Bugünlerde boykot!
Parlamenter seçim, bir siyasal sistemin meşruluğunu sağladığı en büyük dayanaklarından biridir. Oy kullanmak üzere sandığa giden kişi, eğer zorla götürülmüyorsa, seçim sistemini ve bu sistemde önüne konulmuş olan seçenekleri farkında olmadan kabul etmiş olur. Böylece seçim sonucunu da peşinen kabul ederek istediği aday seçilmediği takdirde itiraz hakkını yitirir.
Barış Onur Örs*
Bugünlerde, biraz boykot üzerine konuşmak gerekmiyor mu? Hiç değilse, yaşamımızda böyle bir seçeneğin de var olduğunu hatırlayacak biçimde üzerinde dursak! Politik katılımı yalnızca oy vermeye endeksleyen bu çürümüş siyasal sistemi aşmaya yönelik küçük de olsa birkaç hamle bulsak! Grevler, boykot, sivil itaatsizlik, vicdani ret, total ret gibi geniş eylem yelpazesine yenilerini ekleyebileceğimiz, bu zamana, bu topraklara, bu koşullara özgü yepyeni bir varolma biçimi... Ne dersiniz? Bir çıksak; coşkun umutlarla yeşerdiğimiz topraklarda; geleceğimizi üç beş seçeneğe değil de, ikiye, hatta aynı madalyonun iki yüzüne indirgeyen bu gri ülke tasavvurundan hızla uzaklaşsak... Kadrajların takılı kaldığı, egemenlerin mikro dünyalarından, mikro iktidarlardan kafalarımızı beklenmedik bir biçimde kaldırsak... Hiçbir büyütece, hiçbir seçime, bölüp parçaladıkları sanal zaman dilimlerine inanmayacağımızı deklare ederek yüz yüze, göz göze gelsek... Ve bu bir araya geliş bir seçim günü olsa... Şehirlerde, kentlerin köşeli ve kapalı mekânlarında değil; kırda, dağda, bayırda, bir vadide, seçim sonuçlarını hiç merak etmeden geleceğimizi konuşsak; ilk adımlarımızı atıp, rakamların boyunduruğunda değil, tam katılımla gözlerimizin içine baksak... Böylece, vakit kaybetmeden girişilmiş, tohumlar gibi saçılmaya aday pasif bir eyleyişte bulunsak… “Köşeye çekilmek” olmazdı bunun adı. Köşeli yapılardan hızla çekilerek bir köşeye sıkışmaktan kurtulmuş olurduk o zaman. Galiba biz birkaç dost bunu yapacağız...
Benzeri bir politik tepkinin gelişip gelişmemesinden bağımsız olarak, gündemde boykot üzerine edilmiş birkaç söz veya bunu eyleyişe geçirmeye karar vermiş küçük de olsa bir kitle görmek istiyor insan. En azından, hastalanmamış, çok sesli toplumlardan biri olsaydık, bugünkü koşullarda çıkan seslerden biri de bu olmalıydı. Bu vesileyle kamuoyu bunu enine boyuna tartışmış, oy verme kararı alacak olanlar da içlerine sine sine sandığa gitmiş olurlardı. Son dört seçimdir elleri titreyerek oy kullanan insanlar, eylem repertuarımızda bulunan, oy kullanmak dışındaki seçenekleri tartışmayı sizce de hak etmiyor mu?
