Türk-Yunan ilişkilerinde eksen kayması
Geçtiğimiz günlerde anti-milliyetçi duruşuyla tanınan Selanik Belediye Başkanı 75 yaşındaki Yiannis Boutaris, “Aşırı sağ” grupların fiziksel saldırısına uğradı. Özellikle son dönemde Yunanistan’ın Makedonya sorunuyla ilgili yaptığı anti-milliyetçi çıkışlar kendisini bu grupların hedefi haline getirmişti. Fakat yaşanan bu olay, Türk basınında “Selanik Belediye Başkanı'na "Neden Türkleri seviyorsun" dayağı...” gibi başlıklarla haberleştirildi...
Emre Metin Bilginer*
Bu yazıyı yazmaya başlamadan evvel hangi başlığın daha uygun olacağına dair uzun bir düşünme süreci geçirdim. Siyasetçilerin, ifadelere taşıyabileceğinden fazla anlam yüklemesinden ötürü son dönemde gerginleşmeye başlayan ya da en azından halkların gözünde gerginleştiği düşünülen Türk-Yunan ilişkilerinin son halini bir başlıkta anlatmak hiç kolay olmayacaktı. Bu yüzden keskin ve kesif ifadelerden kaçınmayı tercih ettim. Türkiye’de Yunanistan’ın perspektifi çok konuşulmadığı hatta daha önemlisi çoğunlukla üçüncü dil üzerinden yapılan çevirilerle aktarıldığı için zaman zaman yanlış anlaşılmalara sebebiyet veriyor. Bu yüzden yazımda daha çok Ege’nin diğer yakasının yaklaşımını sunmaya gayret edeceğim.
Peki ne oldu da 1999’da Cem-Papandreou döneminde ikili ilişkilerde kurulan hassas denge, son 2-3 yılda şirazesinden çıkmaya başladı?
Bu durum kimin işine geliyor? Bilhassa Yunanistan’da halk ve elitler Türkiye ile kötüye giden ilişkiler hakkında ne düşünüyorlar?
Öncelikle şunu söylemek gerekir ki; Türkiye ve Yunanistan, birbirlerine karşı verdiği savaşlarla bağımsızlıklarını kazanmış tarihteki nadir örneklerden biridir. Bunun sonucunda yüzyıllarca bir arada yaşamış iki halk son yüzyıl içerisinde yavaş yavaş tamamen birbirinden ayrı yaşar hale gelmiştir. Bu detayı neden belirtme ihtiyacı hissettim?
Çünkü yıllar geçtikçe iki toplumun birbirini tanıma koşulları çok değişti. İki halk birbirini ancak siyasi krizlerin, savaşların, darbelerin ve ikili ilişkilerdeki iniş-çıkışların müsaade ettiği ölçüde tanıma şansı buldu.
Herkül Millas, 1989 senesinde Türk-Yunan ilişkilerini konu aldığı “Tencere Dibin Kara…” kitabında halen geçerli olduğunu düşündüğüm şu ifadeyi kullanıyor:
“Halklar birbirini tanımıyor, bu yüzden Türk-Yunanlı ilişkileri iyi değil- deniliyor. Keşke öyle olsaydı! Sorun çok daha çetrefildir. Halklar birbirini yanlış tanıyor.”
Ne yazık ki iki taraf da birbirleri hakkındaki perspektifi değerlendirmek için objektif kaynaklar bulmakta güçlük çekiyorlar. Medyanın daha çok olumsuz haberler konusunda seçici olması da iki toplumun birbirini etki altında kalmadan tanıma ihtimalini düşürüyor. Buna çok güncel bir örnek vermek istiyorum.
