Yarının ülkesinde güzel oyun hasreti: Dünya Kupası öncesinde Brezilya

Avusturyalı yazar Stefan Zweig, 1940’ların başında yaşamının son yıllarını geçirdiği Brezilya’yı “yarının ülkesi” olarak tanımlar. Ülkelerinin potansiyelinin çok altında kalmasına alışmış Brezilyalılar ise kinayeli bir şekilde ekler: “yarının ülkesi ve hep öyle kalacak”. İşte 2000’lerin sonunda bir süreliğine, bu devasa ülkede yaşayanlar on yıllardır kaçırılan treni sonunda yakaladıklarını hissetti.

Google Haberlere Abone ol

Karabekir Akkoyunlu*

Sokaklar süslendi. Evlere, balkonlara, arabalara yeşil, sarı, mavi bayraklar asıldı. Kamu çalışanlarına maç günleri yarım gün izin verildi. Ve Seleção’nun yıldız oyuncusu Neymar dört aylık sakatlıktan çıkıp üst üste iki hazırlık maçında gol attı… Brezilya, en büyük milli bayramı Futbol Dünya Kupası’na hazır!

Ya da bana öyle geliyor… Bu futbol delisi ülkede denk geldiğim ilk Dünya Kupası ve düzenli, sakin, bürokratik başkent Brasília’da bile günlerdir bir kıpırdanma hissediliyor. Rio, Salvador, São Paulo gibi daha renkli ve kaotik şehirlerde nasıl bir hava olduğunu merak ediyorum.

Fakat beklediğimin aksine, konuştuğum Brezilyalılar pek de öyle heyecanlı değil gibi. Bana bir bayram arifesini andıran hazırlıkların, eski dünya kupalarındaki atmosferin yanında sönük kaldığını söylüyorlar.

Rio de Janeiro'da Dünya Kupası için süslenmiş bir sokak...

Eskiden aylar öncesinden hazırlıklara girişilir, tatiller ayarlanır, sokaklar, duvarlar rengarenk boyanır, yaşlı genç herkes üzerine formaları çeker, kutlamalara günler öncesinden başlanır, turnuva sırasında hayat tamamen dururmuş. Şimdiyse etrafta daha çok küçük çocukların üzerinde forma var.

Folha gazetesinin yaptığı bir araştırmaya göre Rusya’daki Dünya Kupası’yla ilgilenmediğini söyleyen Brezilyalıların oranı ocak ayında yüzde 42 iken haziran ayında yüzde 53’e çıkmış. Bunlar, araştırmanın başladığı 1994 yılından beri ölçülen en yüksek ilgisizlik oranları.

Seleção’nun (“Takım”) eleme grubunu etkileyici bir futbolla lider tamamladığı ve turnuvanın favorilerinden biri olarak gösterildiği bir senede, kupayı tarihte en çok kazanan bu ülkedeki ilgisizliğin sebebi nedir?

Cevaplar çeşitli... Kimilerine göre Brezilya dünyayı mest eden o şiir gibi futbolunu unutalı yıllar oldu. Bugünkü takımın neredeyse her oyuncusu Avrupa’nın en üst düzey takımlarında forma giyip astronomik ücretler kazanan birer yıldız. Sahaya çıkan ekip, hepsi bir şirket gibi yönetilen 11 markadan oluşuyor. Pazar günü Avusturya’ya karşı attığı golle Pelé ve Ronaldo’dan sonra milli takım formasıyla en skorer üçüncü oyuncu olan Neymar, müthiş yeteneğinin yanı sıra şımarık tavırları ve hakemi aldatmaya yönelik hareketleriyle de tanınıyor.

Corinthians takımının efsanevi kaptanı “doktor” lakaplı Sócrates, “güzellik önce gelir, kazanmak sonra; önemli olan zevk almaktır” derdi. Bugünkü yüksek egolu ünlüler topluluğu, maçlarını kazanırken bile, dünyaya jogo bonito’yu (güzel oyun) armağan eden 1970’lerin Pelé’li, Jairzinho’lu, 80’lerin Zico’lu, Sócrates’li, hatta 90’ların Romario’lu, Bebeto’lu takımlarının amatör ruhlu oyununu seyretmiş gözlere aynı zevki vermiyor.

