Quo vadis Türkiye – 3: ‘Devrimci’ hezeyanın hüsranı: ‘Hiçbir yere uzanan ayak izleri’
Stalinist merkezin kendince bir ajandası vardı. Bu ajandanın politik programını bir yana bırakırsak, yöntem olarak alt-orta seviyedeki kadroların ellerine kamçıları vererek — ‘olağan’ rejim düşmanlarının tasfiyesi, parti yöneticileri arasındaki kayıtsızlık ve direncin ortadan kaldırılması için — bilhassa bürokrasinin üst kesimlerinin terörize edilip ayıklanması umuluyordu.
Yektan Türkyılmaz* - [email protected]
'DEVRİMCİ' HEZEYANIN HÜSRANI: 'HİÇBİR YERE UZANAN AYAK İZLERİ'
Her şey sonsuz bir kargaşa içinde şimdi,
Artık gücüm yetmiyor anlamaya
Kim hayvandır, kim insan, ve daha ne kadar sürecek
İnfaz emrini bekleyişim.
Geride sadece solgun çiçekler kaldı,
Ve buhurdan çınlaması,
Ve hiçbir yere uzanan ayak izleri.
Anna Ahmatova, Requiem [Ağıt], 1939*
TERÖR MÜHENDİSLİĞİ
Stalinist Büyük Terörün (Bolşoy Terror) başında 370 bin ajanı ile ülkenin her yöresinde ağ kurmuş İçişleri Halk Komiserliği (İHK) vardı. Bu devasa bürokratik yapı politbüronun ‘çok gizli’ emirlerini yerine getirmekle görevliydi. Farklı iç düşman kategorileri için hazırlanan ve İHK şefi Nikolay Yejov’un imzasını taşıyan talimatnameler/kararnameler numaralarıyla kodlanacak, anılacaktı: 00439 (Alman Operasyonu), 00447 (Sovyet Karşıtı Unsurlar – Kulaklar, kriminaller ve diğerleri- Operasyonu), 00485 (Leh Operasyonu) gibi. Operasyonların belirli geçerlilik süreleri vardı. Bütün ‘operasyonlarda’ aşağı yukarı aynı kurgu takip edilecekti. Yani cumhuriyetlerdeki İHK yetkililerine iki kategoride ‘yuvarlak rakamlı’ kotalar verilecekti: Bölgelerinde idari olarak tutuklanıp durumları değerlendirildikten sonra hemen infaz edilecekler birinci, ve 8-10 yıllığına tecrit kamplarına gönderilecekler ikinci kategoride olmak üzere. Unutmamak lazım ki 1930’ların Sovyetler Birliği toplumsal mühendislikçi bir matematik devletiydi. 1935 Mayısında soruşturma sürecini sadeleştirip hızlandırmak için nihai mahkeme marifetindeki üç üyeden oluşan yargı komisyonları troykalar kurulmuştu. Milletler operasyonları esnasında kimi yerlerde troyka, dvoyka’ya (ikili) düşürülecekti. Yerel troykalar birkaç dakika süren ‘mahkemelerle’ hangi kategoride kimin suçlu olduğuna karar verecek, ‘infaz’ grubundakilerin cezalarının onaylanması için çok kısa bilgiler içeren bir albüm politbüroya yollanacaktı. Moskova’da en fazla göz-ucuyla bakılıp, onaylanacak dosyalar benzer bir atiklikle cumhuriyetlere iletilecek ve cezalar apar-topar infaz edilecekti. Sanıkların itiraz veya temyiz hakkı yoktu ve çok az sayıda kişi iki kategoriden de çıkarılıp, serbest kalabilecekti.
STALİNİST TERÖRÜ ANTİ-KOMÜNİST PROPAGANDA ÖTESİNDE YENİDEN DÜŞÜNMEK
Yukarıdaki tablo, ilk bakışta gayet sistematik ve merkezi, ne istediğini bilen, yaptıran, sonuçlarını öngören ve denetleyen bir mekanizmanın ürünüymüş görüntüsü çiziyor. Zaten soğuk savaş döneminde Batı’da da döneme dair hakim kanı ve propaganda o yöndeydi: Paranoyası, ideolojik dogmaları ve hırsları yüzünden Hitlervari bir programla gizli toplantılar ve önceden hazırlanan planlar doğrultusunda ‘milyonlarca’ muhalifi ve rakiplerini imha eden bir diktatör ve onun emrindeki bir terör aygıtı. Bu kurguya göre Stalin, politbüro ve İHK planlayan ve emreden bir konumda iken orta ve alt kesimler pasif, sindirilmiş ve itaatle direktifleri uygulayan taraf konumundaydılar. Robert Conquest’in Soğuk Savaş Batı dünyasında kanonikleşmiş kitabı The Great Terror’deki (1968) anlatısı buydu.