Geçtiğimiz günlerde anti-milliyetçi duruşuyla tanınan ve herhangi bir parti üyesi olmayan Selanik Belediye Başkanı 75 yaşındaki Yiannis Boutaris, “Aşırı sağ” grupların fiziksel saldırısına uğradı. Özellikle son dönemde Yunanistan’ın Makedonya sorunuyla ilgili yaptığı anti-milliyetçi çıkışlar kendisini bu grupların hedefi haline getirmişti. Fakat yaşanan bu olay, Türk basınında “Selanik Belediye Başkanı'na "Neden Türkleri seviyorsun" dayağı...”, “Türkiye dostu Selanik Belediye Başkanı’na Saldırı” gibi başlıklarla haberleştirildi. Direkt olarak Boutaris’in Türkiye ile ilgili bir demecinden kaynaklanmamış bu olay, ne yazık ki sanki Türk-Yunan ilişkileri hedef alınıyormuşçasına manipüle edilerek Türk toplumuna ulaştırıldı. Yaşanan bu tip bilgi kirlilikleri, ikili ilişkilerdeki yükselen tansiyonda Yunanlıların tabiriyle “Ateşe yağ dökmek” etkisi yaratıyor.
Bunca olumsuzluğa rağmen halklardaki yaygın inanç, aslında iki toplum arasında hiçbir sorun olmadığı, bütün sorunların politikacılar tarafından insanların önüne konduğu yönünde.
Yazımın başında cevabını aradığım soruları bu perspektif üzerinden ele almaya çalışacağım.
Türkiye’de alınan ani “erken seçim” kararının bu krizin tansiyonundaki belirleyicilerden biri olacağını belirtmekte fayda var. Dolayısıyla önümüzdeki 1-1,5 aylık süreçte Türkiye’nin yoğun bir seçim atmosferine gireceğini göz önüne alırsak, Yunanistan ile yaşanan gergin atmosferin arka planda kalacağını öngörebiliriz. Yine de er ya da geç Yunanistan ile yaşanan sorunlar gündeme gelecektir.
90’lı yıllarda özellikle Kardak Krizi ile beraber iyice gerginleşen Türk-Yunan ilişkileri, 1999’da iki ülkede arka arkaya yaşanan deprem felaketlerinin ardından bir yumuşama süreci yaşadı.
İki ülke de o günden beri kronikleşmiş Kıbrıs, Ege, Batı Trakya, vs. gibi sorunlara karşın birçok konuda üst düzey siyasi ve ekonomik işbirliği oluşturarak diplomatik yöntemlerle sorunları aşmayı başardı.
Elbette iki taraf da sorunları tamamıyla çözdü diyemeyiz fakat kronikleşen bu sorunları diğer konulardaki diyaloglar için bir engel veya koz olarak görmekten kaçındı.
Akademik literatür biraz da duygusal olarak bu gelişmeyi Türk-Yunan ilişkilerinde “yakınlaşma süreci (Rapprochement)” olarak yorumladı.
Fakat ne olursa olsun bu duruma literatürdeki anlamıyla “yakınlaşma” diyebilmek için II. Dünya Savaşı sonrasında Fransa-Almanya ilişkileri gibi stabil bir duruma gelmiş olması gerekirdi. Bu yüzden iki ülke arasında 1999 senesinden bu yana gelen sürece “soğuk barış” demek daha doğru olacaktır. Çünkü ne olursa olsun hassasiyetini koruyan konular hep oradaydı ve gündemdeki ağırlığını kaybetmiş olsa da çözümsüzlüğünü korudu. Daha da kötüsü ikili ilişkileri tıkayan hiçbir konuda somut bir ilerleme sağlanamadı. Üstelik geçtiğimiz günlerde Kıbrıs Rum Yönetimi, Yunanistan ve İsrail arasında doğalgaz konusunda varılan mutabakatın Türkiye’yi baypas ediyor oluşu da mevcut ikili ilişkilerin kısa vadede düzelebileceğine dair umutların kırılmasına yol açtı.
İkili ilişkilerde her geçen gün daha da olumsuzlaşan tabloyu göz önüne alırsak bu durumun ortaya çıkışında birçok faktörün geçerli olduğunu görmek mümkün.
