Pornhub siyasal bilinçdışımız mı?

Pornhub’ın ülkelere ve bazı olaylara göre analizlerinde dikkat çekici şey, bazı ulusal kaygılar ve güncel arzu nesneleridir. Örneğin, Güney Kore’de gerçekleşen 2018 Olimpiyatları Pornhub kullanıcılarının Kore ile ilişkili aramalarını arttırmış görünüyor. Yahut analizi yapılan ülkelerden Rusya’nın Pornhub’daki verilerine baktığımızda, Rusya haritasında doğuya doğru gittikçe Asyalı, Kafkaslara indikçe ise Arap, başörtüsü gibi kelimelerin aramalarında artış görülüyor.

Google Haberlere Abone ol

Koray Kırmızısakal*

Gerçekler, kutsal olmayanda bulunur.

İnternetin kötü şöhretli 34. kuralı der ki, “mutlaka pornosu vardır, istisnası yoktur.” Var olan, düşünülmüş olan her şeyin ama her şeyin pornosu yapılabilir demektir bu kural. Kısaca “düşünüyorum, öyleyse porno!” şeklinde özetleyebiliriz bunu. Fakat bu sözlerin bugün bir geçerliliği var mıdır? Byung-Chul Han, Şiddetin Topolojisi adlı kitabında, artık postkartezyen bir toplumda yaşadığımızı, “alışveriş yapıyorum, öyleyse varım” gibi bir formülasyonun artık geçersiz olduğunu söyler. Yani, ötekine karşı korunan bir sınır yoktur Han için, o olumsuzluk toplumuna aittir, düşmanlık, sınır, ötekilik yerine, ilişkisi yalnız kendine yönelen, olumluluğun şiddeti ile, performans ve başarı üzerine kurulu bir burnout toplumudur söz konusu olan. Varım, o halde alışveriş yapıyorum. Varım, o halde porno! Peki gerçekten bu kadar keskin bir dönüşümden söz edebilir miyiz? Byung-Chul Han olumsuzluk toplumunda değil, olumluluk toplumunda yaşadığımızı söylese de, pornoda her ikisinin de işlediğini, halen olumsuzluğun şiddetinin çok geçerli olduğunu; ama performansın da yükselişe geçtiğini iddia edeceğiz. Buna ek olarak, porno filmlere Siyasal Bilinçdışı kavramı ile bakılabilir mi sorusunu soracağız. Hali hazırda epey karmaşık olan bu konular üzerine bir deneme yapmaktan, bir soru işareti koymaktan başka bir amaç gütmeyeceğiz.

“İnternet porno içindir,” bugün bazı porno sitelerinin slogan olarak kullandığı bu sözler 2003’te Avenue Q’nün kuklaları tarafından eğlenceli bir şekilde söylenmiş oysa. 2003’te var olan internet pornosu, bugün bize bir hayli komik ve ilkel görünürdü. – özellikle bugün internetin yüzde 15’e varacak şekilde porno içerikle dolu olduğu söylendiği vakit- 21'inci yüzyılın (century) neye benzeyeceği, 2003’te kurulmuş olan bir porno şirketine 21. Sextury adının verilmesiyle manidar biçimde belirlenmiş bile. 2005’te kurulan YouTube devriminden sonra onun modelini takip ederek bir dizi tube’lardan oluşan porno siteleri ortaya çıktı. Fakat bir site kurulacaktı ki, hepsine hükmedecek tek bir porno sitesi olacaktı: Pornhub. 2017’de 10. Yılını kutlayan bu site, dünyanın en çok trafiği olan 35. sitesi. Evet, Google Türkiye’den, eBay’den ya da Yahoo’dan daha üst sırada. Videolarını ardı ardına izlemek 173 yıldan daha fazla sürebilir. Her gün, bir ömür yetmeyecek kadar çok videonun yüklendiği bir site bu. Peki neden şimdi ismini anmak ihtiyacı duyuyoruz? Pornhub, her yıl verilerini paylaşarak, yılın en popüler trendlerini, ülkelere göre aratılan kelimeleri, kimi olaylar esnasında ya da özel bazı günler esnasında site trafiğinin grafiklerini paylaşarak çok ilginç veriler sunuyor. Eğer kültür kuramcılarının arzu ettikleri gibi, dünyada ideolojiyi haritalamak, bilişsel haritalama yapmak gereksinimi varsa pornografinin de haritalanmaya ve okunmaya ihtiyacı kesinlikle var. Peki, bu veriler bize neler söyleyebilir?

