Uğur Mumcu gibi öfkemizi büyütmeliyiz
24 Haziran sonrası yılgınlık yaşayanları bunları biliyor mu? Eski Cumhurbaşkanı Cevdet Sunay fikirlerinden dolayı Uğur Mumcu'yu yakın markaja almıştı. Pek, Uğur Mumcu ne yaptı? Bu olaydan sonra bir daha üniversiteye dönmedi. Kendi deyimiyle "öfkem o kadar büyük ki bunu bir üniversite kampüsünden haykırmam güç" dedi.
Orbay Soydan
Tarih 20 Ekim 1991
Yapılan genel seçimlerde bütün partiler yüzde 30’un altında oy aldılar. Seçmenin hiçbir partiye iktidarı tek başına teslim edecek kadar güvenmediği ortaya çıktı.
Türkiye, Kürt sorunu, demokrasiye erişememe ve ekonomik bunalım içerisindeydi.
Körfez Savaşı’nın yıkıcı etkileri bölge üzerinde hissedilmeye devam ediyordu.
1991 seçimlerinden sonra enflasyon kritik sevilere ulaşmıştı.
Yaşananlar bugün yaşadıklarımızdan farksızdı…
Tarih 24 Aralık 1989
Basında Hakkari’nin İkiyaka Köyü’nde PKK’lılar tarafından 13’ü çocuk, 6’sı kadın 19 kişinin vahşice öldürüldüğü yer aldı. Bu korkunç olayı Çevrimli Katliamı, Pazarcık Katliamı ve Cevizdalı Katliamı izledi.
Bitlis’in Cevizdalı Köyü’nde baskında PKK’lılar çocuk ve kadınların bulunduğu 30 kişiyi vahşice öldürüp, köyü ateşe vermişlerdi.
Artık PKK ile “mücadele çok farklı olacaktı.”
PKK’ya karşı gayri nizami harp verilmesi savunuluyordu.
Bunları faili meçhul cinayetler, yargısız infazlar, gözaltında kaybolmalar, boşaltılan köy ve mezralar, basılan sendika, dernek ve gazeteler izledi.
1990’lı yılların ilk gazeteci kurbanı Hürriyet Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Çetin Emeç oldu. Terörün başka bir kurbanı Cumhuriyet yazarı Uğur Mumcu’ydu.
Uğur Mumcu Özel Harp Dairesi ve Kontrgerillayla ilgili iddiaları araştırıyordu. Bu cinayetlerin faillerinin iktidar ve devlet olduğunu öne sürüyordu.
2013 yılında Birgün gazetesinden Berna Şahin’e konuşan dağ komandosu T.A’nın ifadesine göre ise devlet kendilerine yardım etmeyen bir köyü yakmıştı.
Sonradan ortaya çıktı; hazırlanan ölüm listesinde de aralarında gazeteci Mehmet Ali Birand’ında bulunduğu 54 kişinin adı geçiyordu.
Tarih 25 Şubat 2013
Eski Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç’a suikast iddiasıyla Özel Harp Dairesi belgelerinin mahkeme tarafından istenmesi üzerine dönemin Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan ile görüşen Genelkurmay eski Başkanı Necdet Özel, Kasım’daki YAŞ toplantısında bunları lağvederek açığa çıkmasının önüne geçti.
Daha sonra faili meçhul cinayetlerle anılan ve 90’ların meşhur Kontrterör Dairesi'nin yeninden teşkilatlanmaya çalıştığı orta çıktı.
Bu iddiayı ortaya atan Gezi olayları sırasında Sapanca’da Doğan Haber Ajansı’na konuşan eski MİT Kontrterör Daire Başkanı Mehmet Eymür’den başkası değildi.
Eymür verdiği röportajda söyle diyordu: “Öbürleri geldi kapattı. Bir istikrarsızlık var. Bu nedenle kapatılan Kontrterör Dairesi'ni hükümet yeniden kurmaya, teşkilatlandırmaya çalışıyor.”
Bu açıklamayı; Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Dağlıca saldırısı sonrası “bundan sonra mücadele çok farklı olacak, kararlı olacak” açıklaması, hendek olayları, tekrar seçim, şehirlerde patlayan bombalar, Tahir Elçi suikastı, darbe girişimi, OHAL, başkanlık sistemine geçiş ve sonra tekrar erken seçim izledi.
Ne diyordu Erdoğan o dönemki çok tartışılan açıklamasında “Eğer 400 milletvekili alabilecek veya anayasayı inşa edecek sayıyı bir siyasi parti yakalamış olsaydı bu durum bugün çok farklı olurdu.”
Daha önce başka bir yazıda aktardığım gibi; bir şey anlatırsanız bunla ilgili bir yargıya varılması kaçınılmazdır. Çünkü ünlü filozof Theodor Adorno’nun tespitiyle her bilgi algı kapılarını aralar.
Bu yüzden siyasi kültürümüzün derinliklerine inmeye devam ediyorum…
Yıl 1912
Osmanlı’da gizli bir örgüt olan Halaskar Zabitan grubu hükümete ve meclise karşı harekete geçmişti. Grubun amacı İttihat ve Terakki’yi iktidardan uzaklaştırmaktı.
