Yıkılmak istemeyen okullar olalım*
Marmara İletişim, mirasından çok şey kaybetti. Şimdi de Nişantaşı Kampüsü rantseverlerin doymak bilmez iştahının kurbanı oluyor. 90’ların sonunda taşınma mevzusu yine gündemdeydi. Ancak Ünsal Oskay’ın kantini işgal eden öğrencilerinin yanına gitmesi, satışa sonuna kadar karşı çıkması kampüsü kurtarmıştı.
Emre Tansu Keten
ÖSS sonuçları açıklanıp, Marmara İletişim’i kazandığımızı öğrendikten sonra kampüse geldiğimizde Nişantaşı bizim için hayal kırıklığı olmuştu öncelikle. İstanbul’un en lüks semtlerinden birisinin sokak arasında, iki apartmanımsı binadan ibaret yapı, hiç de üniversite hayatımıza dair kurduğumuz hayalleri karşılamıyordu. Okulda bir kampüs hayatı yaşayamazken, okul dışına çıktığımızda da oturabileceğimiz mekanlarımız yoktu. Mecburen Taksim’e abone olduk.
Kampüste bulunan iki fakülte (iletişim ve diş hekimliği) sanırım yan yana koyulabilecek en alakasız iki fakülteydi. İki öğrenci grubu arasındaki sosyolojik, politik, kültürel fark o düzeydeydi ki, birbirimize temas etmeden yaşayıp gidiyorduk. Hatta bu farklılık romanlara bile konu oldu (Canan Tan, Piraye). Onların gözünde biz siyasetle uğraşan, dersleriyle ilgilenmeyen, fakir bir öğrenci hayatından hoşlanan tiplerdik; onlar da bizim için derslerinden başka bir şey düşünmeyen kolej çocuklarıydı.
Çok geçmeden Nişantaşı bizim için bir ev oldu. Biz bize olmanın keyfini zamanla anlamaya başladık. Edebiyat üzerinden, siyaset üzerinden, sinema üzerinden başlayan arkadaşlıklar kısa sürede, birçok örgütlenmeden daha sağlam bir yoldaşlık oluşturdu. Görünmez Komite’nin dediği gibi “Bize arkadaşlığın politikadan bağımsız, sevgiden başka hiçbir amacı olmayan bir duygu olduğu öğretildi. Ama her tür yakınlık ortak bir doğrunun etrafında kurulmuş bir yakınlıktır" (Yaklaşan İsyan). Sayısız film gösterimi düzenledik, filmler üzerine konuştuk, okuduğumuz kitapları değiş tokuş ettik, fanzin çıkardık, duvar gazeteleri hazırladık. Sarıgül’ün bir inşaatı nedeniyle iki amfi, yemekhane ve kantinin bulunduğu binamız yıkıldığında, bir yandan Sarıgül’ün peşini bırakmadık, diğer yandan çadırdan yemekhane ve kantinimizde bir arada yemek yedik, çay içtik, durmadan tartıştık. Aramızda müşterek bir duygu hali oluşmuştu. Bunu, herhangi bir örgütleme yapmadan, kendiliğinden gelişen bir toparlanmayla, yüzü aşkın insan Hrant Dink'in cenazesine katıldığımızda anladık.
Sonrasında, Nişantaşı bizim için direniş oldu. Göztepe Kampüsü’nde oruç tutmadığı için, küpe taktığı için öğrencileri linç eden ülkücüler, birdenbire bizim kampüste de peyda oldu. Satır ve döner bıçaklarıyla estirdikleri terör, Marmara İletişim’in gündelik hayatını git gide daha kısır bir hale çevirmeye başladı. Tam da bu dönemde fakülteye atanan ve birinci haftasında profesör, ikinci haftasında dekan yapılan Yusuf Devran, ilk önce, gece yarısı odaları çilingirlerle basarak, kapalı e-mail gruplarında yazılanlara soruşturma açarak, yüksek lisans jürisinde kendisine karşı gelen kadın akademisyenleri darp ederek, herkesi Ergenekoncu ilan ederek hocalarımızı hedef almaya başladı (kendisi o zamanlar Zaman gazetesinde haftalık olarak yazıyordu).
