Öfkesi güzel bir insan: Zakir Koçak
Kartal Maltepe’den firar eden Mahir’in Ankara’ya gireceği yolları bekler. Ankara’da Mahir’in ulaşımını üstlenir, makarna kamyonu Karadeniz sınırlarını geçene kadar ordadır, yollardadır.
Cemalettin Canlı
Kütükte Haymana yazılıydı. Memleket evladının çoğu gibi bir yerlerden kalkıp bir yere konanlardandı. Erzincan’ın oralardan bir yerlerden kimbilir ne zaman gelmişlerdi Haymana’ya. Kürt müydü, Türk müydü, başka bir halkın çocuklarından mıydı bilmezdi, merak ediyor gibi de görünmüyordu. Öfkesi bir güzel insandı... Zakir Koçak’tı...
1933 Haymana doğumludur. Askerde baytarlık, nalbantlık öğrenen baba, üstüne bir de Türk Hava Kurumu tahsildarı olunca memleket koşulları düşünüldüğünde hayat hiç de fena değildir. Tahsildar olmak biraz da suç ve çıkar tahsil etmektir ya, baba da bu halkada yerini alınca kaçağa düşer. Normal koşullarda herhangi bir taşra kasabasında hayatlar içinden bir hayat gibi geçecek olan Zakir Koçak’ın hayatı bu olayla birlikte çalkantılı sularla birlikte akmaya başlar.
Alman Harbi’nin, -bilinir, yaşayanlar II. Dünya Savaşı’na Alman Harbi derler-, yokluklarından, karartma gecelerinden Afyon’un, Eskişehir’in sokaklarında işportacılığa savrulur. Kurtlar sofrasıdır, hayatta kalmak anneye, kardeşlere bakmak gerekir. Eskişehir’de, tren istasyonunda kara trenlerden dökülen yanmamış kömürleri toplar. Toplarken kendisi gibi yanmamış kömür peşinde tren altında kalan arkadaşlarının parçalarını da... Ekip kurup kabadayılık yapar, kavga eder, karakola düşer... Ayakta kalır... Sonra şoförlük öğrenir, 6-7 Eylül yaşanırken askerdir, Gelibolu’da. İstanbul, Beyoğlu perişan, darmadağınıkken dolanır Beyoğlu sokaklarında, talana tanık olur. Sonra 1957 Eylül’ünde, Ankara’da yüzlerce insanın öldüğü sele, Menderes’in üstü açık bir arabadan insanları uyarmasını görür, kamyonlara cesetlerin toplanmasını da... Aynı Menderes 27 Mayıs sonrasında Kütahya’da derdest edilirken de oradadır. Memleketin dağında taşında sıtmayla mücadelede, evlerde aile planlaması eğitimindedir.
Derken Ankara’ya gelir yerleşir 1966-67 arasında. Taksicilik yapmaya, TİP’e gidip gelmeye başlar. Gençlerle tanışır, Sinan’la, Yusuf’la, Hüseyin’le, Ulaş’la ve Mahir’le... TİP içindeki tartışmalarda gençlerle saf tutar, DEV GENÇ’li olur. Tartışmalı, gerilimli bir sürecin sonunda DEV GENÇ’lilerin adayı olarak TİP Çankaya İlçe Başkanı seçilir, Mahir Çayan, İlhami Aras ve Seyhan Erdoğdu ile birlikte Devrimci TİP Komitesi içinde yer alıp partiye istikamet vermeye çalışır. O günlere denk gelir DEV GENÇ’lilerin, Gülveren’de, Güvenevler’de ve daha pek çok yerde gecekondulularla hemhal olması ve Zakir Koçak’ın “siz kimsiniz” diye soranlara “ben Türkiye İşçi Partisi’yim, halkın çıkarlarını savunuyorum” diyerek diklenmesi ve hep dik kalması.
Yine bugünlere denk gelir dağlara umut yolculuğu. Atilla Keskin anlatır yolculuklardan birini... Sinan mı dediniz? O da yolculardandır. Zaten hepi topu iki kişi vardır dağlarda ve düzde umuda insan taşıyan... Unutmak olmaz, İbrahim Dikmeoğlu’dur biri, öbürü malum...
