'Yeni Türkiye'de hayatta kalma rehberi
Türkiye adına İslamcılık denilen deli gömleğine sığmıyor. Ülkenin ilerici birikimi bunu her defasında yırtıp atıyor. Ancak mevcut seçim sistemi ve patron egemenliği, karanlığı iktidardan uzaklaştırmamıza izin vermiyor. Şimdi geliyoruz zurnanın zırt dediği yere: “Yüzde 50” yoluna nasıl devam edecek?
Tunca Özlen
15 Temmuz- 16 Nisan – 24 Haziran üçlemesi, Türkiye’nin 12 Eylül’den bu yana yaklaşık 40 senedir geçirdiği siyasi dönüşümün büyük ölçüde tamamlanmasını simgeliyor.
Gericiliğin toplumsal kaynaklarıyla savaşmayan pasif bir laikliği benimseyen, devlet eliyle kapitalizmi inşa ederken “hakemlik” rolünü tamamen rafa kaldırmayan, sola karşı kullandığı İslamcılığı iktidardan uzak tutmayı tercih eden “Birinci Cumhuriyet”in tasfiye edildiğini kabul etmekten başka çaremiz yok. 1923 projesi bindiği dalı yine kendisi kesti.
“Yeni Türkiye”nin kuruluşu, Erdoğan’ın yemin töreniyle birlikte resmen ilan edildi. Rejim değişikliğinin, siyasi kaderini bu değişime bağlayan birinin üç erki elinde toplamasıyla özdeşleştirilmesi son derece isabetli. Onu aşkın özellikleri henüz kurumsallaşmadığı için, “Yeni Türkiye” Erdoğan’la gerçekten de özdeştir.
Diğer taraftan, bir siyasi kurgu olarak “Yeni Türkiye”yi benimsemeyen toplumsal kesimler, ülke nüfusunun sadece yarısını oluşturmakla kalmıyor. Ülkemizin kentli, eğitimli, üretken ve emekçi kesimini oluşturan bu “yüzde 50”, rejim değişikliğine yönelik direnci temsil ediyor.
Her ne kadar yekpare bir toplumsal blok oluşturmasa da, “yüzde 50” sadece nicelikle ifade edilemeyecek bir niteliği ifade ediyor. Fabrikalardan, ofislerden, üniversitelerden, kültür merkezlerinden, mahallelerden çıkarın o “yüzde 50”yi, geriye sadece beton ekonomisi ve toplumsal çürüme kalır. “Yeni Türkiye”, onu benimsemeyen “yüzde 50” olmadan bir çöldür.
Türkiye adına İslamcılık denilen deli gömleğine sığmıyor. Ülkenin ilerici birikimi bunu her defasında yırtıp atıyor. Ancak mevcut seçim sistemi ve patron egemenliği, karanlığı iktidardan uzaklaştırmamıza izin vermiyor.
Şimdi geliyoruz zurnanın zırt dediği yere: “Yüzde 50” yoluna nasıl devam edecek?
Madde madde gidelim…
1) Örgütleneceğiz. Ne sosyal mecralardaki sanal var oluşlar, ne de bizimle benzer düşünen kişilerden müteşekkil kumdan kaleler, gerçek bir örgütlülüğünün yerini alamaz.
Dünya görüşümüze ve yaşam tarzımıza en uygun olduğunu düşündüğümüz siyasi partilere, demokratik kitle örgütlerine, derneklere, sendikalara, platformlara vs. üye olacağız.
Bu örgütsel zeminlerin hayalimizdeki ideallere ve ilkelere tamamen uygun olmasını beklemeden kendimizi, örgütleri ve toplumu sabırla dönüştürmeyi hedefleyerek bütünlüklü bir hedefe yöneleceğiz. Bu köhne düzen “yeni” sıfatını hak etmiyor. “Yeni”yi ancak birlikte kurabiliriz.
2) Yaşam alanlarımızı savunacağız. Kent merkezlerinde, parklarda, mahallemizde, kampüste, işyerinde bizi biz yapan yaşam tarzımızla, dünya görüşümüzle, sınıfsal duruşumuzla ve kimliğimizle var olacağız.
Kamusal alanda ilericilere, gençlere, kadınlara, eşcinsellere ve translara yönelik sözlü veya fiziksel saldırılar karşısında “Aman rahatım bozulmasın” demeyecek, gericileri yaşam alanlarımızdan kovacağız.
Örgütlülük olmadan bunu yapabilir miyiz?
3) Çoğalacağız. Eşitlikçi ve özgürlükçü düşünceyi, aydınlanmacılığı, bilimin yol göstericiliğini ve akılcılığı yaygınlaştıracağız. Bunun için temas edeceğiz, dilimizde tüy bitene kadar konuşacağız, anlaşılır bir dilde yazacağız ve paylaşacağız.
İletişim kurma çabamıza hakaretle, tehditle, şantajla karşılık vermeyen herkesle samimi, yalın, dönüştürücü bir dil tutturmak zorundayız. Karşısındakini alaya almakla yetinen, insan doğasının kötücül yanına inanan liberal kibir bizlerden uzak olmalı.
İlericiliğin sadece “yüzde 50”nin ötesine yayılması için değil, aynı zamanda “yüzde 50”nin içinde daha güçlü kök salması için çalışacağız.
Yaşam alanlarımızdan çıkmadan çoğalabilir miyiz?
4) Dayanışacağız. Birbirimize sahip çıkmak, yaralarımızı beraber sarmak, suskunluğa gömülenleri konuşturmak zorundayız.
Örgütsüzlük yalnızlığı, yalnızlık umutsuzluğu, umutsuzluk suskunluğu beraberinde getirir. 16 yıl boyunca örselenen, susturulan, hakları elinden alınan kesimlerin yeniden özgüven ve özsaygı kazanması gerekiyor.
İşçilerin, üniversitelilerin, KHK’lıların, kadınların, LGBT’lerin seslerini duyurmak için düzenledikleri eylemlere katılmak vicdan solculuğunun değil, insan onurunun gereğidir. “Yüzde 50”nin elinde son kalan şey olsa da savunacağı şeydir onur.
Çoğalmadan dayanışmayı büyütebilir miyiz?
5) Hayal kuracağız. Gericiliğin, sömürünün, ayrımcılığın olmadığı bir ülke düşleyecek, herkesin onurlu ve eşit bir yaşam sürdüğü yeni bir toplumsal düzene olan özlemimizi yaratıcılığımızla buluşturacağız.
Sadece son bir hafta içinde ülkemizde yaşanan, haberlerde yer bulan hadiseleri düşünün. Bu çürümüşlüğün ötesini tahayyül edemeden akıl sağlımızı koruyamayız. İnsanlık daha beterini de gördü, bazen tek tutunduğu şey düş gücüydü.
Hayal gücümüzü genişletmenin en önemli koşulu, hayallerimizi birbirimizle paylaşmamız. Nasıl bir Türkiye’de yaşamak istediğimiz üzerine konuşmayı vakit kaybı olarak görmemeliyiz. Hayal kurmadan, yeni bir ülke kuramayız.
Karamsarlığın pençesine düştüğünü, inancını yitirdiğini, dostlarıyla görüşmeyi kestiğini fark ettiğimiz herkesin kapısını çalmalıyız. Bu karanlık dönemi beraber atlatacağız.
Dayanışma olmadan hayallerimizi gerçekleştirebilir miyiz?