1 Mart tezkeresi – Üçüncü açı!
Tezkerenin reddine rağmen Türkiye Irak’ın ABD tarafından işgaline yardımcı olmuş, fakat oynayabileceği etkin rolü oynayamamış, Irak sürecinden dışlanmıştır. Saddam kısa sürede yenik düşürülmüş, uzun süren bir çatışma yaşanmamıştır. Ancak Irak’ta ABD’nin neden olduğu esas yıkım Saddam sonrasında başlamıştır. Buna mukabil, tezkere geçmiş olsaydı Irak’ta Türkiye’nin sürekli siyasi ve askeri bir mevcudiyeti olacak ve bu nedenle gelişmeler üzerinde söz sahibi olacaktı.
Faruk Loğoğlu
1 Mart tezkeresi (2003), Türk-Amerikan ilişkilerine, Irak’ın kaderine ve bir ölçüde de Ortadoğu bölgesindeki gelişmelere damga vurmuş tarihi bir olaydır. Farklı değerlendirmelere konu olmaya devam eden bu olaya 15'inci yıl dönümünde, o tarihlerde Washington’daki T.C. Büyükelçisi olarak geri dönmek istiyorum.
Çok özet haliyle bir görüşe göre, tezkere TBMM’den geçmiş olsaydı muhtemel sonuçları itibariyle Türkiye ve Irak için iyi ve olumlu olurdu. Karşı görüşe göre ise, tezkerenin TBMM’de reddiyle ülkenin başı çok büyük bir badireden kurtarıldı.
Ben üçüncü bir bakış açısı daha olabileceğini değerlendiriyorum. Ama bunu yapmadan önce birkaç kayıt düşmem gerekiyor: O dönemde Türkiye ile ABD arasındaki konuya ilişkin müzakereler Ankara’da yürütülüyordu. Elbette kendi değerlendirmelerimizi Ankara’ya iletiyorduk. Ancak görüşmelerin seyrine dair bilgilendirilmekle birlikte, Büyükelçiliğimiz Ankara’daki müzakereleri doğrudan etkileyebilecek bir konumda değildi. Ayrıca, müzakereler sırasında Türk tarafının izlediği strateji ve taktik konularında da bilgi sahibi kılınmıyorduk. Dahası, hükümet adına ana muhalefet partisi CHP yetkilileriyle temaslar ve CHP yetkililerinin tepkileri hakkında da tarafımıza hiçbir bilgilendirme yapılmıyordu.
Öte yandan tarihi olayları bugünden geriye bakarak yorumlamak, farklı fikirler yürütmek kolay, fakat görüş birliği sağlamak zordur. Bu nedenle 1 Mart tezkeresi tartışmaları da sürecektir. Zaten görüşlerim de tartışmayı sonlandırmayı değil, konuya farklı bir açı getirmeyi amaçlamaktadır.
Gözlemlerimin doğru anlaşılabilmesi için işte bütün bu kayıtların hatırda tutulması gerekiyor.
Aslında tezkereye ilişkin bu iki karşıt görüşte de doğruluk payı vardır. Hemen “ama aynı anda ikisi de nasıl doğru, haklı olabilir?” diye sorulacaktır. Çünkü tarafların haklılıkları farklı noktalardadır. Şöyle ki tezkere aleyhine tutum alanların itirazları genelde savaşa ve Irak’ın işgaline karşı olmak esasına ve Türkiye’ye gelecek Amerikan askerlerinin bir daha ülkeden çıkmayacağı, yani Türkiye’nin de “işgale uğrayacağı” kaygısına dayalıydı. Ayrıca ABD’yle müzakerelerde “TSK’nın PKK’ya karşı operasyonlarının yasaklanmasının; Irak’ta sadece savunma maksadıyla silah kullanılabilmesi sınırlamasının, Türkmenlerin kurucu unsur olarak tanımlanmaması” gibi hususların kabulünün yanlış olduğu savunulmaktadır.
Bu eleştiriler geçerli ve yerindedir. Savaş daima en son seçenektir ve benim şahsen benimsemediğim bir seçenektir. Bununla birlikte bu eleştiriler yine de alternatif bir senaryoyu mutlaka dışlamamaktadır. Şöyle ki: tezkerenin reddi zaten kararını vermiş olan ABD işgalini önleyememiş, ayrıca Türk-Amerikan ilişkilerine etkileri bugün de devam eden ağır bir darbe vurmuştur. Tezkerenin reddine rağmen Türkiye Irak’ın ABD tarafından işgaline yardımcı olmuş, fakat oynayabileceği etkin rolü oynayamamış, Irak sürecinden dışlanmıştır. Saddam kısa sürede yenik düşürülmüş, uzun süren bir çatışma yaşanmamıştır. Ancak Irak’ta ABD’nin neden olduğu esas yıkım Saddam sonrasında başlamıştır.