Brezilya'nın efsane oyuncularından Garrincha'nın grafitisi sahilde. Garrincha, Brezilya'nın güzel oyun dönemlerinden çarpık bacaklarıyla meşhur kanat oyuncusu...

Yenilgiler ise iyice çekilmez hale gelmiş durumda. Kendi evindeki son turnuvada Almanya karşısında alınan tarihi hezimetin travması hâlâ tam olarak atlatılmış değil.

Bir başka görüşe göre, değişen futbol takımı değil Brezilya’nın kendisi. Önceleri, uzun ve baskıcı askeri diktatörlük yıllarında futbol, karnavalla birlikte, kitlelerin tutku ve heyecanını doyasıya yaşayabildiği az sayıda etkinlikten biriydi. Ve elbette, en son 1864 yılında Paraguay’la savaşmış olan Brezilya ordusu, vatanperver hisleri coşturan bu “tehlikesiz” tutkuyu kendine meşruiyet yaratmak, ekonomik ve siyasi hoşnutsuzlukların üstünü örtmek amaçlı kullanmaktan geri durmadı.

1980’lere gelindiğindeyse, ‘güzel oyun’ kitlelerin afyonundan kitleleri harekete geçiren bir işaret fişeğine dönüşmüştü. Sócrates’in öncülüğünde maçlar birer “demokrasi mitingi” haline geldi ve yükselen otoriterlik karşıtı dalgayı kitlelere yaydı.

Bugün ise Brezilya dünyanın sekizinci büyük ekonomisi ve tüm dertlerine rağmen 30 yıldır demokrasiyle yönetilen bir ülke. Çoğunluğu gençlerden oluşan bu 200 milyonluk çok renkli toplumda futbol eskisi gibi tutkuların tek hakimi değil.

Bu iki farklı görüşün birleştiği bir nokta var: Futbol, özellikle Dünya Kupası, Brezilya’da toplumun içinde bulunduğu ruh halini yansıtmaya devam ediyor. Ve bugün toplumun geniş kesimlerinde derin bir kafa karışıklığı, karamsarlık ve bölünmüşlük hissi hakim.

Aslında 21. yüzyıl Brezilya için güzel başlamıştı. 2002 yılında önce Ronaldo’lu, Rivaldo’lu Ronaldinho’lu milli takım Dünya Kupası’nı beşinci kez kazandı, sonra da İşçi Partisi toplumsal adalet ve barış vaatleriyle yönetime geldi. Ekonomi 2000’ler boyunca büyüdü, hükümetin sosyal politikalarıyla milyonlarca insan fakirlikten kurtuldu.

Ülke, uluslararası kamuoyunda saygın bir aktör haline geldi, 2014 Dünya Kupası ve 2016 Olimpiyatlarına ev sahibi olmaya hak kazandı. Bu başarıların mimarı olan Lula da Silva 2010 yılında yüzde 90’a yakın toplum desteğiyle başkanlığı halefi Dilma Rousseff’e devrederken dünyanın en popüler politikacısı sayılıyordu.

Avusturyalı yazar Stefan Zweig, 1940’ların başında yaşamının son yıllarını geçirdiği Brezilya’yı “yarının ülkesi” olarak tanımlar. Ülkelerinin potansiyelinin çok altında kalmasına alışmış Brezilyalılar ise kinayeli bir şekilde ekler: “yarının ülkesi ve hep öyle kalacak”. İşte 2000’lerin sonunda bir süreliğine, bu devasa ülkede yaşayanlar on yıllardır kaçırılan treni sonunda yakaladıklarını hissetti.

Sonra her şey değişti... 2010’larda Çin’deki büyümenin yavaşlamasıyla düşen hammadde fiyatları Brezilya ekonomisini baş aşağı etti. 2013 yılında artan otobüs fiyatlarına tepki olarak başlayan bir protesto kitlelere yayıldı. 2014 yılında ekonomi çakıldı. İşçi Partisi, iktidarı boyunca dokunmadığı en zengin kesimi rahatsız etmek yerine, kemer sıkma politikalarına yöneldi. Böylece hem kendi tabanını küstürdü hem de orta sınıfın düşmanlığını azdırdı.