Karanlıktır, 12 Mart günleridir. Yoldaşlarının, kardeşlerinin, taşıdıklarının ve son kez "hoşça kal" deyip boynuna sarılamadıklarının ölümüne tanık olur, günlerce Kartal Maltepe’den firar eden Mahir’in Ankara’ya gireceği yolları bekler. Ankara’da Mahir’in ulaşımını üstlenir, makarna kamyonu Karadeniz sınırlarını geçene kadar ordadır, yollardadır.
Denizleri kurtarma planları da yaparlar elbet. Olur olmaz demezler. Zaman hayal ve cüret zamanıdır, o kadar şişman olmasa –arka koltuğa sığdıramayız diye vazgeçerler- Demirel’i bile kaçırmak vardır akıllarında... Kızıldere kabusu çöker umutlarına. Beş on gün önce taşıdığı arkadaşlarının ölümüne tanık olur bir kez daha. Denizleri kurtarmak için Sofya’ya kaçırılan uçaktan dolayı 12 Mart’ın işkence tezgazlarında da test edilir öfkesi, işsiz koyulup aç bırakılmak tehdidiyle de. Eyvallah etmez, ODTÜ’de işine döner, sendika kurarlar, mücadele ederler.
Milliyetçi Cephe hükümetlerinin saldırılarına ve ODTÜ’ye rektör yapılan Hasan Tan’ın zorbalığına, üniversitenin işgaline direnirken Ankara’dan da elini çekmez elbet... O günlere denk gelir Şentepe’nin kayalıklarında yeni bir hayatı yeşillendirmek ve yine o günlere denk gelir
Ertuğrul’un düğünü... “Doğruya yiğit doğruya/Canavar girdi sürüye/Ölür mü yiğit olanlar/Ertuğrul benzer diriye.” Gülten Akın’ın Ertuğrul Ağıt’ı Şentepe kayalıklarında Karakaya mahallesi olarak vücut bulurken de ordadır, ülke hızla 12 Eylül karanlığına sürüklenirken de...
12 Eylül’den bir süre önce bir grup arkadaşıyla birlikte ilgileri olmayan bir işten dolayı bir kez daha tutuklanıp cezaevine girer, 1982 yılında tahliye olur. Bir tek Şentepe kayalıklarında, Karakaya mahallesinde yaptığı gecekondusu kalmıştır. Oraya döner, bakkallık yapar, başka işler tutar, ayakta kalır. Nerde ne kadar halk ve hak mücadelesi varsa ve dahi haberliyse ordadır. Mücadele hangi topluluğun, hangi siyasetin önderliğinde gelişir onun ilgi alanında değildir. O mücadeleye bakar. Özgürlük ve Dayanışma Partisi kurulurken de ordadır, Öğrenci Velileri Derneği kurulurken de. Kaletepe Kültür Derneği’nin bütün yükünü çekip bir kez bile of demeyen de oydu, artık halkın eskisi gibi toplumsal sorunlarla ilgilenmemesine öfkelenen de...
1 Mayısları kaçırdığı vaki değildi. 80 yaşını geçtiğinde bile, 1990’lı yıllardaki 1 Mayısların birinde, ileri yaşında kafası gözü kan içinde bırakıldığında “biz dayak yiyeceğiz ki gençler eylem öğrenecek” diyen Boz Mehmet edasıyla yürürdü kortejde. Aynı inancın ve aynı direncin çocuklarıydılar.
Ömür verimli, hikaye uzun. Son icraatı mı dediniz? Kentin çöküntü alanlarına ve eski gecekondu bölgelerine sığınan Suriyeli mültecilerle ilgili son icraatlarından biri. Memleketin hacısı, hocası, okumuşu ve sıradan halkı, “kimdir bunlar, nereden çıktılar, insan memleketini bırakır kaçar mı, biz olsak savaşarak ölürdük” havasından naralar atarken o, “biz bu mahalleyi halk için yaptık, terk edilmiş ev bir işe yaramaz” deyip kapıları kırmış ve barınma bir insan hakkıdır diyerek Suriyeli mültecileri yerleştirmiş, kap kacak temin etmiştir. Sıcak bir Temmuz günü uğurladık onu, Şentepe kayalıklarından, Karakaya mahallesinden. Cevat Geray Hoca’dan tam bir hafta önce...
İkisi için de ışıklar içinde yatsın demeyeceğim, tanıyanlar bilir, yatmazlar. Öfkelerinde ve umutlarında yaşasınlar ve öfkeleriyle umutları bizlere yadigar kalsın...