ‘Ertuğrul’u az kalsın geçiyordu. Konu aile içi “kadına karşı şiddet”; ama bana kalırsa bir Karadeniz pornosu, bir Superman filmi. Karadenizli bir Superman… Hatta ilk bölümün sonunda uçuyorlar bu Superman’le… Uçurumdan aşağı atlıyor(lar) kadının kocası(?) bir ordu ile Superman ve kadını bir falezde sıkıştırınca.
Söylenecek çok söz var bu dizi için, enfes bir porno, öncelikle bunu söyleyebilirim. Karadeniz erkeği veya kahraman erkek fanteziniz ve mazoşist eğilimleriniz varsa ciddiye almadan izleyebilirsiniz. (Böyle izlemekte bir sakınca yok, keyif de alabiliriz.)
“Bu hikaye şerefsizliği görmezden gelmeyi reddeden Karadenizli bir adamın hikayesi”ymiş, tanıtımlarda böyle diyor.
Erkeklerimizin yeni kahramanlık hayali “kadına karşı şiddet” mağduru bir kadını zorba erkeğin elinden kurtarmak, kadını kurtarmak eski bir fantezi zaten; ama neredeyse kocası statüsündeki (hâlâ tamamen kocası değil) bir zorba erkeğin elinden kurtarmak ise fantezinin yeni hali. “Kadına karşı şiddet” farkındalığının artması karşısında bu şiddeti çözemeyen toplum bu çözümsüzlükle başa çıkma yöntemi olarak derin düşünmemeyi ama buna karşın hemen hissetmeyi/hislenmeyi seçmiş görünüyor (A.K.A. Linç Kültürü). Düşünmekten yorulmuşluk, suçlu hissetmişlik ve aslında tecavüzcü ile kurduğu erotik empatiyi sürekli bastırmak zorunda kalmışlık, ortaya eskisiyle devamlılığı olan ama bazı yönlerden de çok yeni bir fanteziye sahip erkek modeli çıkardı: Ramak kala erkeği!
Bu ismi uygun buldum ve koydum. Eli sinirlenip vuracakken havada kalan, tam öpecekken öpmeyen, dişlerini sıkan, maksimum koldan ve çeneden tutan ama o “kadınsı” bakışa maruz kaldığında bir babanın kızına yumuşaması gibi yumuşayan ve bırakın vurmayı gözleri dolan, ölümüne koruyucu ama öldürmeyen, yaşatmak için ölen, mazluma, ocağına düşmüşe aile olan… Yani erkek doğasını adam terbiyesiyle her daim çatıştıran ve bu çatışmayı da ramak kala düzeylerde bünyesinden sızdıran o erkek! İşte dizimizin jönü böyle bir erkek/adam, şüphesiz kitlelerin arzusu hakkında bize bir şeyler söylüyor: Koruyucu cinsiyetçilik.
Sokak hayvanları, ekseriyetle kedi-köpek üzerinden de benzer bir süreç işliyor. O sebeple iki konuda koruyucu cinsiyetçilik ve devamı olan linç kültürü yükselmiş durumda: Sokak hayvanlarına ve kadına karşı şiddet.
Toplumumuz cezasızlıkla mücadele edemiyor, cezasızlığa karşı hisleniyor. Bu da kadın-erkek-aşk dizilerinde bazı spesifik tekrarlar yaratıyor:
– Türkçe dizilerde polis yok, polis varsa da dizi polisiye; çünkü polis ile zorba çatıştırılmıyor, çatıştırılırsa polis kazanmak zorba kaybetmek zorunda; çünkü Türk dizilerinde devlet hâlâ ideal bir karakterde. Kadınlar polisi aramıyor, polise gitmiyor, erkekler de silahlı saldırı karşısında gene polisi aramıyor, jandarmaya başvurmuyor. (Denilebilir ki “E gerçek böyle…”, pek öyle değil, bu gerçeği hiç yansıtmıyor, kadınlar öldürülmeden ya da ciddi şiddet mağduru olmadan önce polise defalarca gidiyorlar. Gene denilebilir ki “Gerçeği yansıtmak zorunda mı?”, değil ve gerçeği yansıtma işlevi yoktur dizilerin; ama her senarist müdahale de eleştiriye açıktır, masaya yatırılıp senaristin de fark etmediği nedenleri-sonuçlarıyla irdelenebilir.)
– Türkçe dizilerde mahkeme/yargılama yok, varsa da kanun-vicdan çelişkisi şeklinde var. Yargılanan hem hakimin hem de halkın vicdanında haklı; ama kanun vicdandan önce gelerek cezasını veriyor. Yani karakterin fedakarlık düzeyini arttırmak hatta zirveye çıkarmak için araçsallaşmış şekilde yargılamalar var. Aile içi şiddet, taciz, tecavüz konularında mahkemece çözüme kavuşturulmuş polisiye olmayan bir dizi örneği yok. Eğer ki böyle bir dizide mahkemeyi kullanırlarsa mahkemeyi de gerçekçi değil ideal yansıtmak zorunda olan senarist/yönetmen sorunu çözmek zorunda kalır. Dizi biter bu durumda da. Yani gerçekte olduğu gibi defalarca şikayete rağmen devletin çözümsüzlüğünü ve işleyişini sorgulayan hale getiremez diziyi. (Şiddet ve taciz sorunu çözümsüzlüklerinde devletin sürecini sorgulayan örnekler için son dönem İran sinemasına dileyenler bakabilirler, bu konuda örnek üretimler İran sinemasında mevcut.)