Ardından aynı yöntemleri öğrenciler üzerinde denemeye başladı. Ekşi Sözlük’te kendisi hakkında “herif” dendiği gerekçesiyle bir öğrenciye altı ay uzaklaştırma veren, öğrencileri Twitter üzerinden açık açık hedef gösteren, yüksek lisans ve doktoraya girecekleri, sınav öncesi öğrencileri tek tek fişleyerek belirleyen Devran’ın ünü Marmara’yı aşıp, bütün ülkeye ulaştı. AKP’nin akademiye yönelik planlarının bir ön gösterimi gibiydi Devran dönemi. Ancak öğrenciler olarak buna direndik, Marmara İletişim’in geleneğine sahip çıkmaya çalıştık. Devran’la birlikte metamorfoz geçiren, “devleti için yalan haber yapmayan o. çocuğudur” diyen hocalara karşı gazetecilik ilkelerini korumaya çabaladık.
Çünkü Nişantaşı bizim için okul oldu. Eksik gedik solculuğumuzla geldiğimiz fakültede, Ünsal Oskay’ın geleneğini devam ettiren hocalardan, kapitalizmin kültürel eleştirisini öğrendik, medyanın anti-kapitalist analizlerini okuduk. Özel üniversitelerde açılan iletişim fakültelerinin etkisiyle, iletişim daha iyi pazarlama teknikleri olarak anlaşılmaya başlanmışken, pratik teoriyi gölgede bırakırken, biz henüz ilk sınıfta Frankfurt Okulu’yla, Kültürel Çalışmalar’la, Althusser’le, Gramsci’yle, Chomsky’le tanıştık. Devran ve sonrasının yıkmaya çalıştığı gelenek tam da buydu. Okula öğretim görevlisi olarak aldıkları Cemil Barlas, Ersoy Dede, Nevzat Çiçek’le birlikte, iktidara iliştirilmiş bir iletişim fakültesi yapmak istedikleri Marmara İletişim buna da direndi. Gezi’de açılan “yıkanmak istemeyen çocuklarız hocam – iletişim fakültesi öğrencileri” pankartı bu direnişin simgesiydi. Gezi’ye katıldıkları için memurluktan men cezası alan 11 asistan, yine bu direniş sayesinde kararı tersine çevirebildi.
Nişantaşı bizim için işyeri oldu. Bütün bu engellemelere rağmen, lisansüstü öğrencisi ve araştırma görevlisi olduğumda ben dahil herkes şaşkındı. AKP’nin akademiye saldırısı, bütün yolları kapatacak düzeyde değildi henüz. Çalışanların, emek verenlerin karşılığını bir nebze de olsa alabileceği zamanlardı. Oskay efsanesinin fakülteden kovulamadığı dönemde okula başlayanlardan birçok öğrenci lisansüstü eğitime devam etmiş, çeşitli okullarda araştırma görevlisi olmuştu. Ancak, kültürel iktidar olamadığını fark eden AKP’nin KHK eliyle saldırısıyla birlikte okuldan atıldık. Aslında bu bir bildiriye imza atan tek tek bireylerin atılması meselesi değil, bir akademik tahayyülün, akademiyi egemenlerin lehine araçsallaştırmama inadının üniversitelerden ihraç edilmesi anlamına geliyordu. Bu tahayyül, kitle kültürünün ve bilinç endüstrisinin araçlarını teşhir edip, insanları yaşamın nesnesi değil öznesi olmaya davet eden Oskay’ın da paylaştığı bir tahayyüldü. Bu tahayyülün büyük bir yara aldığı böyle bir dönemde, kimin atılıp kimin kaldığı da çok önemli değildi aslında. Hepimiz bir şekilde bedel ödedik.
Marmara İletişim, mirasından çok şey kaybetti. AKP’nin saldırısına ilk uğrayan akademik kurumlardan birisi oldu. Şimdi de Nişantaşı Kampüsü rantseverlerin doymak bilmez iştahının kurbanı oluyor. Birkaç sene önce Maltepe’ye taşınan diş hekimliğinin ardında iletişim de, rant piyasasının dinamiklerine göre kendisine gösterilecek olan binaya yerleşmeyi bekliyor. Aslında kampüsün değerli arazisine göz dikilmesi yeni bir şey değil. 90’ların sonunda taşınma mevzusu yine gündemdeydi. Ancak, okullarına sahip çıkan öğrencilerin eylemleri ve en önemlisi Ünsal Oskay’ın kantini işgal eden öğrencilerinin yanına gitmesi, onların arkasında durması ve satışa sonuna kadar karşı çıkması kampüsü kurtarmıştı. Yıllar sonra, bizden öncekiler kadar cesur, Ünsal Oskay kadar kararlı olamadık ya, giderayak Nişantaşı bize dert oldu!
*Başlık, Marmara İletişim öğrencilerinin duvar yazılarından alınmıştır. Ayrıca bkz. Yıkanmak İstemeyen Çocuklar Olalım, Yapı Kredi Yayınları