Ama bu bir konsol değil Ümit!
Dostoyevski Çar Babamız gazeteleri yasaklıyor ama duble yollar yapıyor diye yazmadığı için; tanrıtanımazlıktan yani sosyalizmden dönüp Slavcılığa geçmiş Şatov’un tanrıtanımazlar tarafından öldürülmesini anlatırken politikaya bulaşmıyordu. Dickens Kasvetli Ev’i adalet sistemini ve devletin adalet politikasını eleştirmek için yazmamıştı; politikasını sanatına taşıyacak olsa oyunu hangi partiye verdiğini de tweet’ler pardon yazardı romanda. Böyle sanıyor olabilir Ümit, ama bu bir konsol değildir.
Yelda Eroğlu
Artık beach’lerde Demet Akalın çalmıyor Elif Şafak okunmuyor diye Türkiye’nin hakikaten de değiştiğine inanacakken Ahmet Ümit röportaj vermiş ve yine ve yeniden, “Dostoyevski ve Shakespeare gibi dünyanın en iyi iki yazarı da suçu anlatır” bla bla. Bay Bennet’ın Bay Collins’e sorduğu gibi sormak istiyorum: “Bu hoş saptamaları doğaçlama mı yapıyorsunuz yoksa lazım olursa diye önceden evde mi hazırlıyorsunuz?”. Keşke arada bir saklama kabını döküp yeni hoş saptamalarla doldursa da her polisiye diyene Dostoyevski de Shakespeare de suç öyküsü yazıyordu diye koşturmasa. Rastgele google’lıyor ve farklı zamanlarda yazdığı söylediği konuştuğu üç cümleye denk geliyor, (“Kimi eleştirmenler Dostoyevski’nin Suç ve Ceza’sı ile Karamazov Kardeşler'ini polisiye roman olarak adlandırır”, “Dostoyevski’nin Karamazov Kardeşler'i, Suç ve Ceza’sı, doğrudan cinayetten yola çıkılarak anlatılan metinlerdir”, “Dostoyevski’nin, suç ve mülkiyet ilişkisini bir varoluş meselesi olarak Suç ve Ceza romanında sunduğunu söyleyen Ümit…”) ve esniyor esniyorum. Keşke eşi dostu uyarsa da şu, evim kağıt üstünde Kurtuluş’ta ama esasen Nişantaşı sayılır kompleksinden kurtulsa büyük yazar. Bebek pembesi elbisesiyle (muhtemelen) bebek evinde ağırladığı ünlü yazara “Meslek yaşamınıza 25 kitabı sığdırmayı nasıl başardınız?” diye soruyor röportör; “politik görüşlerinden, dini inançlarından, cinsiyetinden bağımsız olarak insanı” anlattığı içinmiş meğer bu mucize ki politik görüşlerini, dini inançlarını, cinsiyetini sökünce pek karmaşık bir tarafı kalmıyordur insanın. Amatörler için insan vücudu ve çalışması broşürü ebadına düşüyordur ki böyle meslek hayatına üç ayda bir roman sığıştırmayı nasıl beceremediniz diye de sorulabilirmiş.
