Türklük ve Türkiye üzerine

Türkiye ve Türklük kavramlarının kaldırılması sadece milliyetçi bir pratiğin kaldırılması olmayacak. Aynı zamanda kamu alanının, hukukun ve buna dair bir cemiyet hafızasının kaldırılması anlamına da gelecektir. Bu itibarla bugün bu dayatmaya karşı koymak bir görevdir. Ayrıca ana akım Türk milliyetçiliği buna nasıl karşılık verecek merakla bekliyoruz bakalım...

Google Haberlere Abone ol

Orhan Gazi Ertekin

Hükümet milliyetçilik meselesine dair olağanüstü çelişkilerle hareket ediyor. Dışarıda geleneksel milliyetçilik söylemlerine sarılırken içeride tam tersine Türklük ve Türkiye temelli bütünlükleri lağvetme çabasında. Bu kolaylıkla görülebilir çelişki milliyetçiliğin sadece güncel bir politik kullanım unsuru olduğu düşüncesini akla getiriyor.

MİLLİYETÇİLİĞE KARŞI MİLLİYETÇİLİK

Buradan bakıldığında olan bitenler geleneksel milliyetçi hareketlerin kimlik ve vatan politikalarına aykırı görünüyor ve AKP'yi geleneksel milliyetçi tarihe ekleme tezini zayıflatıyor.

Bilindiği üzere Türklük ve Türkiye kavramlarının tartışma konusu olmaktan çıkarılıp güçlendirilmesi Türk milliyetçiliğinin bugüne kadar yürüttüğü çabaların başında geliyordu. Bu toprakların ve ahalisinin Türklüğü tartışmaları derin bir meseledir. Barolar Birliği ve Tabipler Birliği'nin tartışılması da buraya yerleşmektedir.

En başından ifade edelim ki şu aşamada Türkiye ve Türklük kavramlarının kaldırılması sadece milliyetçi bir dayatmanın kaldırılması değil. Aynı zamanda üzerine demokrasi inşa edilebilecek bir kamu ve hukuk alanını ve bir hukukçular cemiyetinin de lağvedilmesi demektir. Bu yönden karşı çıkmak gerekir.

TÜRKLÜK TARTIŞMALARI

El Caiz’in “fezail el etrak” (Türklerin Faziletleri) kitabından anladığımıza göre Araplar 8. yy'den itibaren Ortaasya'nın tümünü 'Türk' diye çağırmaya başlamış. 12. yy'den itibaren ise bu kez Batı'dan bakanlar diyar-ı Rum’a (Anadolu) Türkiye demeye başlamışlar. Buna karşılık içerideki algı çok farklıydı ve Türkçe hanedanın resmî eğitim dili olarak kullanılması bakımından önemsenirken 'Türklük' bir etnik grup olarak öne alınan bir unsur değildi. Osmanlı, örneğin Fuat Köprülü’nün dediği üzere “hakim ve müdir sınıf”ı ifade ediyordu. Daha 100 yıl önce bile örneğin Niğde’de 'Türklük' yerel ahalinin kabul ettiği bir kimlik değildi. Buna dair 1940'larda İçişleri Bakanlığı da yapmış olan Emin Erişirgil'in 1913 yılına ait anıları ilginçtir. (bkz. Türkçülük devri...)

Bunun üzerine Cumhuriyet, Türklük ve Türkiye vurgularını güçlendirmenin peşine düştü. 1924 anayasasında Türklük, Hamdullah Suphi’nin önerisiyle sadece “Vatandaşlık bakımından” kabul edilmekteydi. Sonraki anayasalar Türklük ile vatandaşlığı özdeş hale getirdiler ve yasalar da Türkleştirildi : Türk Ticaret Kanunu, Türk Medeni Kanunu vs. Hükümet şimdi milliyetçiliğin bu yönünü lağvediyor.

ESAS MESELE

Hikaye uzun. Ama Esas mesele şudur: Modern Ortadoğu inşa edildikten sonra Türk kimliği ve Türkiye, siyasi rakipleri ve aynı zamanda ortakları olan İran ve Arap milliyetçilikleriyle birlikte siyasal olarak önemli tecrübeler yaşadı. Bu bakımdan Türkleştirme ve kurum ve kuruluşları Türkiye bütünlüğüne alıştırma çabası uzun bir yol kat etti. Bununla beraber Türk kimliği ve Türkiye kavramları İran ve İran kimliği kadar güçlü bir hale gelemedi. Arap milliyetçiliği ise özellikle Suriye, Irak gibi bölgeler bakımından çok zayıf kaldı. İran milliyetçiliğinin gücü kendi coğrafyası ve sosyal bütünlüğünü tartışma dışı bırakmaktaki becerisinden geliyordu. Türkiye ise daha ciddi itirazlara karşı sosyal bütünlük iddiasını sürdürdü. Bugün ise Türkiye hükümeti bu çabalardan vazgeçtiğini ilan ederek geçmiş milliyetçi pratikleri reddederken pek garip biçimde Afrin meselesinde tersini yapmaya devam ediyor. Oysa içerideki bütünleşme politikaları da bu milliyetçiliklerin Ortadoğu’daki konumlarını güçlendirme çabasının bir veçhesiydi.

Buna rağmen hükümet, bu konuda eklektik tutarsız ve çelişkili bir eylemler yığını yaratmıştır. Nereye gittiğini ne yaptığını kendisi de bilmemektedir ve her şeyi her gündemi kendi varlığı için kullanıma açık bir sahaya dönüştürmenin cazibesinden kendini alamamaktadır. Bu durum hükümetin milliyetçilikle yararcı bir ilişki talep ettiğini ve bütün kurum ve kuruluşları da bu yararcılık temelinde konumlandırdığını gösteriyor.

Dolayısıyla bir kez daha yineleyelim: Türkiye ve Türklük kavramlarının kaldırılması sadece milliyetçi bir pratiğin kaldırılması olmayacak. Aynı zamanda kamu alanının, hukukun ve buna dair bir cemiyet hafızasının kaldırılması anlamına da gelecektir. Bu itibarla bugün bu dayatmaya karşı koymak bir görevdir. Ayrıca ana akım Türk milliyetçiliği buna nasıl karşılık verecek merakla bekliyoruz bakalım...