Berrak Tüzünataç, NTV ve davetkar meselesi üzerine
Davetkar diyerek kışkırtılmış erkek cinselliğinin arzularını beyan etmedeki cüretini taklit eden bir gazete olarak NTV’ye, onun “özgür” başlığına karşı öfkemiz bir yanda saklı dururken… - NTV adeta kadınlardan hoşlanan erkek gibidir, tüzel kişiliğini erkek arzusu yönünde özel kişilikleştirir, cinsel yönelimleştirir, bu da kadın cinselliği açısından bir eşitsizliktir aslında; çünkü arzusu erkekleri arzulayan kadın olan genel gazeteler yoktur nihayetinde.
Beren Azizi
Gündemimizdeki davetkarlık (NTV ve Tüzünataç) meselesi hakkında söyleyeceklerim var.
Öncelikle en önemlisi, kadınlara "bayan" denmesindeki kibarlığa dönüştürmememiz gerek bu tepki sürecini; çünkü aslında kıyafetlerimizi cinsel çekim (Cazibe, çekmek, davetkarlık denen şey…) için kullanabiliriz. Kıyafetimizden doğru davetkar olabiliriz, davetkar okunabiliriz, davetkar olmasak da böyle atanabiliriz. Mühim olan davetlilerimizi seçebilecek ev sahipliği, beden özerkliği iradesidir. Özgürlük ve eşitlik mücadelesinde kadın mesele olduğunda hep aynısını yapıyoruz: Namusa saygı baskısı, namusu son derece “önemli” olan kadına temkinli, hanımefendice yaklaşım… veya NTV'nin yeni başlığı: “Berrak Tüzünataç’ın beyaz şıklığı (Abartıdan uzak ve yalın)”
Davetkar gitti abartıdan uzak ve yalın geldi. Davetkar olana tecavüzün bir kere daha meşruluğudur aslında bu ve davetkar olma hakkımızı kötü dünya sendromunun çalmasına gönüllü olmaktır. Böyle bir dünya ve seksüellik istiyor muyuz öncelikle?
Sonrasında erkeklerin kıyafetleri veya haberin ağzıyla stilleri için “davetkar” denilir mi acaba diye sordum. Cevap verme fırsatım olmadan başka bir soru geldi aklıma ve bu davetkar da ne ola ki dedim.
TDK’ye baktığımızda bir sıfattı tabii ki, isim de olabilir aslında yer yer, “Çekici, cazibeli (bakış, davranış vb.)” diyerek Behçet Necatilgil’den bir alıntıyla örneklendiriyordu verdiği anlam bilgisini. (Türkçe gizli öznesiz ve cinsiyetli bir dil olsaydı muhtelemen “she” diye başlayacaktı bu alıntı.)
Cazibe ise Arapçada çeken şey demek oluyordu, çekmek de Eski Türkçe kökenli ve kendine doğru bir güç uygulamak şeklinde açıklanıyordu. Davetkar da bu uygulanan çekim gücünü ifade etmek amacıyla çağırma eylemeni yapmak anlamına geliyordu. İradeyle çağırmakla iradesinden bağımsız çekmek (ve tabii ki çekilmek, kapılmak…) birbiri içinde erimiş gibi.
Sanırım NTV’nin başlığına duyulan öfkenin temelinde kıyafetle “gel” demişliğin yani rızanın eşleştirilmiş olmasına, kıyafetin kendi başına kişinin rızasının yerine geçebileceği imasına duyulan öfke yatıyordu.
Bir ince ayrımdan söz etmek istiyorum bu noktada; çünkü bu olayda aslında öfkemizi örgütlememiz gereken hedef farklı. Şöyle ki bu hayatta hepimiz cinsel çekimlere kapılabiliriz, kapılıyoruz da. Bu olayda aslında davetkarlıktan ziyade cüreti konuşmamız gerekiyor. Kapıldığımız cinsel çekimleri ifade etme hakkı, kadının namusun nesnesi olmasından doğru kadın için bedeli ağırlaştırılmış bir yasak. Dolayısıyla kapıldığı cinsel çekimleri, sersemlikleri, çılgınca arzuları, ağzının suyunu akmasını ifade etmesi kadınlar için son derece kaba, ayıp ve aslında namussuzca bir eylem sayılan toplumda ifade özgürlüğümüzdeki bu eşitsizlikle mücadele ederken hedefimizi bizi tekrar mağdur edecek şekilde değil sorunu (faili) çözecek şekilde belirlemeliyiz.
Türkçe oldukça cinsiyetsiz bir dilken neden davetkar, cazibeli, çekici, seksi, arzulu, ateşli sözcüklerinde kadın çağrışımı var? Cevap ortada: Bastırılmış kadın cinselliğine karşı kışkırtılmış ve alkışlanmış erkek cinselliği tecavüz kültürünün olgusal gerçeğidir ve omurgasıdır. Yani bu sözcüklerin mülkiyeti ele geçirilmiştir; çünkü cinsel olarak özgür olan bu sözcükleri kamusal alanda daha çok kullanagelmiştir.
İfade özgürlüğünün özellikle cinsel arzu özelinde erkek lehine siyasallaştığı ve gündelikleştiği tarihsellikte bir kadın, ne yazdığını kendi de bilmeyen bir gazete tarafından “davetkar” olarak işaret edilmeye öfkelenebilir; ama neye öfkelendiğimizi bilmemek de öfkenin dışavurumunda antifeminist kitlesellikler yaratabilir. Bu olayda öfkenin çıkışı itibarıyla öfkenin kendisi değil ama kitleselleşmesi son derece antifeminist bir yol izliyor.