Buna mukabil, tezkere geçmiş olsaydı Irak’ta Türkiye’nin sürekli siyasi ve askeri bir mevcudiyeti olacak ve bu nedenle gelişmeler üzerinde söz sahibi olacaktı. Bu mevcudiyetin ABD’ye bağımlı olacağı ve dolayısıyla bir işe yaramayacağı savı ise geçerli değildir. Komuta ve harekât konusunda bir bağımlılık söz konusu olmayacaktı. Türk askeri hiç ateş etmemiş olsaydı dahi siyasi ve stratejik denklemin ağırlıklı faktörlerinden biri olarak gelişmelerin seyrini etkileyebilecek konumda bulunacaktı. ABD’nin Saddam sonrası Irak’taki vahim hatalarının bazıları Irak lehine – ve dolayısıyla Türkiye’nin çıkarlarına uygun olarak - önlenebilecekti. Örneğin, devlet kurumlarının tasfiyesi ve Irak ordusunun dağıtılması durdurabilir, IŞİD’in büyümesi frenlenebilirdi.
Fakat daha önemlisi, tezkere geçmiş olsaydı bugün Irak’ta – ve Suriye’de - PKK ve diğer terör örgütleri muhtemelen aynı güçte olmayacak, Irak daha istikrarlı ve güçlü olacak, Irak – ve Suriye - Kürtlerinin konum ve dinamikleri de farklı bir çizgide gelişecekti. TSK’nın sadece varlığı bile Irak’ta PKK’nın ve destekçilerinin faaliyetlerine doğal olarak sınırlamalar getirecekti. Bir çuval olayı yaşanmayacak ve Başika diye bir sorun ortaya çıkmayacaktı. Ve komşumuz Irak istikrar ve yeniden inşa yolunda daha fazla mesafe kaydetmiş olacaktı. Saddam sonrası Irak kendini toparlarken Türk askeri de haliyle ülkeden çekilecekti.
Bu görüşler kuşkusuz geriye doğru yapılan düşüntülerden (spekülasyon) ibarettir. Doğru olmayabilir. Ancak bilelim ki Irak’ın aradaki yıllarda çektiği acılara, yıkıma ve bugünkü durumuna baktığımızda, bu alternatif senaryonun da geçerli olabileceğini teslim etmemiz gerekir. ABD’nin Irak’ı mahvetmesini ve ülkeyi uzun yıllar iç çalkantılara mahkûm eden hatalı politikalarını Türkiye önleyebilirdi.
Nitekim 1 Mart tezkeresinden 20 gün sonra TBMM’de bu sefer kabul edilen ikinci bir tezkereyle Türkiye Irak’a asker göndermeye karar vermişti. Ancak Kürt liderlerinin itirazını ileri sürerek zaten 1 Mart nedeniyle Türkiye’ye büyük hayal kırıklığı ve öfke duyan ABD “artık gerek yok, teşekkür ederiz” diyerek TSK’nın Irak’a girmesine “hayır” demişti. Bu da gösteriyor ki 1 Mart tezkeresi aslında Türkiye’ye - o günün koşulları çerçevesinde - Irak’a bir kapı açıyordu. Bu fırsat o günden bu yana bir daha zuhur etmemiştir.
Dış politikamızın hâlâ geçerli olan ve son yıllarda AKP iktidarlarınca dikkate alınmayan ana ilkelerinden biri Araplar arası ve Araplar içi meselelere karışmamaktır. Bu ilkenin devamı olarak Türk askerinin Arap topraklarına ayak basmaması bugün de esastır. Bunun bana göre iki istisnası vardır. Biri teröre karşı mücadelede TSK’nın sınır ötesi operasyonlarıdır. Diğeri ise, geçseydi 1 Mart tezkeresi çerçevesinde TSK’nın Irak’ta geçici olarak konuşlanması olurdu. Çünkü 2003’de TSK’nın varlığı ABD dâhil, bütün taraflar üzerinde Irak’ın huzuru ve toprak bütünlüğünü sağlayacak politikalar izlemeleri doğrultusunda etki yapabilecekti. Çünkü 2003’de Irak’a ABD için değil, Türkiye’nin kendi ulusal çıkarları ve Irak’ın Saddam sonrası istikrarı için girmiş olacaktık. İran belki rahatsız olacak fakat karşı çıkamayacaktı. İstikrarlı bir Irak’ın Suriye’ye de olumlu yansımaları olacaktı. Irak’ın da, Suriye’nin de kaderi belki değişecekti. Çünkü güney sınırları itibariyle Türkiye’nin güvenliği dâhil, ulusal çıkarlarının en kalıcı, en sağlam teminatı komşuları Irak ve Suriye’nin barış, huzur ve istikrara kavuşmasıdır. Dolayısıyla 1 Mart tezkeresini olumlu sonuçları da olabilecek fakat değerlendirilememiş bir fırsat penceresi olarak görmek de mümkündür. Takdirlerinize!