Boykotun ne demek olduğunu, kısa tarihçesini ve günümüzdeki anlam ve önemini tartışmaya geçmeden önce, ana akım medyanın, hatta garip olan alternatif medyanın dahi sus pus olduğu diğer bir konuyu da dile getirmekte fayda var: Seçim güvenliği. Seçim güvenliğinin olmadığı bir sistemde oy kullanmak, desplasmanda hakemsiz, hatta hakemin açık bir şekilde ev sahibi takımı tuttuğu bir maça çıkmaya benziyor. Böyle bir maça çıkan takım yöneticilerinin, tamamen teslim alınmamışlarsa eğer, ya aklından şüphe etmek ya da inanılmaz zeki bir plana sahip olduklarını varsaymak gerekir. Üstelik aynı takım daha önceki 4 maçını aynı kurguyla kaybetmişse, takımın teknik heyetinden müsabakanın saha içindeki dinamiklerini de aşan yepyeni bir strateji geliştirmesi beklenir. Ne yazık ki, nicelikleri dışında her şeyini bu yöneticilere teslim etmiş olan seyircilere seçim denen müsabakada tek bir görev biçilmiş durumda: Çekirdek çitleyerek belli bir süre tribünleri doldurmak. Böyle bir kurgunun içerisinde bırakın maça çıkmayı, o maçı seyretmeyi bile insan onuruna yapılmış bir hakaret saymaktan ileri gelir boykot düşüncesi. Dahası, söz konusu olan bir spor müsabakası değil de geleceğinizi kalıcı olarak belirleyecek bir seçimse...
“Boykot” kelimesi İngilizceye İrlanda Toprak savaşı sırasında gayrimenkul kira vekili olan Captain Charles Boycott'un soyadından geçmiştir. 1880’de toprak sahipleri ve kiracılar arasında düşük hasatlar nedeniyle başlayan kira indirimi anlaşmazlığı, Boycott’un 11 kiracının işlerine son vermesiyle sonuçlanmıştı. O dönemde gündeme gelen, “açgözlü toprak ağaları ve kiravekillerini tanımama” ve onları bir bakıma aforoz etme önerisi halkta karşılık bulunca, Boycott kendini tamamen izole bir halde bulmuştu. İşçileri çalışmaz, yerel işadamları onunla ticaret yapmaz, hatta postacı bile postalarını getirmez olmuştu (WikiZero). Kavramın gerek tarihsel kökenine gerekse geçmişteki örneklerine baktığımızda, boykotun, süregiden bir davranışı devam ettirmeme, yapılan şeyi bırakma, ilişkiyi kesme, yok sayma, izole etme anlamlarına geldiğini görürüz. Geçmişte tanık olduğumuz, başarıya ulaşmış boykot örneklerinde de, aktivistlerin daima boykotu sürekli kılabilecekleri dinamiklerden destek aldığı, doğru zamanı ve doğru hedefi tutturarak egemenleri yalnızlaştırdıkları ve dayanaklarını ellerinden aldığı görülmüştür. Bu çeşit eylemliliklerde temel ilke, çıkarlarınızın iç içe geçtiği rakibinizden daha fazla dayanmak olsa da, kanımca bu mücadele biçimi yanlış anlaşılmaktadır. Bu tarz ilişkilerde muktedir daima daha fazla hamle yapma seçeneğine ve yıldırıcı taktik zeminlerine sahip olur ki, bu yüzden biz ona “muktedir” deriz. Oysa temel ilke muktedirin dayanağını yani iktidarını elinden almak olmalıdır. Bunu nasıl yapacağımızı düşündüğümüzde; ‘özü gür’ bedenlerimizden, sosyal ilişkilerimizden, ekonomik varoluşumuzdan muktedirlere uzanan kılcallarımıza bakmak yeterlidir. İşte bu anlamda boykot, muktedirlere uzanan bu kılcalları belli bir süre tıkamanın, gerekirse koparıp atmanın yanı sıra; bu damarların kendi doğalarına dönebileceği kadim yolları yeniden açmak düşüncesine odaklanmalıdır.