Cinsel olarak özgür, yani birini arzulayıp evlilik dışı ilişkilerle seks yaptığı için korkmayan, utandırılmayan ve çok ciddi risklerle karşı karşıya kalmayan bir kimlik olarak durur her şeyden evvel erkeklik karşımızda. Devlet olmadığı halde erkeklerin aile içinde ve aileleştiği kadınlara karşı uyguladığı şiddetin meşrulaşmasının temelinde kadının özgürce cinsel eylemler gerçekleştirmesinin, davetkar olmasının, namussuz olmasının yasaklanmış olması yatar. Bir kadın, bir genç kız cinsel arzularını pratiğe dökmesi karşılığında nasıl olur da çok erken yaşlarda başına gelecekleri öğrenir? İşte bu eylemlerdeki cinsel eşitsizliğin ifade özgürlüğündeki yansımaları da davetkar, cazibeli, ateşli, arzulu gibi sözcüklerin çağrışımlarının kadın olması olarak çıkar karşımıza; çünkü arzusunu, cinsel çekime kapıldığını beyan etme hakkı erkek kimliğindedir. Üstelik en ala davetkar olarak kendisi başkalarına davetkar der. Yani hem davetkar olma özgürlüğünün tadını çıkarırken hem de çekime kapıldığında bunu beyan etme özgürlüğüne sahiptir. Eşit cinsel arzularlar var olmamıza karşı arzularımızı dilde eşit beyan etmedik kimliklerimiz özelinde. Bu sözcükler erkeklerce daha çok kullanıldığı için, kadınlarca daha az kullanıldığı için ve bunun kırmak isteyen kadınlar namussuzluk suçlamasıyla şiddet gördükleri için bu ifadelerin bir kadını öfkelendirmesi normal; ama öfkenin tekrar bu sistemi üretmesi antifeministtir.
Genç oğlan grupları yetişkinliğe geçerken kendi aralarında genç kızlara, kadınlara karşı kapıldıkları cazibeleri konuşabilirler ve gruplayabilirler: Şu cinsellik için, şuna aşık oldum, şunu onur meselesini yaptım, şu intikam… Birbirlerini suçlamazlar bu paylaşımları yaparken, ifade özgürlüğünün çok erken yaşlarda kendi içlerindeki kapalı gruplarda tadını çıkarırlar. Genç kız grupları içinse bir erkeğe duyulan aşk harici kapılınan cazibelerin çeşitliliği çok daha az ve grup içi dışlanmalar, suçlamalar daha yüksektir. (Tabii ki bir semptom olarak, yoksa nedenin kendisi olarak değil. Bir de bu söylediklerim de neticede bir genellemedir, gene de kısıtlı da olsa açıklayıcıdır. Her durumda herkes için tabii ki geçerli değildir.)
Ne zaman ki eşitsizlik konuşmaya başlarız ve özgürlükçü çevreler inşa etmeye başlarız o zaman konuşmaktan kaçamayacağımız, kaçarsak özgürlüğün mümkün olmayacağı mesele kadın cinselliği olarak karşımıza çıkar. Yukarıda bahsettiğim tarihselliği kıran da kadın cinselliğinin özgürleşmesidir, bastırılması değil. İşte bu davetkarlık meselesinde de kadın cinselliğinin nasıl bastırıldığını konuşmamız gerekiyor:
- Davetkar diyerek kışkırtılmış erkek cinselliğinin arzularını beyan etmedeki cüretini taklit eden bir gazete olarak NTV’ye, onun “özgür” başlığına karşı öfkemiz bir yanda saklı dururken… - NTV adeta kadınlardan hoşlanan erkek gibidir, tüzel kişiliğini erkek arzusu yönünde özel kişilikleştirir, cinsel yönelimleştirir, bu da kadın cinselliği açısından bir eşitsizliktir aslında; çünkü arzusu erkekleri arzulayan kadın olan genel gazeteler yoktur nihayetinde. Belirli köşe yazıları, spesifik haber dizileri, belirli kadın yazarlar bazen bunu yapar; ama anonim bir üretimde heteroseksüel kadının cinsel arzusunu göremeyiz.
- Diğer yanda da bu başlığa duyulan öfkenin yanlış örgütlenmesi ve günün sonunda kitleselleşen tepkinin kadın cinselliğini özgürleştirmek şöyle dursun kadını yeniden kırılgan, cinsel beyanlar karşısında iradesiz, dolayısıyla özen gösterilmesi gereken olarak kurgulaması durur. “Davetkar kadınlar” ve “yanlışlıkla davetkar denilerek ayıp edilmiş şık ve abartısız kadınlar” olarak namuslu (hak etmeyen) ve namussuz (hak eden) ayrımını hiç bozmayan tecavüz kültürü statükosu hiç zarar görmez bu tip bir öfkeden. Öfke neye yarar o halde?
Tacize ve tecavüze karşı mücadele “Sen bana nasıl orospu muamelesi yaparsın?” öfkesinin örgütlediği bir mücadele değildir, böyle olursa mücadele ettiği tacizi de tecavüzü de sürekli meşrulaştırır. Tacize ve tecavüze karşı mücadele, içkin olarak kadın cinselliğinin özgürleştiği, "orospuluk" veya namussuzluk gibi “suçlamalar” karşısında kadını mesleki, sosyal, ekonomik, ailevi vb. açılardan zarar görmeyecek ve değersizleştirmeyecek toplumu inşa etme mücadelesidir; çünkü aslında "orospuluk" da namussuzluk da bir cinsel özgürlüktür, tüm kadınların cinsel özgürlüğünün kırılgan parçalarıdır, kadına şiddetin meşru sınırlarıdır, barış zamanlarında soyut, kriz zamanlarında somuttur.