Yunanistan’da ekonomik krizin de etkisiyle özellikle son 10 yılda yaşanan siyasi istikrarsızlık, Türk-Yunan ilişkilerini Yunan iç siyasetinde araçsallaştırmış durumda. Özellikle ideolojik olarak birbiriyle ayrı uçlarda bulunan benzeşmez partilerin dahi Ege Adaları konusundaki duruşları çok önemli ortak noktalar barındırıyor. Mecliste bile yan yana durmaktan imtina eden Neo-Nazi Altın Şafak Partisi ve Radikal Sol SYRIZA’nın milletvekilleri bir Ege kayalığında aynı kare içinde yer almayı siyasi stratejileri açısından sorun olarak görmüyorlar.
İlişkilerin görece daha iyi olduğu bir zamanda yapılan araştırmaya göre Yunan medyasında Türkiye ile ilgili yapılan haber sayısı Türkiye’de Yunanistan ile ilgili yapılan haber sayısının on katıydı. İki ülke arasındaki ilişkilerin ısınmasıyla birlikte Yunanistan basınında Türkiye ilgili haberler aynı 20 sene önce olduğu gibi ülke gündeminin ilk sıralarına yerleşmiş görünüyor.
Bunun yanı sıra 2015 itibariyle hız kazanan mülteci krizi de Türkiye-Yunanistan ilişkilerini olumsuz yönde etkiledi. Yunanistan’da ekonomik kriz ile entegre hale gelen mülteci krizi için Türkiye sorumlulardan biri olarak gösterildi. Ege’de yıllarca kıta sahanlığı konusunda askeri olarak sıcak çatışmanın eşiğine gelen iki ülke, bu kez kaçak mülteci teknelerinin geçişleri esnasında askeri anlamda olmasa da Sahil Güvenlik botlarıyla karşı karşıya gelmeye başladı. Tam bu esnada Ege adaları konusundaki kriz de pişirilmeye başlandı. Bu arada siyasi istikrarsızlığı, mülteci krizini, ekonomik krizi ve Ege’de yaşanan çekişmeyi fırsat bilen Neo-Nazi Altın Şafak Partisi beklenmedik bir oy oranıyla Yunanistan’da meclise girmeyi başardı.
Bunda her ne kadar ülkeyi ekonomik krize sürükleyen partilere karşı verilen tepki oylarının payı olsa da, parti örgütü başarısını asıl olarak ideolojik temele dayandırdı. Yunan milletini üstün görmesi ve bu bağlamda Yunanlılar için yiyecek dağıtması, ihtiyacı olanlara yardım yapması, kan bankası oluşturması, vs. gibi eylemlerle kendisine sadık bir kitle oluşturdu. Siyasi birliğin sağlanması için milli kimliği esas gören Altın Şafak, etnisiteyi ön planda tutan bir duruş ortaya koymayı tercih ediyor.
SYRIZA’nın iktidara geldiği 2015 seçimlerindeyse “aşırı sağ” “Bağımsız Yunanlılar (ANEL)” tekrar meclise girmeyi ve koalisyon ortağı olmayı başardı. Türk-Yunan ilişkilerinin o günden itibaren daha iyiye gitmeyeceğinin habercisi, ANEL’in Genel Başkanı Panos Kammenos’un Millî Savunma Bakanlığı makamına oturmasıydı.