İşte büyük yazarlar Ümit gibi bir yandan meğer polisiye yazarken öte yandan da tıpkı Ümit gibi politik görüşlerini eserlerine yansıtmıyormuş meğer. Bakınız Balzac, bakınız Dickens bakınız Dostoyevski. Yine keşke arkadaşları uyarsa da (çünkü arkadaşların vazifesi insanın kendini rezil etmesine bir dereceye kadar mani olmaktır) Ümit ortalık yerde bu talihsiz örnekleri vermese. Eserleri politik görüşlerinden azade esas büyük yazarları ansa mesela; mesela Barbara Cartland mesela W.C. Andrews… Bittabi olguların herkese göre değiştiği bu Gelin Evi çağında (bu bir konsol değil/ bana göre bir konsol/ saygı duyarım) Ümit’le ben politik görüş denen şeyi farklı da yorumluyor olabiliriz. Ümit; Louis Philippe’in emriyle askere gideceğine hapis yatmayı tercih edecek kadar lejitimist olan Balzac’ın, romanlarında Louis Philippe’e oy vermeyin! diye yazmadığı ya da Louis Philippe’çi karaktere esas kıza kötülükler yaptırtmadığı için politik görüşünü kendisine sakladığını sanıyor olabilir. Tabii ya, kast anlayışıyla gözleri kör olmuş aristokratların ve yozlaşmış zavallı köylülerin anlatıldığı Şuanlar, borsada parça pinçik edilen küçük esnaf César Birotteau, biri banker biri aristokrat iki damadın kanını kene gibi emdiği Goriot Baba politik görüş ve eylemlerin şekillendirdiği hikayeler değil olsa olsa birer aşk hikayesiydi. Ya da Çar Babamızcı Dostoyevski Çar Babamız gazeteleri yasaklıyor ama duble yollar yapıyor diye yazmadığı için; tanrıtanımazlıktan yani sosyalizmden dönüp Slavcılığa geçmiş Şatov’un tanrıtanımazlar tarafından öldürülmesini anlatırken politikaya bulaşmıyordu. Dickens Kasvetli Ev’i adalet sistemini ve devletin adalet politikasını eleştirmek için yazmamıştı; politikasını sanatına taşıyacak olsa oyunu hangi partiye verdiğini de tweet’ler pardon yazardı romanda. Böyle sanıyor olabilir Ümit, ama bu bir konsol değildir.
“Siyasette diyaloğun çok önemli olduğuna inanıyorum” diyor. Röportaj bir klişe madeni, Ümit de elinde kazma kaza kaza ilerliyor. Giderek daha bulunmadık duyulmadık vay canına’lık saptamalar geliyor yazardan; “Roma İmparatorluğu, Osmanlı İmparatorluğu neden bu kadar güçlüydü? Çünkü çok renkli bir toplumsal yapıları vardı”. İşte bunlar tarihi hep dizilerden öğrenmekten, Roma İmparatorluğu'nu Spartaküs, Osmanlı’yı Muhteşem Yüzyıl sanmaktan, kostümlere mekanlara aldanmaktan oluyor hep. Ümit’in arkadaşları, ya söylesin biz de okur eğleniriz demiyorsa rica ediyorum bu konuya da bir el atsınlar. Ama “Hepimiz aynı gemideyiz” dediğinde, hepimiz aynı D&R raflarındayız şeklinde bunu tercüme ettiğimizde. “Kültür Bakanlığı’mızdan da bir ricada bulunmak istiyorum” (işte şimdi gerçekten konuşmaya başladık), TEDA Projesi bla bla “Korsan yayınların engellenmesi için de bakanlığımızdan ricada bulunmak istiyorum. Devlet vergisini alamıyor, yazar da emeğinin karşılığını”. Sen bana korsanla zayi olan paramı buldur ben de sana ucundan vergi vereyim. Saygı duyarım.
Ahmet Ümit: Doğru icraatlar desteklenmeli
Ve aldığı bütün iyi aile terbiyesi Ümit’in, “Ama ülkemi gidip yurt dışında eleştirmem” lafında toplaşıp ışıldıyor. Öyle doğru öyle nezih çınlıyor ki bu cümle. Yurt dışında ülkemizi çekiştiren türlü sanatçıya doğru öyle imalı öyle yüzleşmekten korkan Müzeyyen teyze usulü gidiyor ki bebek pembesi elbisesiyle röportör isim verin lütfen sayın Ümit dese ben ortaya konuştum deyip huzurla kenara çekilebilecek. Kendisi de yabancılara ancak kültürünü, tarihini, müzesini, gözlemesini anlatacak güzel ülkesinin, ölene dek burada yaşayacak ve kırılan kolları ancak memleketlisine edebiyle şikayet edecek. Röportaja ustaca sokuşturuverdiği gibi; “elbette bu hakkım elimden alınmadığı sürece”.