Bebel Meydanı’nda yanar bir ışık

10 Mayıs 1933’te, bundan tam seksen beş yıl önce, yüzlerce yazara ait binlerce kitap yakılmıştı. Nasyonal Sosyalist Öğrenci Birliği’nin yaktığı bu ateşi iktidara henüz birkaç ay önce gelmiş olan Führer’lerine bağlılıklarını kanıtlamak isteyen bazı profesörler, akademisyenler de desteklemiş, ateşi meslektaşlarının kitaplarıyla harlamışlardı. 30 ayrı şehirde, alkışlarla sakıncalı daha nice kitap yakılmıştı...

Google Haberlere Abone ol

Menekşe Toprak

Berlin Bebel Meydanı, etrafındaki hareketliliğe rağmen tuhaf bir boşluk hissi uyandırır insanda. Kıpır kıpır, capcanlı bir hayatın ortasındadır ama ıssızdır. Müzeler adasının ve tiyatroların yanı başında, kanal boyu metrelerce uzayan turistik bir ikinci el pazarının hemen karşısındadır ama yine de kasvetlidir. Ne kaldırım taşlarıyla döşeli zeminine, bir meydana yakışır şekilde, bir ağacın gölgesi düşer ne de insanların üzerine oturup soluklanabileceği bir bankı vardır. Ama yine de insanlar gezinir burada. Bazen rehberleri eşliğinde bir turist grubu, bazen öğretmenleriyle bir öğrenci kafilesi, bazen orta yaşlı bir çift, meraklı bir genç…

Gözleri yerde ve kısık, etrafa bakınırlarken taşların arasında yem arayan güvercinlere benzerler biraz da. Dikkatli ve meraklı. Ama gözleri heybetli tarihi binalara, geniş caddelere, birkaç metre ötedeki müzelerde sergilenen devasa heykellere alışmış olmalı ki aradıklarını hemen bulamazlar. Bulamazlar, çünkü yerin altına bakan küçücük cam bir penceredir aradıkları.

Ama güneş batıp da hava karardığında o pencere birden ışıklanır, ışığı yukarıya taşıyıp etrafına yayılır. Gündüzleri adeta saklı duran, görmek isteyenlerin adım adım aramak zorunda oldukları bu yer, meydanın en görünen noktasıdır artık.

Bu noktada eğilip de pencereden aşağıya baktığınızda, yerin dibine doğru uzaklaşarak küçülen ışıklı rafları görürsünüz. Bir maketin yahut bir ışık oyununun karşısındaymışsınız gibi bir duyguya kapılabilirsiniz. Ama değil. Gerçek bir kütüphanedir bu. 5 metre yerin derinliğine inen, 5 metrekare büyüklüğünde, raflarına 20 bin kitabın sığdığı gerçek boyutlu bir kitaplık. Ama kitapsızdır. Boştur. Boşluğuyla da ürkütücüdür.

Yeraltındaki bu kitaplık yirmi beş yıldır geceleri böyle yanar, gündüzleriyse az çok görünmez olur. Onu kurgulayan ve kuran İsrailli sanatçı Micha Ullmann’ın anlatmak istediği de apaçıktır aslında. Gece yanan bir kütüphanedir o, yakılan kitaplardır. Çünkü 10 Mayıs 1933’te, bundan tam seksen beş yıl önce, bu meydanda yüzlerce yazara ait binlerce kitap yakılmıştı. Nasyonal Sosyalist Öğrenci Birliği’nin yaktığı bu ateşi iktidara henüz birkaç ay önce gelmiş olan Führer’lerine bağlılıklarını kanıtlamak isteyen bazı profesörler, akademisyenler de desteklemiş, ateşi meslektaşlarının kitaplarıyla harlamışlardı. 30 ayrı şehirde, alkışlarla sakıncalı daha nice kitap yakılmıştı. Hedefleri, “Almanlık dışı olan bir ruhu yok etmekti”. Hedefleri sadece milli olmayan edebiyatı, şiiri, düşünceyi yok etmek değil, sanatta ucube saydıkları ne varsa ortadan kaldırmaktı. Ama aslında pek çoğu kitaplarını yaktıkları akademisyenlerin koltuklarına, evlerine, eserlerini yok saydıkları sanatçıların başarılarına göz dikmişti.

Çünkü sadece Heinrich Mann, Stefan Zweig, Kafka, Alfred Döblin gibi bugün hâlâ Almancanın en büyük edebiyatçılarının eserleri değil üniversitelerde kürsüleri olan, fikirleriyle insanları büyüleyen Sigmund Freud gibi, Albert Einstein gibi, Walter Benjamin gibi bilim adamlarının, düşünürlerin, akademisyenlerin kitapları da yakılmıştı o gece. Eserleri aynı ateşe atılan şair Heinrich Heine daha 1821 yılında “Bugün kitap yakanlar, yarın insanları da yakarlar!”demişti. Öyle de oldu. Çünkü 10 Mayıs 1933’teki o ateş planlı bir programın sadece ilk kıvılcımıydı. Yahudi Soykırımı henüz başlamamıştı. O kitapları yakan öğrenciler, profesörler komşularını, meslektaşlarını gammazlayacak, onları ya sürgüne ya da ölüme göndereceklerdi daha.

Berlin Bebel Meydanı, turistik Mitte ilçesinde, şehrin opera binası ile tarihi kütüphanesi arasında iddiasız, boş hatta kasvetli bir meydan gibidir aslında. Ama karanlık çöküp de yer altındaki kütüphane ışığını yukarıya saçtığında değişir bu havası. Merakla ışığa yönelip raflara doğru eğilen genç bir turiste “Bak, öğren ve unutma!” der gibidir. “Nereden gelirsen gel, hangi dilden okursan oku, fark etmez. Tarihin tekerrür etmesine izin verme! Tekerrür edecekse bile sen onu taklit etme!”