Bir LGBTİ+ aday gösterilemez miydi?
Türkiye’de yasama ve yürütme gücüne talip ve buna odaklı bir LGBTİ+ siyaset organı yok. Örneğin önümüzdeki başkanlık seçimleri için yüz bin imza ile bir LGBTİ+ aday gösterilebilinirdi. Bu her ne kadar sembolik bir siyaset gibi görünse de bu yüz bin imzayı örgütlemek hiç de “sembolik” sözcüğünün bünyede yarattığı basitlikte bir süreç değil.
Beren Azizi
Türkiye’de LGBTİ+ aktivizmi çok ağırlıklı olarak dernekler yani sivil toplum aracılığıyla yürütülüyor. Bunun en göze çarpan istisnası, ne kadar olabildiyse, derneklerden bağımsız olarak örgütlenen Onur Haftası gönüllüleri olabilir. Her ne kadar derneklerden bağımsız olsalar da fon alımı, mekan kullanımı, deneyim aktarımı gibi meselelerde derneklerle çalışılıyor. Bir diğer önemli ve yeni istisna ise yerel yönetimlerde belediye meclisleri üzerinden yürütülen aktivizm. Bunun harici bir dördüncü önemli aktivizm alanı olarak bireysel, varoluşsal politiklikleriyle öne çıkmış bağımsız aktivistlerin yürüttüğü aktivizm. Yani derneklerle ya da topluluklarla, neticede sivil toplumla, yerel yönetimlerde belediye çalışanlarıyla veya meclis üyeleriyle ve varoluşlarıyla öne çıkmış bağımsız aktivistlerle yürütülen bir Türkiye LGBTİ+ hareketinden söz edebiliriz.
Yukarıda bahsettiğim alanlardan kişisel olarak en önemlisinin ve mobilizasyon gücü en yüksek olanın hâlâ dernekler olduğunu düşünüyorum. Dolayısıyla bu yazımın konusunu dernekler veya topluluklar yani sivil toplum örgütlenmeleri aracılığıyla yürütülen sivil siyasete ayırmak istiyorum. Bu zamana kadar dernekler de dahil olmak üzere her çeşit aktivizm, ağırlıklı olarak fobi karşıtı bir siyaset ve buna paralel olarak görünürlük, olduğu gibi toplumda var olabilme siyaseti yürüttüler ve bu siyaset LGBTİ+ hareketini domine etti. Başta yaşam hakkı olmak üzere hak ihlallerine karşı mücadele, stratejik müttefikler aracılığıyla bu ihlallere karşı ortak savunma ve ancak bunların sonrasında ama gene hak ihlali önleyici yasa talepleri veya yargılama eksikliklerine karşı eşitlik talepleri düşünceleri belirdi. Bu siyasetin oldukça başarılı yürütüldüğünü ve toplumun öyle ya da böyle çoğunluğunu veya neredeyse çoğunluğunu kazandığını düşünüyorum. Özellikle yaşam hakkı ihlali husunda toplumda bu siyaset bir bilinç inşa etti. Fobi karşıtlığı konusunda açık fobik beyanlar artık radikal kaçmaya ve bu beyanlar radikallerin herkese yönelttikleri saldırının bir parçası düzeyine indi. Muhalefet parti liderleri açıktan bu hakların meşruluğunu dillendiriyor. Özellikle nefret cinayeti yargılamalarında trans-panik savunma denen “Kadın sandım erkek çıktı, ters ilişki teklif etti, öldürdüm.” gibi yalanların tahrik indirimine çok daha az neden olduğunu görüyoruz. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne gitmeden iç hukuk yoluyla, hâlâ çok sorunlu bir dille de olsa, bazı yasaların, Medeni Kanun Madde 40., revize edildiğini görüyoruz. Sosyal medyada fobi karşıtı kampanyalar toplumun büyük bir kesiminde yankı buluyor. Mazlumluk ve zalime karşı mazlum LGBTİ+’yı savunmak Türkiye’de kamu vicdanında yer etti kısacası.
Erke karşı mücadelenin artık erk için mücadeleye de dönüşmesi gerekiyor ki yeni bir aktivizm alanı olarak yerel yönetimler bunun önemli örneği. Hepimizin ezbere bildiği gibi yasama, yürütme ve yargı üç erk olarak karşımıza çıkar. Daha azımızın bildiği gibi bu üç erke bir dördüncü olarak basın belirir, bir de ekonomi çıkar, ekonomi de kendi içinde özel sektör (yani burjuvazi, TÜSİAD vb.) ve devlet ve bazen de bizim gibi ülkelerde askeri (OYAK vb.) olarak erklere ayrılır. Derneklerin “LGBTİ+” ve “dayanışma” dernekleri olarak yürüttükleri faaliyetlere ek artık yeni dernekler aracılığıyla dernek siyasetinin bu erklere göre özelleşmesi yani bu erklerden pay almayı hedefleyen şekilde kurulması gerekiyor. (Basın ve ekonomiyi bu yazının değerlendirmesi dışında bırakıyorum.)