Başkalarını ezen bir halk, özgür olamaz, ne yanılgı! Elbet pornosu da yapılır.

Porno endüstrisinin arzu tahakkümleri, yalnız video isimlerine bile bakılarak görülebilir. Seks eylemi ezme ilişkisine indirgenmiştir. Birisini “becermenin”, “düzmenin” “s*kmenin” karşılıklı bir eylemi değil; bir çeşit işkenceyi andıran, tek bir tarafın fail olduğu eyleme biçimlerine dönüşmesidir bu. Adlandırmanın, şeylere isim koymanın onlara hükmetme olduğu Tevrat’tan beri biliniyor. Peki yalnızca dilsel bir ele geçirme midir söz konusu olan? Hayır, arzunun kendisini de oluşturmak, yeniden üretmek, arzulatmak pornonun çok büyük bir gücüdür. Aşağılayıcı bir dil, hükmedici bir s*kme eylemi, bazen yalnızca ele geçirme, sahip olma üzerine bir pratik: olumsuzluk şiddeti.

Pornhub’ın ülkelere (Türkiye ne yazık ki yok) ve bazı olaylara göre analizlerinde dikkat çekici şey, bazı ulusal kaygılar ve güncel arzu nesneleridir. Örneğin, Güney Kore’de gerçekleşen 2018 Olimpiyatları Pornhub kullanıcılarının Kore ile ilişkili aramalarını arttırmış görünüyor. Yahut analizi yapılan ülkelerden Rusya’nın Pornhub’daki verilerine baktığımızda, Rusya haritasında doğuya doğru gittikçe Asyalı, Kafkaslara indikçe ise Arap, başörtüsü gibi kelimelerin aramalarında artış görülüyor.

Ulusal sınırların ötesini arzuluyoruz, hem ülke içindeki, hem de ülke dışı olmuş tarihsel düşmanları merak ediyor, güncel trende göre ya da en görünür olanın pornosunu aratıyoruz. Küresel çapta pornoda Arap, başörtüsü gibi aramaların Arap Baharı ile birlikte yükselişe geçtiğini söyleyebiliriz pekala. Ötekini arzulamak, ötekinin pornosunu görmeyi istemek, mutlak ele geçirmek arzusu. Buna olumsuzluk toplumlarının arzusu diyebiliriz. Fredric Jameson’un toplumsal, tarihsel olmayan hiçbir şeyin var olmadığını kabul ederek başlamamız gerektiğini söylediği bakış açısını rehber almalıyız: aslında “son tahlilde” her şey siyasaldır.

Porno endüstrisi genellikle dünyanın ötekilerini nesneleştiriyor. Asyalılar, Araplar, Siyahlar. Bu kadınlar hep fethedilen, boğazı sıkılan, köleleştirilen, servis yapan, “hak ettiği muamele”yi bulan, “yalnızca s*kilmeye yarayan” halklar, videoların adlandırılmalarına göre. Halen kolonyalist, dışlama, ele geçirme, ezme pratikleri üzerine kurulu mantık işliyor. Olumsuzluğun şiddeti, pornonun en büyük zevklerinden biri olmaya devam ediyor. Dünyanın en çok aratılan ve şu an Pornhub’da 2. sırada olan Mia Khalifa’yı düşünün örneğin. Bu Lübnanlı porno yıldızı, “Başörtülü pornocu” olarak da biliniyor. Onun Amerika’da yaşaması gibi detaylar bizim için önemli değil, esas olarak onun neyi temsil ettiği önemli. O, kolonyalist mantığın “becerdiği” kadınları temsil ediyor, tabii ki bundan zevk alması istenerek. Başörtüsünü film boyunca bu yüzden çıkarmıyor. Şarkiyatçı mantığın arzuladığı o kadınlarla dolu gizli kapaklı saraylar, zevk-i safa, 1001 Gece yahut Harem gibi Doğu’lu mekanlar popüler diziler için olduğu kadar porno için de oldukça iyi bir maden gibi görünüyor. (Cleopatra’nın birden fazla pornosu olmalı!)