– Türkçe dizilerde suçluların asıl suç ortakları ve akıl “babaları” olan kişiler kadın ve modern. Laiklik düşmanlığı, güncel hükümete yaranmak vs. için değil bence bu karakterizasyon. Bence asıl olarak bunun sebebi derin düşünmemizi sağlayacak tek potansiyeli böylece saf dışı bırakmak; çünkü erkek şiddeti konusunda literatürü kapsayan bilgiye sahip olma olasılığı olan kadın ancak bu tip kadınlar ve bu kadınların o potansiyelini ortadan kaldırarak “okumamış” kadınların el yordamıyla yürüttükleri iyilikleri kalıyor sadece. Yani yukarıda bahsettiğim polis ve mahkeme gerçekliğini epistemolojik olarak ortadan kaldırıyor. Dolayısıyla polis, dernekler, sosyal medyanın gücü, mahkeme… Yani örgütlü yardım olanağını “Yapalım mı?” diyen kadın ortadan kaldırılıyor.
– Türkçe dizilerde örgütlenme, sosyal medya, dernek üyeliği gibi unsurların görünürlüğü yok. Varsa da zengin sınıfın spor ve sosyal faaliyet dernekleri var. Bu da “çaresizlik/muhtaçlık” izleğini zedelememek için alınmış bir önlem. Bahsi geçen dizi Sen Anlat Karadeniz bu “çaresizlik/muhtaçlık” izleğini son derece fantezik kurgulamakta, gerçekliği mümkün olsa da çok nadir olan yüzde yüz çaresizlik ve muhtaçlık üretecek her türlü hikaye kurgulanmış durumda: Yıllardır süren ev hapsi, tek bir gün dahi dışarı çıkamamışlık ve kahramanın gelmesiyle pornografik arzunun fışkırması…
– Türkçe dizilerde siyaset zamanı yok, siyaset özelinde zamansız diziler, her gün konuşan siyasetçiler varken dizilerde TV açık kaldığında hiç seslerini duymuyoruz. Bunun da sebebi gerçekten dizinin amacında buna gerek olmaması, yani dış dünyadan bağımsız iç bir mesele görülüyor şiddet. Yüzeysel sebep gerek olmaması, çünkü o konuşmaları koyarsa “Hımm, bir anlamı olmalı.” düşüncesi hemen doğar, normal değil istisnai bir durum olur bu, halbuki hayatımızın en alakasız anında bile normalleşmiş durumda sürekli konuşan siyasetçiler. Yukarıdakilerle ilgilenmemiş bir dizi gerçekliğinden bunu beklemek saçma zaten, bu yukarıdakiler göze alınırsa daha sonra kendilinden gelecek bir süreç. Sürekli konuşan siyasetçilere rağmen gerçekleşiyor tüm bu şiddet vakaları, televizyonlarımız dizilerde bu kadar sessiz kalamazdı normalde bir televizyon toplumunda.
Bitirirken hâlâ söylüyorum ki söylenecek çok daha fazlası var, bu yazı son derece yüzeysel ve hızlı bir şekilde derdini anlatmaya çalışıyor; ama detaylandırdığımızda adamlık savaşlarında ideal adamlık iddialarındaki adamlarda birbirlerinin devamı olan şiddet ve tecavüz kültürünü görürüz, daha fenası bunun talebi olan bir kadınlık görürüz. Reyting başarısı diye bir şey duyarsak bilelim ki bu akışı çok iyi görüp çözmüş bir üretimle karşı karşıyayız. Sen Anlat Karadeniz kitlelerin kendilerini nasıl gördüğünü ve birbirlerini nasıl arzuladığını iyi bilmiş bir çeşit kadınlara masal, Karadeniz erkeği mitleri de bunun için biçilmiş kaftan (Ege’de “Gari, evladım…” diye konuşan bir dizinin kadına karşı şiddet ve kahramanlık işlemesindense “Uşağım, deliyiz da biz!” coğrafyasında işlemek dizinin seksüel amacı için çok daha “hoş” olacaktır.), dizideki “kadına karşı şiddet” ise kahramanımız Superman’i daha çok arzulamamız için var, çözülmek veya sorgulanmak için yok, yani eyvahlar olsun mu desek yoksa bir fırsat cinselliği yeniden düşünmeye başlamamız için küçük de olsa bir fırsat mı desek şimdilik bilemiyorum.
Bu yazı ilk olarak artvinden.com adresinde yayınlanmıştır.