Hükümet ise Arnavutluk isyanı ve bazı Arnavut mebuslarının da isyanı desteklemesi ile çözülmeye başlamıştı.
Haliyle mevcut durum yeni seçim tartışmalarını beraberinde getirdi.
İttihat ve Terakki karşıtı gazeteler İttihatçıların karıştığı seçim hilelerini ve yolsuzlukları yeniden gündeme getirdiler.
İttihatçılar gazeteci öldürmek, Trablusgarp’ı satmak, hazineden para çalmak ve baskıcı bir rejim kurmakla suçlanıyordu.
Hürriyet ve İtilaf yanlısı gazetelere göre İttihatçılar halkını soyan “Şirket-i inhisariye” idi.
Osmanlı’ya hürriyeti getiren ve parlamentoyu kuran İttihat ve Terakki’nin düştüğü durum ibretlikti. Hürriyet ve demokratikleşme adımları yerini iktidar hırsı ve baskıcı bir rejime bırakmıştı.
Bu kez seçimlerin İtilafçıların umduğu gibi gerçekleşeceği görülüyordu.
Ancak İtilafçıların umutla beklediği bu seçim gerçekleşmedi. 15 Ekim 1912’de Balkan Devletleri Osmanlı’ya savaş açtı. Bunun üzerine geçici Ahmet Muhtar Paşa hükümeti seçimleri ertelediğini duyurmak zorunda kaldı.
Sonradan İttihatçıların organize ettiği iddia edilen 23 Ocak 1913 Babıali Baskını yaşandı.
Bu esnada muhalefete yapılan baskı ve soruşturmalar ertelenen erken seçim öncesi Hürriyet ve İtilaf Fıkrası’nın dağılmasıyla sonuçlandı.
Ertelenen seçimlere ancak 1914 yılında İttihat ve Terakki’nin tek partili yönetimiyle gidilebildi.
İttihatçılar iktidarı tamamen ele geçirdikten sonra ise milliyetçi bir siyaset izledi. Türk Ocağı gibi milliyetçi kültür dernekleri kuruldu, yerli ve milli girişimcilik ve kooperatifçilik desteklendi.
Krizdeki Osmanlı maliyesini kurtarmak için zenginleşen gayrimüslimlerin servetlerine göz dikildi.
En önemli gelişme ise 5 Ağustos 1914 tarihinde yaşandı. İttihatçıların seçimleri kazanmasında çok etkili olduğu iddia edilen gayrinizami harp unsuru Teşkilat-ı Mahsusa, Harbiye Nezareti'ne bağlı resmi bir örgüte dönüştü.
Bundan sonra eski bir yer altı unsuru olan teşkilat, İttihatçıların iktidarda kalması, halkı ikna ve harekete katılmaya sağlamak için casusluk ve sabotaj gibi faaliyetlerini hızlandırdı.
Mecliste rakip olarak gördükleri Rum ve Ermeni cemaati mebuslarına karşı, sayılarını asgari ölçüye indirmek için de harekete geçildi.
Teşkilat-ı Mahsusa'nın Reisi Kuşçubaşı Eşref’in sözleriyle, Ege havalisindeki temizleme işini, ordu olarak Pertev Paşa kumandasındaki Harbiye Reisi Cafer Tayyar Bey yerine getirdi.
Bu yaşananlar daha sonra Ermenilerin tehcir edilmesinde ciddi bir cesaretlendirici faktör oldu.
İşte bu yüzden Adorno’ya hak vermemek mümkün değil; çünkü bunları bilince yapılan açıklamalar daha anlamlı geliyor.
O yüzden Bakan Soylu’nun HDP’lilere yönelik "Size haddinizi bildireceğiz, size artık yaşama hakkı yok" demesi bana 12 Mart döneminde Nihat Erim'in kurduğu "Tepelerine balyoz gibi ineceğiz" cümlesini çağrıştırıyor.
Bahçeli'nin 24 Haziran sonrası ‘iftira, itham, isnat’ ilanıyla gazeteci ve aydınların isimlerini sayması gibi o dönemde 'hainler listesi' yayımlanmıştı. Bu açıklamayı takiben de çok sayıda aydın, akademisyen ve gazeteci tutuklandı.
Tutuklanan isimlerden biri o dönem genç bir akademisyen olan Uğur Mumcu'ydu. Dönemin Cumhurbaşkanı Cevdet Sunay fikirlerinden dolayı Uğur Mumcu’yu yakın markaja almıştı.
Uğur Mumcu bu olaydan sonra bir daha üniversiteye dönmedi. Kendi deyimiyle "öfkem o kadar büyük ki bunu bir üniversite kampüsünden haykırmam çok güç" dedi.
Bu yeni dönemde KHK ile ihraç olan birçok değerli meslektaşının yaptığı gibi gazetede yazmaya başlamıştı.
Demeye çalıştığım; tarih şahit bunlar gibi olaylar insanları yıldırmaz, daha çok güçlendirir ve hayatta kalma becerilerini artırır.
Toplumda her zaman iyiler ve kötüler vardı…
O nedenle; şimdi devam etmek için Uğur Mumcu gibi öfkemizi büyütmeliyiz!