Asyalı kategorisi için de bir amblem olacak pornocu kim olabilir diye düşünüldüğünde Asa Akira uygun görünüyor. Masaj yapan, erkeğine hizmet eden, köle olmuş bir tablo çiziyor. Zaten bir Asyalıdan dünyanın da beklediği bu değil mi? Çocuk işçileri çalışmalı, mallarımızı ucuza üretmeli, kadınlarına tasma takıp şişme bebek gibi kullanıp atmalı, üstelik bunu da bir lütuf gibi sunmalı değil mi? Pornhub’ın verilerine göre 2017’de en çok aratılan kelimelerin “kadınlar için porno” olması ya da kadınların kontrolü eline aldığı kimi pornoların var olması bu söylenenlere itiraz gibi görünebilir; ama, kadının nesne olup olmadığı önemlidir, kadın erkeği yönlendiriyor, ezilmiyor olabilir ama kamera neyi nesneleştirmektedir? Neye bakmaktayızdır? Pornhub özelinde “kadınlar için porno” kategorisinde yer alan filmler gerçekten kadınların arzu ettikleri türden filmler midir? Endüstride kadınların değil, erkeklerin bakış açısından filmlerin ezici bir üstünlüğü olduğu biliniyor. Kadınların nasıl porno istediği, feminist porno mümkün mü, mümkünse nasıl? gibi sorular bu yazının sınırlarını aşıyor. Belki bir başlangıç olarak feminist porno manifestosuna bakılabilir. Bu konuda daha çok çalışmaya ihtiyaç olduğunu bir çağrı mahiyetinde belirtmeliyiz.

Pornoda siyah kadınların durumu, dünyanın tüm diğer kadınlarından ve “öteki”lerinden pek farkı değil. Burada kadın kelimesini özellikle kullanıyoruz çünkü, siyah ile kadın pek kullanılmaz, siyah pornosu genellikle erkekleriyle özdeşleştirilir ve oldukça farklı bir mantığı varmış gibi görünür. İlk kez, bir dünyanın ötekisi, işgal edilmiş, yerinden yurdundan edilmiş, köleleştirilmiş insanları siyah erkekler, Arapların, Asyalıların aksine pornoda efendi gibi davranmaktadırlar. Peki ama niçin?

Fredric Jameson, Siyasal Bilinçdışı adlı kitabında “yorumlama sürecinin uğrakları olarak” üç ufuktan söz eder. Unutmamalı ki, bu ufuklar birbirini aşan, geride bırakan halkalar değillerdir, birbirlerini daima içerirler, genişlerler.

“Özellikle, belirli bir metnin durağan verilerinin ve malzemelerinin anlambilimsel olarak bu şekilde zenginleştirilmesinin ve genişletilmesinin üç eşmerkezli bir çerçeve içinde gerçekleştirilmesi gerektiğini öne süreceğim. Bu eş merkezli çerçeveler, bir metnin toplumsal zeminine ilişkin anlamını, önce anlık olayın dar anlamında ve meydana gelen olayların zaman içinde dizilişi anlamında siyasal tarihin; daha sonra, toplumsal sınıflar arasındaki kurucu gerilim ve mücadelenin artık daha az artzamanlı ve süreyle sınırlı anlamı içinde toplumsalın; ve nihayet tarih öncesi hayattan geleceğin uzak tarihinin bizim için hazırladıklarına kadar üretim tarzlarının dizilişine ve çeşitli insani toplumsal oluşumların ardıllığına ve kaderine ilişkin en geniş anlamda tarihin nosyonlarıyla genişlemesini belirler.”