Millî Savunma Bakanı ve aynı zamanda Tsipras hükümetinin koalisyon ortağı ANEL'in Genel Başkanı Panos Kammenos'un söylemleri SYRIZA'dan çok daha milliyetçi ve agresif bir tona büründü. SYRIZA ise ekonomi politikalarında desteğini aldığı ANEL’in koalisyonda kalması için Kammenos’un Cumhurbaşkanı Erdoğan’a “deli” diyecek kadar aşırıya kaçtığı söylemlerini sineye çekme yolunu tercih etti. Bu 2-3 yıllık süreçte “aşırı sağ” blokta beliren yüzde 10 oranında oy potansiyelini gören Kammenos, söylemlerini daha da keskinleştirdi. Merkez Sağ’da bulunan partilerin de Aşırı Sağ’a oy kaptırma endişesiyle bu söylemlere üst perdeden tepki vermemesi farklı bloklar arasındaki uyumluluğun artmasına sebep oldu. Tam da bu esnada 1999’da ilişkilerin yumuşamasına yol açan doğal afetin yarattığı etkinin tam tersi etki yaratacak bir olay yaşandı. Türkiye’de 15 Temmuz darbe girişimiyle ilişkilendirilen 8 asker, darbe gecesi Yunanistan’a sığındı. Rütbeleri sökülen bu askerler iki ülke arasında yeni bir krizin başlangıcı oldu. Yunanistan, Türkiye’nin iade taleplerini karşılıksız bıraktı. Medyanın da etkisiyle Türkiye’de yaşanan darbe girişimi Yunan siyaseti ve toplumu içerisinde son iki yıl içerisinde hep bir “tiyatro” olarak algılanmaya devam etti. Gerçekten de Yunan halkının arasında Türkiye’de bir darbe girişimi yaşandığına inanan birisini bulmak oldukça zor.
Bununla birlikte son yüzyıl içerisinde iki ülke arasındaki ikili ilişkilere göz atıldığı takdirde yazılı olmayan bir mütekabiliyet kuralının işlediğini görmek mümkün. Geçtiğimiz aylarda Türkiye sınırını geçen Yunan askerlerin tutuklanması ve Yunanistan’a iade edilmemesi de bu geleneğin sürdüğüne bir işaret olabilir. Yunan Dışişleri Bakan Vekili Koutrogalos, her ne kadar her iki olayın birbirinden bağımsız olduğunu, savaş koşullarında bulunmadıkları için takasın söz konusu olmadığını belirtse de bu başlık şu anda Yunanistan gündemini bir hayli meşgul ediyor.
Öte yandan, Yunanistan’da ekonomik kriz sonrasında büyük ümitlerle iktidara gelen SYRIZA, son anketlere göre ciddi bir oy kaybı yaşamış görünüyor. İktidarın küçük ortağı ANEL ise yüzde olarak büyük bir pay kaybetmese de anketlere göre baraj altında kalacak gibi gözüküyor. Olağan haliyle 2019’da yapılması planlanan Yunanistan Genel Seçimleri, mevcut siyasi atmosferin sürmesi halinde daha erken yapılma ihtimalini taşıyor. Bu durumda iktidar koltuğunu, şu an anketlerde %10 civarında SYRIZA’nın önünde yer alan Yeni Demokrasi (ND) Partisi’nin doldurma ihtimali gün geçtikçe daha da güçleniyor. ND lideri Mitsotakis, geçtiğimiz haftalarda SYRIZA-ANEL hükümetine Türkiye ile yükselen tansiyonun ikili ilişkilerin selameti açısından düşürülmesi telkininde bulundu. Fakat Mitsotakis bu açıklamayı yaptığında Türkiye’de “Erken Seçim” kararı henüz alınmamıştı. Erdoğan’a uzun süredir şüpheci yaklaşan Yunanistan siyasetçileri de Türkiye’deki erken seçim kararına hazırlıksız yakalandılar. Bu bağlamda Erdoğan’ın rakiplerini çok iyi tanımıyorlar ve onların Yunanistan algıları konusunda henüz fikir sahibi değiller. Yunanistan’ın önde gelen gazetelerinden Kathimerini’nin köşe yazarı Kostas Iordanidis, 6 Mayıs’taki yazısında bu belirsizlikle ilgili önemli ipuçları sunuyor. Her ne kadar Yunanistan’da Erdoğan karşıtlığı artsa da 24 Haziran’da Erdoğan haricinde birinin seçilmesinin Türk-Yunan ilişkileri açısından çok daha belirsiz bir dönemi getireceği yönünde görüşler sunuyor. Buna dayanak olarak Erdoğan’ın Batı nezdinde kredisini kaybetmesinden ötürü, karşısında kim seçilirse seçilsin Avrupa’da hızlı bir şekilde kabullenileceği ve yeni rejime destek verileceği öngörüsünü sunuyor. Haliyle bu durumun Yunanistan’ın aleyhine olabileceğine dair uyarılarda bulunuyor. Yine de Yunanistan’daki seçkinlerin Türkiye’deki seçimlerle ilgili hangi tavrı alacaklarına dair kesin bir konsensüs bulunmuyor.