Bu sırada kamu kaynakları, yol, okul, hastane gibi ihtiyaçlar yerine, yüksek maliyetli stadyumlara aktarılıyor, oyunlara gelenlerin güvenliğini sağlama mazeretiyle ordu, fakir siyahların yoğun yaşadığı favela’lara operasyonlar düzenliyordu. Milli takımın Almanya karşısında aldığı 7-1’lik yenilgi, yaşanan ve yaşanacak trajedilerin habercisi gibiydi.

Aynı yıl ülke tarihinin en büyük yolsuzluk operasyonu başladı. Suçlamalar kısa sürede eski başkan Lula dahil Brezilya’nın en büyük şirketlerine ve güçlü politikacılara yayıldı. 2015 yılından itibaren yolsuzluk karşıtı gösteriler, sağ grupların tekeline girdi ve İşçi Partisi hükümetini devirmeye yönelik bir girişime dönüştü. Aralarında açıkça ordunun darbe yapmasını isteyen ve sesi gittikçe gür çıkan bir azınlık da belirdi.

İşçi Partisi iktidarı 2016 yılında Dilma’nın başkanlığının olaylı bir şekilde düşürülmesiyle son buldu. Yerine geçen sağcı Temer hükümeti ilk iş bütün kamu harcamalarını dondurdu, kemer sıkma politikalarını derinleştirdi ve yolsuzluk operasyonunun kendi kirli çevresine ulaşmasını engellemek için bir dizi siyasi önlem aldı.

Son olarak, bu yılın ekim ayında yapılacak seçimlerde başkanlığa tekrar aday olacağını açıklayan ve yoklamalarda açık ara birinci sırada gösterilen Lula, yolsuzluk suçlamalarından hüküm giyip cezaevine kondu. Lula’nın safdışı bırakıldığı yarışı önde götüren aday ise kendini Donald Trump’a benzeten, diktatörlük dönemindeki işkence uygulamalarını açıkça savunan, kişisel silahlanma yanlısı, homofobik ve misojenist asker emeklisi Jair Bolsonaro.

Bütün bu çalkantılar sırasında, 2015’ten bu yana İşçi Partisi karşıtı gösterilerde kullanılan sarı Seleção forması ve yeşilli, sarılı, mavili Brezilya bayrağı, bu eşitsizlikler ülkesini yıllarca bir araya getirmiş ortak futbol tutkusunu değil, toplumun bölünmüşlüğünü temsil etmeye başladı. Yaşananlara öfke duyan Brezilyalılar formalı bayraklı ortamlardan genelde uzak duruyor. Kupa öncesinde sokaklarda formalı insanların daha az görülmesinin bir sebebi de bu.

Rio sahillerinde kupa öncesi sıradan bir gün...

Fakat gelenekleri aniden yıkmak, farklı kesimlerde nostaljik hisler uyandıran sembolleri atıvermek kolay değil. Bu yüzden, son günlerde, maçları geleneksel sarı forma yerine alternatif mavi formayla izlemek gibi orta yol arayışlarının konuşulduğuna da şahit oluyorum. Turnuva başlayınca maçlara olan ilginin artacağını ve bu tür hesapların daha çok yapılacağını kestirmek mümkün.

Dünya Kupası, Brezilya toplumunun ruh halini yansıtmanın ötesinde, bu ruhu bizzat dönüştürebilen bir turnuva. Rusya’da mücadele edecek ekibin başarısızlığı ülkenin içinde bulunduğu karamsarlık ve bölünmüşlük halini derinleştireceği gibi, olası bir şampiyonluk topluma ve siyasete yeni bir umut ve enerji aşılayabilir. Sócrates’in öncelik sıralaması elbette hala geçerli. Fakat bu sene Brezilya’nın hem güzelliğe hem de zafere ihtiyacı var.

* São Paulo Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Enstitüsü ve Brasília Ulusal Kamu Yönetimi Okulu (ENAP) misafir araştırmacı.