Memleketimden müşahit manzaraları

Hollanda’da anti-faşist partilere oy veren Türkiyeliler, gördük ki tercihlerini büyük ölçüde tek adam rejimini onaylamaktan yana kullanmışlar. Oyları sayan başkanın plak gibi takıldığı anlar oldu: “Recep Tayyip Erdoğan, Recep Tayyip Erdoğan, Recep Tayyip Erdoğan, Recep Tayyip Erdoğan, Recep Tayyip Erdoğan… AKP, AKP, AKP, AKP, AKP”.

Google Haberlere Abone ol

Tunca Özlen

24 Haziran günü yalnızca seçimlere değil, “Tek adam rejimi” olarak kodlanan sistemde yaşamak istemeyen milyonlarca insanın seferberliğine de tanık olduk. Sandık görevlilerini, müşahitleri, tutanak peşinde koşanları, seçim kurullarının önüne gitmek için hazırda bekleyenleri asıl hüsrana uğratan hileli sonuçlar değil, muhalefetin sessizliği oldu.

24 Haziran akşamı “Yürü derlerse ben hazırım” yerine, “Ben yürüyorum beraber miyiz?” diyemeyen Muharrem İnce’nin basiretsizliği, aslında toplumsal muhalefetin güçsüzlüğünün bir yansımasıydı. İnce’nin ortalıktan kaybolduğu saatlerde, Ankara Ticaret Odası – AKP Genel Merkezi – Saray hattı, Erdoğan’ın başkanlığını kutlayanlarla doluydu.

Sesleri, ATO’da yurt dışı oylarını sayan bizlere kadar gelmese de, dışarıdakilerin ruh hallerini aynı ortamda bulunduğum AKP’li ve MHP’li sandık görevlilerinin hal ve tavırlarından anlayabiliyordum. Çoğuna zafer sarhoşluğu değil, yıllarca kinle beslenmiş ve belirli bir doyuma ulaşmış bir memnuniyet hâkimdi.

Üyesi olduğum sandık kurulunun iki memur üyesi, adeta iktidar kontenjanındandı. Tam 12 saat süren ve hepimiz için çileye dönen sayım işlemi esnasında en sakin kalabilenler de yine onlardı. 24 Haziran gecesini üç AKP’li ve bir MHP’li ile geçirdiğimi söylemek haksızlık olmaz.

Sandık kurulu başkanı, bizlerin amiyane tabirle “şeriatçı” dediği tipolojinin karakteristik bir örneğini teşkil ediyordu. Soğukkanlılığımızı bir an olsun yitirmeden, saatlerce birbirimize laf soktuk. Liberaller için “hoşgörünün, çoğulculuğun” vs. göstergesi olan bu durum, “dehşet dengesi” [1] ile stabilize edilmiş bir tür Soğuk Savaş'tan başka bir şey değildi.

Benim ve AKP’li kurul üyesinin bekâr olduğunu öğrenen başkan, “Sizin gibi gençleri gördükçe ikinci kez evlenesim geliyor” deyiverdi. “O zaman kadınlar da ikinci eşi alsın” demem üzerine bu konu kapanmış oldu. Kadınların ne kadar menfaatçi, doyumsuz, gözü dışarıda olduğu yönündeki her imasına, asıl erkeklerin ne menem insanlar olduklarını gözüne sokarak karşılık vermeden geri durmadım. İkna olmadı ama en azından sustu.

Başkanın sataşmalarından nasibini alan AKP’li kurul üyesi, gece boyu en fazla iletişim kurabildiğim kişiydi. Ankara Büyükşehir Belediyesi’nin ihya ettiği bir şirkette özel güvenlikçi olarak çalışıyormuş. Amiri ve ekibiyle beraber geçen sene de yurt dışı oylarının sayımında görev almış: “Benlik bir durum yok, bana kalsa…”

Asgari ücretten daha yüksek bir ücretle çalıştığı için kendini şanslı sayıyordu. Sendikalı mısın diye sormam üzerine cüzdanından çıkardığı Hak-İş logolu sendika üyeliği kartını gösterirken, “İşveren sendikası” diye eklemeden edemedi. Her şeyin farkındaydı farkında olmasına ama o da kendini işlerin akışına bırakmış milyonlarca emekçiden biriydi.

Görev mahalline son dakikada yetişen MHP’li kurul üyesi ise Ankara Üniversitesi’nin yemekhanesinde çalışan genç bir taşeron işçiydi. “Diğer taşeronları kadroya aldılar, bir biz kaldık” derken bile biraz olsun öfkeli değildi. Tıpkı AKP’li görevli gibi o da mesai arkadaşlarıyla mecburen gelmişti.

MHP’li genç işçi HDP’nin partisinden yüksek oy aldığını, bir dahaki seçimlerde kurul üyeleri arasında HDP’li temsilcilerin de yer alacağını söylediğimde, işte sadece o an öfkelendi: “Koskoca partiyi ne hale düşürdüler!”

Biz çuval çuval oy sayarken, ajanslar seçim sonuçlarını açıklama yarışına girdiler. Her “Biz burada daha oy sayıyoruz yahu” dediğimde, başkan “Sonuç belli kabul etmek lazım” diye hayıflandı. Onlara kalsa sonuç, seçimler yapılmadan belli.

Benim açımdan son derece boğucu olan bu atmosferde zar zor nefes almaya çalışırken, dört çuvala tıkıştırılmış tam 2 bin zarf açtık, 4 bin pusula saydık. Eyyy YSK! Beş kişiye bir ilçeden çıkan kadar oy saydırmak insafa sığar mı?

Hollanda’da anti-faşist partilere oy veren Türkiyeliler, gördük ki tercihlerini büyük ölçüde tek adam rejimini onaylamaktan yana kullanmışlar. Oyları sayan başkanın plak gibi takıldığı anlar oldu: “Recep Tayyip Erdoğan, Recep Tayyip Erdoğan, Recep Tayyip Erdoğan, Recep Tayyip Erdoğan, Recep Tayyip Erdoğan… AKP, AKP, AKP, AKP, AKP” [2]

.

Akşam 5’te başladığımız oy sayımı, sabaha karşı 5’te bittiğinde hava aydınlanmaya başlamıştı…

İlk bakışta kör bir kuyuya bağlanmış halatın ucunda sallanır gibi görünürken, aslında kuyuyu bitmek tükenmek bitmeyen bir inatla kazan insanlarız. Hem bu kuyudan su çıkmayacak olsa, buralarda kurbağanın ne işi var?

[1] Soğuk Savaş döneminin bir kavramı olarak "dehşet dengesi", sahip oldukları nükleer silahların bir kez kullanılmaya başlandığında dünyayı birçok kez patlatacak güce ulaşması nedeniyle kutuplar arasında nükleer bir savaşın olanaksızlığını ifade etmek için kullanılıyordu.

[2] Türkolog Prof. Zürcher, Erdoğan'ın Hollanda'dan yüzde 73 oy alma nedenlerini incelemiş:

https://www.bbc.com/turkce/haberler-dunya-44610361?ocid=socialflow_facebook