Türkiye’de yasama erkine talip olan KA.DER – Kadın Adayları Destekleme Derneği’ne benzer, LGBTİ+ aday destekleme özelinde çalışan bir LGBTİ+ derneği yok. Bu yasamaya talip olma siyasetinin eksikliğidir. Bu eksiklik genel konularda çalışan aktivizmlerin ve aktivistlerin çabasıyla giderilmeye çalışılsa da geleneksel siyasete talip olma aktivizminin kendi başına ciddi ve uzun süreli çalışma gerektiren bir siyaset olduğu gerçeği göz önüne alınırsa genel LGBTİ+ siyaseti yapan bir derneğin genel LGBTİ+ sorunları karşısında bu tip bir siyasete ne enerjisi yani insan gücü kalır ne de motivasyonu kalır. Dolayısıyla faaliyet alanı çok net çizilmiş, kendini her sorundan değil ama temsili demokraside temsil eksikliği sorunundan sorumlu tutan ve bu sorumluluk bilinciyle hareket eden bir örgütlenmeye ihtiyaç var. Her seçimde partilerden LGBTİ+ adayı sadece fobi karşıtı siyaset yapıldı diye beklemek hayalperestlik. Bu hayalperestlikten çıkılarak gerçekçi bir adım olarak yasama siyaseti yapmak gerekiyor. Bu da ancak uzun bir süre, örneğin şimdiden diğer seçime kadar, bu konularda diğer erklerle, özellikle basınla işbirliği içinde belirli aday adaylarına yatırım yaparak ve onları savunarak olur. LGBTİ+ hareketin beşeri sermayesi bir aday çıkarmaya müsait değilse de öncelikle beşeri sermaye yaratmaya çalışmak gerekiyor ki ben bu sermayeye sahip bir hareketin olduğunu ama insanların çok kolay yıpratıldığını, bu yıpratmalara koruyucu medya mekanizmaları olmadığı için izin verildiğini ve de bundan ayrı bir sorun olarak da bu insanların çok fazla diğer siyasetleri öncelemesi sonucu LGBTİ+ siyasetinden sapıldığını düşünüyorum. Bu ikisi de programsızlığın göstergesi. Danışmanlık, kadrolarla hareket etmek, toplumsal imajın korunması gibi bütünlüklü bir yasama siyaseti yapacak kurumsallığı olan örgütlenmenin gerçekleşmesi temsili demokraside temsil payı kazanılması için zorunludur.
Türkiye’de yürütme gücüne talip ve buna odaklı bir LGBTİ+ siyaset organı da yok. Örneğin önümüzdeki başkanlık seçimleri için yüz bin imza ile bir LGBTİ+ aday gösterilebilinirdi. Bu her ne kadar sembolik bir siyaset gibi görünse de bu yüz bin imzayı örgütlemek hiç de “sembolik” sözcüğünün bünyede yarattığı basitlikte bir süreç değil. Yürütmede kadrolaşma bir Türkiye demokrasisi sorunuyken ve siyasi iktidara göre şekillenen bir yürütme erki varken vali çıkarmak, bakan çıkarmak diğer ciddi sorunları çözmek dururken gereksiz görülebilir; ama bir yandan da belediye başkanlarıyla çalışan LGBTİ+ aktivistleri her ne kadar yasamanın bir parçası olarak oraya ulaşmış olsalar da yürütme erkine en yakın aktivistler. Dolayısıyla sadece yerel yönetimler özelinde çalışan bir çatı örgüte ihtiyaç duyuluyor bu yürütme erkine taliplik başlığı altında. Bu örgütlenme kendini ileride yasama gücüne daha geniş kapsamlı taliplik şeklinde genişletip revize edebilir. Yalnız yerel yönetimler ve sosyal hizmetler aynı başlık altında çalışılırsa sosyal hizmetler açısından çok zor durumda olan LGBTİ+ kimliğinin talepleri sosyal hizmet konusunda bir önceleşmeye sebep olur. Aslında bu gene fobi karşıtı siyasete dönmek oluyor ki bu sebeple yerel yönetimler ve sosyal hizmetler ayrı ayrı düşünülmeli ve tasarlanmalı. Ayrıca sosyal hizmetlerden ayrılmasına ek olarak meclis siyasetinden de yerel yönetim siyasetinin ayrıştırılarak bu siyaset uzun vadede yasama erkinin değil yürütme erkinin parçası olarak düşünülmeli. Yani başlı başına yürütme erkine, örneğin belediye başkanlığına giden sürecin parçası olarak düşünülüp inşa edilmeli.