Böylece birinci ufkumuzun sınırları içinde yani siyasal ya da tarihsel ufuk içinde “metin” araştırmasının nesnesi hala edebi eserle uyumludur. Fakat bu ufuk basit bir metin açıklaması değildir Jameson için, her eser aslında sembolik bir edimdir. İkinci ufka doğru genişlediğimizde, kültürel nesne içinde bulunduğu toplumsal düzeni de kapsar. Böylelikle her metnin, bireysel bir ifadeden daha çok, kolektif, sınıf söylemleri biçiminde yeniden inşa edilmiş olduğunu görürüz. Bu ufkun araştırma nesnesi ideologeme’dir, yani, “ toplumsal sınıfların esas olarak muhalif kolektif söylemlerinin en küçük anlaşılabilir birimi.” Üçüncü ve nihai ufukta, hem metin hem ideologemeler dönüşüm geçirir. Bu açıdan “formun ideolojisine” göre okunmaları gerekir. Yani, “kendileri üretim tarzlarının izleri ya da öngörüleri olan çeşitli gösterge sistemlerinin bir arada varoluşuyla bize aktarılan simgesel mesajlara göre.” Porno endüstrisini de bu eş merkezli çerçevelere göre okuyamaz mıyız? Elbette bu büyük ve iddialı bir projedir, ama en azından bazı noktaların üzerinden hafifçe geçebileceğimizi düşünüyoruz. Örneğin, Levi-Strauss’tan hareket eden Jameson, her anlatının, her biçimsel yapının gerçek bir çelişkinin imgesel çözümü olarak kavradığını söyler. Jameson, Levi-Strauss’tan aldığı örnekle, çok kabaca, Caduveo Yerlileri’nin karmaşık yüz süslemelerinin, kendi koşulları içinde aşılamaz olan toplumsal çelişkilerin simgesel olarak, süsleme yoluyla çözüme ulaştırıldığından söz eder.

Evet, siyahları eziyor, öldürüyor, dışlıyor olabiliriz ama pornoda, simgesel bir eylem olarak onlara en büyük, en arzulanan yeri vererek, beyaz kadınların sürekli beyaz kocalarını aşağılayarak, aldatarak, büyük bir penisten başka bir şey ifade etmeyen siyah erkekleri istemesini ama yine de nesneleşmelerini böyle okuyamaz mıyız? Bugün Trump sonrası dünyada beyazlar tekrardan eski gücüne erişmek isterken, porno filmlerde siyahlar karşısında güçsüzlüklerini itiraf ediyor gibi görünüyorlar. Toplumsal çelişkileri sembolik olarak çözerek örtmeye örnek olabilir bu. Fantezi düzeyinde, sınıflar arası ilişkilerin ya da yasa-nın adlarının pornoda çok kullanılmasının bir sebebi de bu değil midir? (Muslukçu, tamirci, polis yahut gardiyan, öğretmen, hatta Nazi subayları.)

Peki ya pornoda olumluluğun şiddeti nerede yatıyor? Performans ve başarı üzerine kurulu olmasında. Profesyonel porno şirketlerinin ötesinde kimi amatör çiftler dahi güzel görünmek, spor salonundan çıkma vücutlarla sevişmek, dakika tutarak seks yapmaya kadar her türlü şeffaflığın çağrısına uyuyorlar. Kendine yönelik ilişki, webcam şovları, solo mastürbasyon, güzel/kaslı bir vücut sahibi olma zorunluluğu. Arzularımızı icat ediyor porno. 34. Kural bu yüzden bir kez daha değişmeli, “Pornosu var ise kendisi de vardır.”

