'Ne varsa yarım kalmış geleceğimizdir'
Dersim Katliamı'ndan kurtulan ve 9 Nisan’da hayata veda eden Ali Hıdır Şahin Cemal Süreya’nın dizesi ile konuşuyor adeta. ‘Sanki şu an bağırıyormuş gibi hala kulaklarımda sesi.” Yani ‘Ne varsa yarım kalmış, geleceğimizdir.’ Ölülerin anahtar olduğu yerden konuşuyor Ali Hıdır Şahin. Kulaklarında çınlayan sesten, korkudan, panikten konuşuyor. Bir ömür, kulağında çınlayan sesle böyle kaybolup gidiyor sessizce.
Özgün E. Bulut
Kapı her anlamda önemli bir kelime. Evin içindeki huzurun başlangıç yeri olduğu gibi, evin kokusunun, sıcaklığının da çıkış yeridir. Ya da dışarıdaki kötülüklerin bırakılarak huzura bağlanma noktası… Anahtar ise o huzurun tılsımına dönen araçtır, kapıya dokunmanın inceliğidir. Korkunun arkada bırakılıp, güvene doğru uzanmanın geçiş köprüsüdür.
Kapı aynı zamanda kavuşmadır. Özlem giderme, sarılma kapıdan başlar ve yolun son noktası orasıdır. Halk arasında kullanılan bir söz vardır. Bir kapı kapanırsa, yenisi açılır. Umut tazeleyen, umutlu olmayı gösteren güzel bir sözdür. Kapı sığınma diyarıdır. ‘Açılın kapılar Şah’a gidelim’ der Pir Sultan. Zulümden kaçmanın, özgürlüğe ulaşmanın çıkış yerini, yolun başlangıcını gösterir.
Derdim böyle başlamak değildi. “Meftay di me, me ra kirin e koza déri./ Ölülerimizi bize kapı kilidi yapmışlar.’ Ali Duran Topuz bloğunda, bir Koçgiri türküsünde yer alan bu dize üzerinden konuşuyordu. Aslında ben de bu dize üzerinden iki kelam etmek isterken kapının kendimce anlamını düşünerek böyle bir giriş yaptım.
“Ölülerimizi bize kapı kilidi yapmışlar.” Bu dizeyi okuyunca kimsenin sarsılmadan kalabileceğine inanmıyorum. Kapıya, kilide gidiyor akıl. Neler olmuş ki kalanlar böyle bir serzenişte bulunur? Hangi acı insana böyle bir dizeyi kurdurur? Ölülerin kapı kilidi yapılmasına kadar gelen kin, nasıl bir kindir? Ya da sağ kalanlar ölülerinin nelerini referans alırlar da onları kapılarının anahtarı sayarlar?
Trajedileri anlamak için çok soru sormak gerekiyor. Bastırılmış, sindirilmiş, korkutulmuş, çaresiz bırakılmış insanların mirası, şiir ve ağıtların dili oluyor çoğunlukla. Acı çekenlerin, yas tutanların içine gireceği, derdini dökeceği son kapı oralar ne yazık ki.
Ölülerin kapı kilidi yapılması, kapının anahtarlanması ve çekilip gidilmesidir oralardan. Gidiş her anlamda kopuştur. Giden tüm varlığını birlikte alıp götürmüştür. Kalansa sadece fiziksel bir varlık olarak oradadır, ruhunu ise göndermiştir. Yani kapı kapanmıştır, kilitlenmiştir ve orası artık viranedir.
Beni etkileyen, adeta bir dize olacak kadar etkili bir sözü de ‘Dağların Kayıp Anahtarı’ isimli kitapta görmüştüm. Cemal Taş’ın hazırladığı kitap, tamamen yaşlı Dersimlilerle yapılan görüşmelerden hazırlanmış bir kitap. Dağların kayıp anahtarını Hemo Sur isimli anlatıcı aktarıyor. Bu görüşmeyi onunla, Cemal Taş ve Hüseyin Ayrılmaz yapmış. Oğlu dağda vurulan Hémé Mırzé’ye artık teslim olması için telkinlerde bulunulur ve o da ikna olup gidip Dersim merkezde teslim olur. Huzuruna çıkarıldığı paşa ile aralarında geçen konuşmada ‘neden teslim olduğu’ sorusuna: "Anahtarım dağlarda kaldı. Ben dağlarda anahtarımı kaybettim." der. Oğlu ölen bir babanın kullandığı bu söz, ‘ölülerimizi bize kapı kilidi yapmışlar’ dizesiyle aynı duygunun sonucudur. İkisinde de kaybedilen umut vardır. İkisinde de kapı kapanmıştır. İlkinde de, ikincisinde de gidene büyük bir bağlanma, unutmama ve yas vardır. Kaybedilen anahtar, kapanan kapı olunca, kala kala bir kalbin ortasına yerleşen yara kalmıştır.
Cemal Süreya’nın 'Açılmamış Kapılar' isimli bir şiiri var.
Ne varsa yarım kalmış, geleceğimizdir
Bir kez girilmiş sokaklar
Açılmamış kapılar
Kapı bir kez kapanmışsa, anahtar kaybolmuşsa, ölüler kapılara anahtar olmuşsa, orada geleceğin yarısından söz etmenin bile anlamı olmayacaktır. Çünkü geride kalan insanların hafızalarında, kırılanların ardından yakılan ağıtların hüzünlü öykülerinden başka anlatılacak bir şey kalmamıştır. Tam da dizedeki gibidir. ‘Ne varsa yarım kalmış, geleceğimizdir.’ O gelecek asla tamamlanmayacak ve korkuyla, kaygıyla, panikle dolu olacaktır.
Dersim Katliamı'ndan kurtulan ve 9 Nisan’da hayata veda eden Ali Hıdır Şahin, Evrensel Gazatesi’nden Şerif Karataş’a bu durumu şöyle anlatmış. “Hepimiz köydeyiz. Yeni ismi Çığla eski ismi Xec köyünde mezradayız. Babam ve iki kardeşimle birlikteyiz. Nasıl ki bademler beyaz çiçek açıyor ya, öyle. Asker de Demirkapı’dan bizim köye kadar bembeyaz bir şekilde hareket ediyordu. Babam ağlıyordu. Bacımı ve çocuklarını götürdü. Mehmet isminde muhtar vardı. Belinde rahatsızlığı vardı. Hızlı yürüyemiyordu. Bağırıyordu: 'Kevra Ali bıreme şıma bene qırkene (Kirve Ali kaçın sizi götürüp katledecekler).' 'Nasıl bağırıyordu?' diyerek devam ediyor Şahin: 'Sanki şu an bağırıyormuş gibi hala kulaklarımda sesi. Üç–dört kez bağırdı. Her bağırmasında asker ona vuruyormuş. Bunu da görenler bize anlattı. Biz de o zaman harmanla uğraşıyorduk. Harmanı bıraktık. Kardeşimle birlikte Çiçekli’ye doğru gittik. Ormanın içine gitmeye başladığımızda, sesler duyduk. Anladık insanlar katlediliyor. Silah sesleri peş peşe gelmeye başladı.”
Ali Hıdır Şahin, Cemal Süreya’nın dizesi ile konuşuyor adeta. ‘Sanki şu an bağırıyormuş gibi hala kulaklarımda sesi.” Yani ‘Ne varsa yarım kalmış, geleceğimizdir.’ Ölülerin anahtar olduğu yerden konuşuyor Ali Hıdır Şahin. Kulaklarında çınlayan sesten, korkudan, panikten konuşuyor. Bir ömür, kulağında çınlayan sesle böyle kaybolup gidiyor sessizce.