Yargı gücü konusunda da yukarıdaki erklerle aynı eksikliğe sahip Türkiye LGBTİ+ hareketi. Türk Hukukçu Kadınlar Derneği, Kadın Hukukçuları Destekleme Vakfı gibi hem hukuk okuyan öğrenci kadınları hem de yargı mensubu kadınları mobilize eden dernekler, vakıflar var. Hatta Yargı Mensupları Eşleri Dayanışma Derneği de var. LGBTİ+ hukuk öğrencilerinin desteklendiği veya LGBTİ+ yargı mensuplarının organize olduğu çatı örgütlenmeler yok. Yargı erkinde olacak LGBTİ+ kişilerin illa ki mağdur LGBTİ+’lara destek amaçlı örgütlenmesi gerekmiyor. Bu hak ihlali karşıtı aktivizme geri dönmek oluyor. Bundan bağımsız ve buna ek olarak yargı erki alanlarında var olma, yükselme mücadelesi yürüten ve mümkünse sadece buna odaklı çalışan ve gene mümkünse yargı mensubu veya akademisyen LGBTİ+’ların kurduğu çatı örgütlenmelere, derneklere ihtiyaç duyuluyor artık.
Yukarıdaki örgütlenmeler her şeyden önce insan gücü gerektiriyor. Bunun için varolan derneklerin özellikle üniversiteli öğrencilerle oryantasyon çalışmaları bu kaynağı sağlayabilir; ama asıl önemlisi örgütlenmeye teşvik, yani bir çeşit aktivizmde girişimciliği desteklemek gerekiyor. Bunun maddi ayağını üyelik sürecinde olduğumuz AB fonları sağlayabiliyor ki neticede bu donanımlı insanlara “çalışma” ve “aktivizm yap” demiş olmak demek maddi olarak ödenmeyecekleri anlamına gelmiyor. Ödenen aktivizmler bir dejenerasyon göstergesi değildir. Ayrıca örgütlenmenin gençlik işi olmaktan çıkıp LGBTİ+ hareketinde yaşçılığın aşılarak yaşlı LGBTİ+’ların varlığı da tıpkı yeni aktivistler gibi desteklenmeli. Aktivizme yeni katılan yaşlı aktivistler yok, aktivizmde yenilik demek çoğu zaman gençlerin katılımı olarak anlaşılıyor, halbuki hiçbir ideoloji ve kimlik hareketi yaşlısını LGBTİ+ hareketi kadar dışarıda bırakmıyor. Bu da aslında bir işte çalışmayan ve iş sahibi olduğunda siyaseti bırakacak kitlelerle çalışıldığını gösteriyor. Aktivizmde yatay örgütlenme, kendi iç hukukunu kullanma, hiyerarşi karşıtlığı gibi ilkeler ancak belirli bilinç sahibi kişiler arasında işleyebilir, diğer türlü hiyerarşi de dikeylik de hukuksuzluk da kendine o katı ilkelere rağmen yer bulur. Bu sebeple LGBTİ+ örgütçülüğü demek illa ki tüm kimliğin tüm üyelerine açık, kimlik dışına odaklanmayan örgütlenmeler olmak zorunda değil, her ne kadar bu tip örgütlenmeler çok kıymetli olsalar da. Burada hem yaşlı LGBTİ+’lar hem de yeni mezun donanımlı LGBTİ+’lar güçten talep eden güce talip bir siyaseti de sistematik, kurallı, hiyerarşik, kendi hukuku yerine verili hukuku işleten fakat ilkeli şekilde yürütebilirler. Bu yolculukta moderasyonla performansı birlikte yürütebilirler ve bu yolla sisteme girebilirler ve bu süreçte her daim radikal aktivist olmak durumunda da değiller. Neticede en nihayetinde bir kimlik mücadelesi demek anaakımlaşma mücadelesi ve güçten pay alma mücadelesi demektir, gücü yıkma ve güç farklarını ortadan kaldırma mücadelesi olarak kimlik siyasetini tasavvur edenler olabiliyor; ama bunun harici vatandaşlık hakları ve sisteme dahil olma mücadelesi yürütmek isteyenler de olabilir. Kaldı ki her seçim öncesi aday listelerine sitemler etmek pastadan pay alamamanın sitemidir aslında, bu da o paya giden süreçte yeni bir örgütlenme zorunluluğunu çoktan doğurmuş görünüyor.