Bu kurguya ilk büyük ‘revizyonist’ salvo, J. Arch Getty’nin The Origins of Great Purge (1985) çalışmasından geldi. Getty, liderliğin, parti ve devlet bürokrasisine güvensizliğinin altını çizerek, bir tek Stalin şeytanlaştırmasıyla içinden çıkılamayacak kadar karmaşık bir tablo betimledi. Sheila Fitzpatrick’in etnografik sosyal tarih alanındaki, The Cultural Front: Power and Culture in Revolutionary Russia (1992) ve Everyday Stalinism (1999) çalışmaları ise ‘tabanın’ veya alt-orta kesimlerin tahayyül edildiği gibi pasif, edilgen olmadığına vurgu yaptı. Esasen revizyonist tarihçilikte büyük dönüşümün temeli 1991 sonrasında Sovyet arşivlerinin açılmasıyla atıldı. Kirov Suikastı üzerine yeni belgeler ışığında yazılan Amy Knight’in Who Killed Kirov (2000), Matthew E. Leneo’nun The Kirov Murder and Soviet History (2010) kitapları cinayetin bir Stalin komplosu olduğu savını büyük ölçüde ihtimal dışı bıraktı. Getty’nin diğer çalışmaları yanında Yejov biografisi (2008); James Harris’in dönemin katı pozitivist rasyonalizminin ne denli irrasyonel ve kendi-kendini tahrip edici olduğunu çarpıcı bir biçimde sergileyen The Great Fear: Stalin’s Terror of the 1930s (2016) kitapları; ve sayamadığım birçok araştırma soğuk savaş döneminin basit, kolaycı ve devlet merkezci anlatılarını itibarsızlaştırdı. Bu araştırmacıların resmettikleri yeni tablo ise şok ediciydi.
KUANTUM 'KORKU' MEKANİĞİNİN 'ZAFERİ'
Fransız tarihçi Nicholas Werth’in derslerimde sıklıkla kullandığım bir makalesi, Stalin ‘temizliği’ hakkındaki araştırmaların Sovyet arşivleri açıldıktan sonraki revize edilmiş bulgularını açık biçimde gözler önüne seriyor. Birincisi, soğuk savaş dönemi çalışmalarında, infaz edilen ve tecrit kamplarına yollanılanların sayısı oldukça abartılmıştı. Katledilenlerin sayısı milyonlarca değil yaklaşık 800 bin iken, kamplara yollananlar bir milyon civarındaydı. Ancak esas çarpıcı olan, tasfiyeler esnasında alt-orta kadroların tutumuydu. Cumhuriyetlerdeki parti ve İHK kadroları hiç de edilgen değildi. Tam tersine, çok daha sınırlı bir yıkımla sonuçlanabilecek Stalinist tasfiyelerin neredeyse soykırımcı bir katliama dönüşmesinde büyük rol oynamışlardı. Bu genç kadroların özellikle üç noktadaki müdahaleleri halihazırdaki vahim durumu tam bir felakete taşıyacaktı: Kotalar, operasyon süreleri ve hedef kategorileri.
Cumhuriyetlerdeki İHK yetkilileri, ellerine Yejov’un kotaları ulaştığında kendi bölgelerindeki yıkımın etkisini azaltmaya çalışmak ya da sadece merkezi emirleri mot-à-mot uygulamak yerine Moskova’dan sayıları, her iki kategoride de, arttırmasını ve hatta kimi durumlarda katlamasını talep edeceklerdi! Örneğin sadece Ukrayna’da bu sayı, 00447 numaralı operasyon için cumhuriyet İHK’sının ısrarı üzerine politbüro tarafından 30 bin arttırılacaktı. Yerel İHK’ların gayretkeşliği, operasyonların zaman sınırlamasını da gevşetecekti. Sadece dört ay sürmesi öngörülen 00447 numaralı operasyon tam on dört ay sürecekti. Benzer gerekçelerle, Moskova’nın üç ay olarak öngördüğü Alman Operasyonu yaklaşık on beş aya uzatılacaktı. Son olarak, cumhuriyetlerdeki yöneticiler talimatlardaki hedef kategorilerini hem keyfi olarak sıkça mağdurlar aleyhine yorumlayacak, hem de kategorilere yeni kesimler ekleyecekti. Örneğin Moskova’nın mevcut haliyle zaten akıl ve hayal sınırlarını zorlayan zenofobik hezeyanını yeterince iyi yansıtan Leh operasyonundaki kategoriler, Harkov’da o derece ileri götürülecekti ki, bu operasyonun kapsamına daha önce Leh operasyonlarını yöneten tüm İHK görevlileri, sonra Leh operasyonlarında muhbir olarak kullanılan tüm kişiler, ve son olarak da Polonya’da aile mensubu olan bütün Sovyet vatandaşları dahil edilecekti.
