Doğadan ontolojik kopuş: İnsanın yeni hapishanesi anti ekolojik kentler
Ontolojik kopuş insanın doğa ile maddesel olarak ayrışması manasına gelmektedir. Doğayı korkulan, sakınılması gereken, güvensiz unsur olarak algılayan insanın ikincil doğayı inşa etmesi ile birlikte ontolojik kopuş süreci başlamaktadır.
Mehmet Ali Çelik* - [email protected]
Doğa; insanı ve diğer tüm canlıları içerisine alan bir bütünlüktür. Bu bütünlük içerisinde, milyonlarca hayvan, bitki, bakteri ve mantar vs. barındırır. Artan biyolojik çeşitlilik doğanın daha da güçlenmesinin nedenidir.
İnsan; özünde doğanın parçasıdır. Günümüzde insanın doğa ile olan ilişkilerinde kopuş söz konusudur. Bu kopuş ontolojik, epistemolojik ve son aşamada etik bağlamda gerçekleşmiştir.
Ontolojik kopuş: İnsanın doğa ile maddesel olarak ayrışması manasına gelmektedir. Doğayı korkulan, sakınılması gereken, güvensiz unsur olarak algılayan insanın ikincil doğayı inşa etmesi ile birlikte ontolojik kopuş süreci başlamaktadır.
Elbette ki, doğada her canlının bir habitatı vardır. Bu bağlamda insanın da habitatı kenttir. Ontolojik kopuşun sebebi kentler değil insanın hapishanesine dönüşen anti-ekolojik kentlerdir. Dolayısıyla insanın doğadan ontolojik kopuşunu anti-ekolojik kentleşme ile başlatmak mümkündür.
Epistemolojik kopuş: Doğa ile kurulan mesafe onu anlamayı güçleştirmiştir. Doğanın özünü ve yapısına dair azalan bilgi, doğa-insan ilişkilerini etik bağlamda zayıflatmıştır.
Etik kopuş: İnsanın belli güçler tarafından doğaya uygulanan talan ve sömürünün sonuçlarını öngörememesidir. Bu durum insanın ekolojik yapıyı anlayamamasından kaynaklanmaktadır. Doğanın metabolizmasının aşırı şekilde aşılması sonucunda biyolojik çeşitlilik hızlı bir şekilde yok olma eğilimi içerisine girmiştir.
Sonuç olarak, insanın tarihi hayvanlıktan öteye geçmek için verilen çabanın tarihidir. İlk insanın yaşam tarzı tıpkı bir hayvanın yaşamı gibidir: Beslenmek, çoğalmak/üremek ve son olarak ölüm. Hayvani olanın “ayıp”, “yabani”, “kaba” olarak sunulmasıyla birlikte insan doğa ile arasına bir set çekmiştir. Doğa ile ontolojik bağlarını gevşeten insan, epistemolojik manada insan dışı doğayı anlamakta zorlanmaktadır. Ontolojik bağları gevşek, epistemolojik bilişin kısıtlı olduğu bir ortam, insan-doğa ilişkilerinde yabancılaşmanın başlamasının önünü açmıştır. Bu durum beraberinde etik bağlamda kopuşu ortaya çıkarmıştır.
Doğa ile ontolojik bağlarını gevşetmeyen organik toplumlar doğayı, birlik ve denge için kritik öneme sahip olan çeşitli parçaların bir birleşimi olarak algılamışlardır. Organik toplum yapısında, ekoloji yalnızca içinde yaşanılan ortam olarak görülmediği gibi, sosyal yapının katılımcı bir unsuru şeklinde nitelendirilmiştir.
Doğa ile ontolojik bağların gevşediği noktada, ekoloji hakkında bilgi eksikliği ve ön yargı ortaya çıkmıştır. Bu noktada organik toplumlarda, insanlığın bir parçası olarak görülen doğa, “cezalandırıcı bir doğa” niteliğine büründürülmüştür.
Max Stirner’a göre, sınırlamanın, evcilleştirmenin/ehlileştirmenin ve tabi kılmanın olduğu yerde iktidar, hiyerarşi ve tahakküm vardır. Bu bağlamda insan ve doğa yüz yıllardır evcilleştirilmeye, sınırlamaya ve tabi kılmaya maruz bırakılmaktadır.
Sürekli ve daha fazla üretime dayalı üretim ile ihtiyaç olamayan “ihtiyaçlara” dayalı tüketim ilişkiler ağındaki insanlık, son 100 yıldır neo-liberalizmin ve kapitalizmin “alternatifsiz sistem” olduğunu düşünmektedir. Neo-liberalizm ve kapitalizm beraberinde doğa kapasitesinin çok üzerinde bir sömürü ortamı yaratmıştır. Bir başka ifade ile artık günümüzde doğanın metabolizmasının çok üzerinde bir üretim ve tüketim ilişkisi mevcuttur. Mevcut neo-liberalist ve kapitalist sistem varoluşunu, seri üretim ve sürekli tüketim ilişkisi üzerinden sürdürmektedir. Bu bağlamda, insan-doğa ilişkilerinin bozulmasının altında yatan temel problemlerden birisi, doğanın ontolojisine aykırı bir yapıda olan mevcut sistemdir.
İklim değişikliği ve ekolojik krizden çıkış için, mevcut kapitalist sistemin ortadan kaldırılması gerektiğini öne süren çok sayıda siyasal ve ekolojik akım mevcuttur.
Doğanın bir parçası olan insan, bunu unuttuğu gibi kendi türünü sömürüp toplumsal sınıflara ayırarak toplumsal bir alt üst oluşa yol açmıştır. Bunun sonucunda insan ve doğa entropiye doğru sürüklenmektedir.
*Dr., Kilis 7 Aralık Üniversitesi, Fen-Edebiyat Fakültesi, Coğrafya Bölümü