Özgürlüğün estetiği
Bir heykel, ona yaklaşılması engellense bile heykel oluşunu sürdürecekti, söyleneni yapmaktan başka bir ufku olmayanların dünyasına karşı, bir imgelemin ürünü olarak duracaktı karşılarında.
Süreyya Karacabey
"İsyanın ve özgürlüğün şarkıları, şiirleri her zaman ya çok geç ya da çok erkendir" diyordu Marcuse, bizim zamansallığımızla çakışmayan da, “bir hatıra ya da düş” olarak duranda özlem ve ümit vardır. Aslında bizi hep olgusal gerçekliğin yarattığı baskının öteki tarafına sürükleyen özgürlük düşüncesinde gelecek olana, henüz kurulmamış olana vurgu, geçmişin hatırasına olan vurgudan daha güçlüdür. Çünkü tarihsel süreçlerin getirdiği özgürlükçü yapıların kısa zaman içinde baskı mekanizmalarına dönüştüğünü bilecek kadar tecrübe biriktirdik. Kurulu düzenlerin var olmak, varlığını sürdürmek için kullandığı araçların özgürlükle ilişkisi olamayacağının da farkındayız. Egemen bir yapının baskıcı doğası dönüştürülmediğinde benliğe ait bütün özgürlük tasavvurlarının bir yanılsamadan ibaret olduğunun da. Özgürlüğün en eski anlamlarından birinin “kölelikten kurtulmak” olduğuna çarptığımızda ve bunun da bir anlamda “yurttaş” olmanın koşullarına denk düştüğünü düşündüğümüzde, özgürlüğün antik belirişinin siyasal/kamusal alana ait olduğunu görürüz. Dolayısıyla tarih, kölelik biçimlerinin formları arasında bir geçiş koridoruysa, makro düzlemde baskıcı bir dünya düzeninin vaaz ettiği mikro düzeydeki özgürlüklerin tamamı anlam dışılaşır ve liberal özgürlüklere olan sempati sömürü düzeninin mekanizmalarına karşı bir körlük doğurur ve “gönüllü kölelik” artık arkaik biçiminden daha dolayımlı, özgür olduğuna ikna edilmiş insanların aynı algılama araçlarıyla düşündüklerini bile fark etmedikleri bir varoluşun formu olur.
Kendini sürekli dönüştürerek üreten bir sistemin ilerlemesi de şüphesiz sömürü tekniklerinin ilerlemesinden başka bir şey değildir, bu durumda hedef, “sömürü düzeninin özgürlüklerinden de özgürleşmek”ten başka bir şey olmayacaktır. Özgürlüğü Marx gibi “kısıtlamalardan kurtuluşun” değil de “yeni güçlerin yaratılmasının” sonucu olarak gördüğümüzde özgürlük alanı estetik deneyimin alanına dönüşür. Aşina olandan, duyumsamanın ve anlamanın bildik yollarından çıkış, başka bir gerçekliği inşa edecek imgelemin içine giriş demektir. Zorunluluklar dünyasından kopuşu mümkün kılan hayal gücü, sanatsal edimin doğasına aitse, özgür istenciyle kendi dünyasını kuruyor, bu dünyanın bir başkası olarak düzenliyorsa varlık alanını zaten bir deneyim olarak özgürlüğün modeli demektir. Mesele ona getirilecek sınırlamalar, uygulanan sansürle elinden alınmayacak bir gerçekleşme modelinin özgürlük potansiyelidir. Bir ümit olarak geleceği içinde barındıracak olan form buraya aittir ve “radikal bir başka” olarak verili anlamların dünyasına gömülmüş olanlara çarpan sanatsal form, Schiller’den beri “özgürlüğün kızı” olduğu gibi aynı zamanda da özgür bir geleceğin şimdiki zamandaki girişimidir. Yine Marcuse’ün dediği gibi “ gerçekliğin korkusu bütüncül hale gelmeye başlayıp politik eylemi engellediği zaman, isyan ve onun uzlaşmacı olmayan amaçları gerçekliğin reddi olarak radikal imgelemden başka nerede hatırlanabilir?”
Her şey iç içeydi işte, kendi zamanımızı kuşatan karanlık, onun içinden geçerken çarptığımız sınırlara itiraz ama aynı zamanda bu sınırları çoktan aşmış bir ufukta düşlediğimiz başka gerçeklik, içkin olana yönelttiğimiz aşkınlık hepsi iç içeydi. Aynı dili kullanmamaktaki ısrar, araçların dokusunu aldığı kapalı devre bunaltının kaynağına itiraz, özgürlüğü bize dayattıkları çerçevede anlamamak için sürekli çaba. Her şeyden geçiyorduk, sıkıştığımız sınırdan sınır dışına bakarak, sınır dışından sınıra bakarak, tekilliklerimizle çoğulluklara bakarak, hayatı yeniden kurgulayacağımız yerdeki genişliğin düş gücünden geleceğini hiç unutmayarak.
"Eski Mısır’da özgürlük, 'yetim' anlamına geliyormuş" dedim, Yüksel’in parmaklıklarla kuşatılmış heykeline; oradan akan insanları gösterdi bana, bronzun ve taşın şarkısını söyleyebilen, özgürlüğün nasıl biçimlenebileceğini anlatacak bütün zamanlarda, insanlar onlara bakacak ve edimlerinin, kendilerinden daha fazlası olduğuna çarpacaklar, bir gerçekleşme, bir oluş, sınırlı bedenlerin ve sınırlandırılmış yaşantıların karşısında duracak, bir rezerv olarak. "Hiç olmadığım kadar özgürüm" diye ekledi. Bir heykel, ona yaklaşılması engellense bile heykel oluşunu sürdürecekti, söyleneni yapmaktan başka bir ufku olmayanların dünyasına karşı, bir imgelemin ürünü olarak duracaktı karşılarında.