J.G. Ballard Vahşet Sergisi adlı romanında, “Seks artık kavramsal bir edim, büyük olasılıkla artık yalnızca sapkınlıklar yoluyla birbirimizle iletişim kurabiliyoruz.” diyordu. Olumsuzluk şiddetinin bir anlamı kalmadığında, sınırlar kalktığında, kendimize tükenircesine yöneldiğimiz, başarıyı ve performansı merkeze aldığımızda, ötekinin manası kalmadığında seks yalnızca kavramsal bir edim olacaktır, “sağlıklı yaşam” için bir faydaya indirgenecek, zevk kendisine yönelecek, başkası için “ben buradayım”ın sembolü haline gelecektir. O zaman porno endüstrisi, hayal gücünün yegane kaynağı olacaktır. Çok bilinen “kültür endüstrisi” ölümü ilan edileli beri, ruhunu porno endüstrisine aktararak rüyalarımızı süslemeyi görev edinmiştir.

HAYALİ BİR HARİTA

Bir ülkenin insan ilişkilerinin, politikasının, toplumsallığının problemli olduğunu yaptığı porno filmlerine bakarak bile anlayabilirsiniz. Örneğin Japonya'da tecavüzün, tacizin çok ciddi kabul görmüş olduğunu, kimsenin buna ses çıkarmadığını öğrenmek, birazcık pornolarını izlemiş olanlar için hiç şaşırtıcı değildir. (Neyse ki Japonya’da bu toplu susmaya direnen bir gazeteci var artık.) Japonların en çok tık alan pornolarına bakıldığında trende toplu tacize ve tecavüze uğrayan ve buna ses çıkarmayan kadınlara ilişkin orta sınıf erkeklerin fantezilerini görürsünüz. Peki ya Türkiye?

Türkiye’nin porno haritasını ancak hayal edebiliyoruz, zaten elimizde oldukça bulanık bir tablo ama dehşet verici haberler var. Çocuk pornosu, hayvan pornosu gibi aramalarda dünya sıralamasında üst sıralarda biliniyor, tecavüze uğrayan kadınlar, gündelik şiddet ise neredeyse kural haline gelmiş durumda. Bir de ulusal ötekiler var: Kürtler, Araplar, Ruslar ve popülerliğini yitirmiş Yunanlılar. Tuhaftır, Rus uçağının düşürüldüğü dönemde Google Trends’ten “Rus Pornosu” gibi aramalar yapıldığında “tesadüfi bir şekilde” bu kelimelerin aramalarında epey artış görülüyor. Bir dönem “Beyaz Türklerin gizli hazları” olarak başörtülüler bir hayli merak konusu ve arzu nesnesi idi. Şimdilerde ise ötekilik tahtını Arapların, Suriyelilerin yerini aldığını söyleyebiliriz.

Hem olumsuzluğun şiddetinin, hem olumluluğun şiddetinin barındırdığı porno endüstrisi, ekrana bağımlı büyük bir nüfusun yegane arzu üretim kaynağı olacaktır. Hem arzulama biçimlerimiz, hem de üretilen porno filmlerinin yapısı, içeriği, ideolojik işlevleri siyasal bilinçdışından bağımsız değildir. Herhangi bir metne, kültürel üretime bakarken yalnızca yapıya ya da basitçe içeriğe, bireysel üretim tarzı olarak bakmanın, yapıtların tarihsel/toplumsal koşullarını yok saymak gibi bir tehlikesi varsa da, üretilen metinleri tamamen tarihsel koşulların bir “yansıması” olarak görmek de aynı derecede tehlikelidir. Jameson, şeyleri nedensellik çerçevesinde düşünmemeliyiz her zaman, diyordu, ama bunlar birbiriyle ilişkili, birbirlerine seslenen, bağlanan ağlardır. Belki de daha merkezi bir şeyin semptomlarıdır, kim bilir?

*Doktora öğrencisi, Kocaeli Üniversitesi İletişim Bilimleri