Seçim mevzuunda boykot fikrinin her dile gelişinde bir ezberden yola çıkılarak boykotun hiçbir işe yaramayacağı iddia edilir. Bu iddiaların hemen hemen hepsinde seçim sonuçları referans alınarak bir panik duygusu hâkim olur. Yeterli kitleye ulaşılamayacağı, böylece var olan kısıtlı oylarımızdan da mahrum kalacağımız söylentisi yayılır. Oysa bu tarz düşünceler, boykotun doğrudan sonuç almaya dönük bir eylem olmasının yanında, bir dönüşüm süreci de olduğu gerçeğini yok sayar. Ve onlarca seçim boyunca bu dönüşüm süreci ertelenir durur. Parlamenter seçim, bir siyasal sistemin meşruluğunu sağladığı en büyük dayanaklarından biridir. Oy kullanmak üzere sandığa giden kişi, eğer zorla götürülmüyorsa, seçim sistemini ve bu sistemde önüne konulmuş olan seçenekleri farkında olmadan kabul etmiş olur. Böylece seçim sonucunu da peşinen kabul ederek istediği aday seçilmediği takdirde itiraz hakkını yitirir. Dişleri keskinliğini yitirir, pençeleri körelir, yenilme duygusu bir sinikliğe dönüşürken sanal bir çoğunluğun içerisinde azınlık olduğu duygusuna sürüklenir. Şu anda var olan çarpık sistem de var olan bu algıyı pekiştirme işlevini fazlasıyla üstleniyor. Bugünkü sistemde oy kullanan kişi, balkon konuşmalarında aşağıda olmayı kabul etmiş demektir.
Boykot ise bir anlamda kişinin katılımından vazgeçme ve bir itaatsizlik halidir. Ve her itaatsizlik gibi köklü bir dönüşüm ve kendi öz kaynaklarını keşfetme potansiyelini içinde taşır. Bu itaatsizlik kitlesel bir düzeye ulaştığında dönüşümün de kitlesel olacağı beklentisi haklı bir beklentidir. Geçmişteki etkisiz boykotlar, kanımca boykot düşüncesinin yanlış anlaşılması ve yanlış yorumlanmasından kaynaklanmaktadır. Yalnızca bir protesto hareketi olarak boykot, kısa vadede elbette sonuç vermeyebilir. Zira protesto edenler protesto edilenler kadar direnemediğinde, sonuç malumun ilanı olmakla kalmaz, hatta yeni bir direniş için güç toplamak daha da zorlaşabilir. Oysa eylem biçimlerimizde “direniş” ve “protesto” mantığından biraz olsun sıyrılabilirsek yepyeni kitlesel bir dönüşümün kapısını aralayabiliriz. Etkili bir boykot hareketi için hali hazırda yapılan şeyi bırakmak yetmez, bu sırada başka şeyler de yapmak gerekir. Egemen yapılarla olan ilişkileri kısa bir süreliğine kesip atmak yeterli olmaz, yepyeni ilişkiler kurarak bunu daha uzun bir vadeye yaymak gerekir. Hegemonik ilişkilerden boşalttığımız alanları yepyeni yaşam biçimleriyle dolduramazsak er ya da geç bıraktığımız şeye geri dönmek zorunda kalırız. Günümüzde boykot düşüncesi, kısa vadeli sonuç almanın ötesinde çok boyutlu ve yaşamsal dinamiklerle kavranılamadığı için, bir seçenek oluşturma gücünden mahrum kalıyor.
Seçim birçokları için hayati bir mesele olabilir. Ancak kendimizi bir anlık kararlara endekslemeyeceğimiz yaşamları şimdiden örmek durumundayız. Her durumda boykot bir başlangıçtır. Seçiminizi bu koşullarda yapıp sisteminizi böyle örüyorsanız, katılımımızdan yoksun kalacaksınız, demektir. Boykot, hangi sistem olursa olsun, bu dinamiklerle öreceğiniz bütün sistemlerin dışında kalacağımızın ilanıdır. Ele avuca gelmediğimizin, nicele vurulamayacağımızın; birbirini gören, duyan, dinleyen zihinler olarak her daim çoğalacağımızın... Yaşamın zarafetini oy çokluğuyla değil, tam katılımla kılcallarımızda taşıyacağımızın...
Madem öyle! Siz sandıklara, biz toprağa, havaya, suya...
*Ekoloji aktivisti ve yazar