Türkiye ile olan ilişkiler Yunan siyasetinde son dönemde araçsallaşmış gözükse de bunu araçsallaştırmış siyasi partiler anketlere bakıldığında halk nezdinde karşılığını bulamamış gözüküyor. Bu yüzden daha yatıştırıcı tutum takınan ve ikili ilişkilerin önemini vurgulayan partiler bu süreçten kazançlı çıkacak gibi gözüküyor. Geçtiğimiz yıl Kadir Has Üniversitesi’nin Yunan elitleriyle yaptığı Türk-Yunan İlişkileri anketinin sonuçlarına da bakacak olursak, Yunan elitlerinin yüzde 63,5’i Türkiye ile ilişkilerde yumuşama sürecine destek veriyor. Aynı ankette Türk elitleri ise yüzde 89 oranında bu sürece destek veriyor. Son yıllarda karşılıklı ekonomik yatırımların arttığı, öğrenci değişim programlarının çoğaldığı ve iki ülke arasındaki turizm hacminin genişlediği de göz önüne alınacak olursa Ege’de sıcak bir çatışmanın kimseye fayda sağlamayacağı aşikâr.
Sonuç olarak; Yunanistan’ın siyasi durumunu “At nalı modeli”ne benzetmek mümkün. Bu modele göre sol veya sağ olarak farklı uçlardaki bloklar birçok noktada birbirleriyle benzerlik taşımaktadır. Bunun en önemli örneği aşırı sağ ve radikal sol iki partinin gayet uyumlu bir koalisyon ortağı olmasıdır. Özellikle Türkiye ilgili politikalarda yukarıda bahsettiğim gibi birbiriyle yan yana gelmeyen siyasetçiler ortak duruş sergileyebilmektedirler. Bu duruşları her ne kadar milli dava konusundaki birliktelik gibi gözükse de aslında her iki tarafın da beklentileri farklıdır. Aşırı solda duran partiler Türkiye ile ilişkilerde Yunanistan’ın çıkarlarının korunarak Türkiye ile uyumlu siyaset dengesinin sağlanmasını savunurken, aşırı sağda duran partiler ulusal çıkarları krizin merkezine koyarak etnik birliğin önemini vurgulamaktadırlar. Etnik birliğin kıstasları içerisinde Yunanistan’a gelen göçmen akınına engel olmak ve Türkiye’den gelen yatırımların kısıtlanması gibi konular ağırlık kazanıyor. Her ne kadar devletlerin tutumu globalleşen dünyada toplumlarına her noktada sirayet etmiyor olsa da daha evvel belirttiğim üzere her iki toplum da bir diğerini kendi ortamında öğrenmeye devam ediyor. Bu da bireylerin manipüle olma olasılıklarını arttırıyor. Fakat tarih bize göstermiştir ki; her ulusçuluk aşırılığıyla karşı ulusçuluğu körükler. İkili ilişkilerdeki gerginlik daha çok Yunanistan cephesinde görünür halde. Ancak tansiyon bu ivmeyle yükselmeye devam ederse Türkiye’de de benzer şekli alması kaçınılmaz. Bu açıdan ikili ilişkiler konusunda sağlıklı düşünen karar vericilere en çok ihtiyaç duyduğumuz bir dönemden geçiyoruz.
* Kadir Has Üniversitesi, Uluslararası İlişkiler Anabilim, Doktora öğrencisi