Şair İnce, müellif Demirtaş, prompter Erdoğan
Şairane yönüyle bugün tanıştığımız Muharrem İnce ve bir “hapishâne müellifi” olan Selahattin Demirtaş, Türkiye politikasının tam da göbeğinde şimdi. Pekâlâ bugünün politik egemeni ne yapıyor?: Kendisi prompter ile cebelleşmekte.
Hamza Celâleddin/[email protected]
Bir zamanlar bu coğrafyada, Tagore şiirleri çeviren (ve kendisi de bir şair olan), Kafka’yı, Toynbee’yi, Jung’u, Russell’ı bilen, yoksul ve nahif şair Ece Ayhan’ın uzun hastalık döneminde, madden ve manen onun yanında olan zarif mi zarif bir politikacı vardı: Bülent Ecevit. Politikanın tüm kabalığıyla zihinlere hücum eden tabiatına rağmen, her zaman için ince ve entelektüel kalmayı başarabilen ender politikacılardan birisiydi o. Ondan sonra bu coğrafya, onun kadar şairane bir politikacı ile karşılaşmamış; bilakis, şiiri de politikanın incelik yoksunluğuna âlet ve kurban eden egemenlerin hücumuna ve düpedüz işgâline uğramıştı. Lâkin geliniz ve görünüz ki, şairane yönüyle bugün tanıştığımız Muharrem İnce ve bir “hapishâne müellifi” (bu ifadeyi birazdan açıklığa eriştireceğim) olan Selahattin Demirtaş, Türkiye politikasının tam da göbeğinde şimdi. Pekâlâ bugünün politik egemeni ne yapıyor?: Kendisi prompter ile cebelleşmekte.
İzin veriniz bir “hapishâne müellifi” olan sevgili Demirtaş ile başlayayım: Otoriteler hapishâneleri kurarken, kendilerine karşıt söylem geliştirenlerin bedenlerini esir ederek, onların söylemlerini de esir edebileceklerini zannettiler. Lâkin bu büyük ve tarihsel bir yanılgıydı; “hapishâne müellifliği”, bedenleri esir düşmüş zihinlerin, felsefe ve edebiyatın etrafında örgütlenmesi olarak tarih sahnesinde belirdi. Belki ilk ve en kritik örnek Boethius’tu; 500’lü yıllarda hapishâneye atılan Boethius, bugün pek meşhur olan Felsefenin Tesellisi’ni orada yazdı (ki aslında bu, savunma şansı tanınmadan infaz edilen Boethius’un savunma metniydi de). Cervantes’in Don Kişot’u, Oscar Wilde’ın De Profundis’i, Jean Genet’nin Çiçeklerin Meryem Anası eseri ya da Nâzım Hikmet’in Yatar Bursa Kalesinde’si de birer hapishâne kitabıydı. Ve bugün, zarif kalabilmiş bir politikacı olarak Demirtaş’ın hapishâne eseri Seher, edebî yönden elbette tartışmaya açıktır ve lâkin Seher’in politik değeri tartışmasızdır.
Gelelim, sayın İnce’nin şairliğine. Aslına bakılırsa, açıktır ki Muharrem İnce uzun zamandır, medyatik olmayan bir şiirsel uğraşın içindedir; lâkin bunun ancak bugün görünür olması politik olarak oldukça değerlidir. Politikacılar, politikanın tabiatınca, propaganda içermeyen (zarif, nahif, ince duygularla örülmüş) şiirlerden uzak durur; bunun kendisi için bir zafiyet sayılabileceğinin pek farkında olarak. Lâkin Muharrem İnce’nin bize şair yönünü göstermesi, bugün için oldukça cesur, onurlu ve kıymetlidir. İnce’nin şiiri ya da şiirleri, pek tabii, şiirsel yönden eleştiriye tabi tutulabilir; lâkin yine açıktır ki şiire yönelmiş bu uğraş, politikanın zarâfet ağacının gölgesinde eğlenebilmesi açısından oldukça mühimdir.
Gel gelelim mevcut egemene: Senelerdir, pek sevgili Tayyip Bey’in çok iyi bir hatip olduğu, bir şehir efsanesi gibi anlatılageldi; seneler senesi yersiz tonlamalara, bağlamından kopuk tümcelere, anlamsız duraklamalara, mânâsız sessizliklere ve sözcüğü gelişigüzelleştiren, hürriyetinden yoksun bırakan bir öfke hâline maruz bırakıldık. Ancak ve ancak son zamanlarda televizyonlarımızı kapatıp daha çok Rimbaud, daha çok Gogol, daha çok Eliot okumayı akıl edebildik. Senelerin “şiirsel gerileme”sini nasıl düze çıkaracağız bilmiyorum ve lâkin elbet bunun da üstesinden geleceğiz. Bir Apollinaire çevirisiyle başlayan İkinci Yeni’yi, bir garip Orhan Veli’yi, Kaan İnce’yi, Nilgün Marmara’yı, Attilâ İlhan’ı, Asaf Hâlet’i ve dahasını yeniden, daha coşkulu anımsayacağız…
Hölderlin yurdunuz, Tagore göğünüz,
Camus yâr, Nietzsche yardımınız olsun…