Stalinist merkezin kendince bir ajandası vardı. Bu ajandanın politik programını bir yana bırakırsak, yöntem olarak alt-orta seviyedeki kadroların ellerine kamçıları vererek — ‘olağan’ rejim düşmanlarının tasfiyesi, parti yöneticileri arasındaki kayıtsızlık ve direncin ortadan kaldırılması için — bilhassa bürokrasinin üst kesimlerinin terörize edilip ayıklanması umuluyordu. Her ne kadar merkezi öngörü bu alt tabakalara salt uygulayıcı bir rol biçmiş olsa da, aslında cumhuriyetlerdeki ‘sahibinin sesi’ olması umulan çoğunluğu 25-35 yaş arasındaki genç İHK yetkilileri şaşırtıcı bir şekilde süreçte belirleyici ve hatta yön verici aktörlere dönüşmüştü. Bir başka deyişle kişi kültü basit aritmetik akla dayanan hesaplı hezeyanla, parti ve bürokrasi alt ve orta kademlerini devreye sokarak ara mekanizmaları ve kadroları tasfiye ve terbiye ettirmek amacındaydı. Bu amaçla kurduğu ve tek yönlü olacağını umduğu en üst ve en alt arasındaki doğrudan hat, nihayetinde alt kadroların manevralarına tosladı. Kısacası endişe ve fırsatçılığın yarattığı kuantum mekaniği, Stalin’i, umduğunun çok ötesinde bir kargaşa ve belirsizliğe çıkarttı. Tasfiyeler ‘bürokratik disiplin’ çeperlerini aşarak tam bir kaosa dönüştü. Ordu ve istihbarat başta olmak üzere devlet bürokrasisi hoyratça hırpalanıp adeta bir enkaza dönüştü.
KAOS SARMALI
Ortaya çıkan kaosu fark etmek ise ancak merkezi otoritenin patinaj yapmasına yol açacaktı: Paranoya daha da körüklenecek ve siyasi liderlik daha fazla hırslanarak yeniden, aralarında İHK yöneticileri de dahil olmak üzere, ‘devlet içi düşmana’ yönelecekti; genellikle de sadece kaosu daha da derinleştirmek pahasına. Sonuç olarak iktidardaki şef belki hem potansiyel rakiplerini, hem de muhtemel rejim muhaliflerini, bütün bir Sovyet toplumunu terörize etmek pahasına, ortadan kaldırmış ve sindirmiş, konumunu sorgulanamaz ve emsalsiz kuvvetli bir hale getirmişti. Ancak âşikardı ki Stalin, üzerine yükseldiği mekanizmaların ve ittifakların tahrip olması sebebiyle artık çok daha kudretsiz bir liderdi. İroniktir ki sadakatine ve performansına yaslandığı ve manipüle edilebilirliğine çok güvendiği alt-orta kademelerin işgüzar gayretkeşliği, onun kudret düşlerinin altını oymada ve hatta kabusa dönüştürmekte kilit rol oynayacaktı. Dünya savaşı arifesinde sosyalist rejim bütün kamusal kudret şov ve retoriğine rağmen sersemlemiş, programlı bir hat izlemek takatinden düşmüş, olaylara ve sorunlara refleksif ve aşırı tepkiler veren bir mekanizmaya dönüşmüştü. İlginçtir ki döneme dair revizyonist tarih yazımının bulguları Leo Troçki’nin siyasi rakibi hakkındaki şu gözlemiyle büyük ölçüde örtüşmektedir:
[Stalin’in] aklı sadece menzil mevhumundan mahrum değil, mantıklı düşünmeye bile kifayetsizdir. Söyleminin her tabiri anlık pratik bir amaç taşır. Ancak söylemi bir bütün olarak hiçbir zaman mantıklı bir kurgu seviyesine erişemez. Şüphe yok ki, eğer Stalin Troçkizme karşı savaşının nerelere varacağını öngörebilseydi, karşıtları üzerinde zafer kazanacağına dair tüm beklentisine rağmen, yol yakınken dururdu. Ama hiçbir şey öngöremedi.
J. Arch Getty, 1938 sonrasında Stalin’in kimi sosyal buluşmalarda tasfiyeler döneminde İHK terörüne maruz kalmış Kızılordu komutanlarıyla sohbet ederken laf arasında, suçu Yejov ve başkalarının üzerine bırakarak da olsa, şifahen pişmanlık ifade ettiğini aktarır. Ama çok geçtir artık!
Dizinin bir sonraki yazısında 1930’larda Sovyetler Birliği'nde ve Kültür Devrimi esnasında Çin Halk Cumhuriyeti'nde alt-düzey kadroların ve ‘kitlelerin’ işgüzar-gayretkeşliğinin kaynaklarını, biçimlerini ve etkilerini tartışacağım.
(Melaike Hüseyin’in Türkçe çevirisi üzerinden farklı İngilizce çevirileri kullanarak düzenleme bana ait (YT))
Görsel: 1940-45 arasında Sovyetler’de sıklıkla kullanılan posterde “Gevezelik edersen düşmanına yardım edersin.” yazıyor.
*Öğretim Üyesi
Kaliforniya Devlet Üniversitesi, Fresno
** Bu yazı ilk olarak kopuntu.org'da yayınlanmıştır.
Dizinin diğer bölümleri:
Quo vadis Türkiye – 1: ‘Yazılmış öyküleri unutmalı’: Bir devlet kendisine savaş açarsa
https://www.gazeteduvar.com.tr/forum/2018/06/01/quo-vadis-turkiye-2-sefin-hesapli-hezeyani-ve-ouroboroslasan-devlet/