'Homo Sacer' için her gün bayram
Gerek Derida gerek Kafka, bize normların insanı belli kurallara tabi tutup ceza mekanizmasını işlettiğini ya da kuralların dışına iterek bir yaptırıma tabi kıldığını, insanı kuraldışılayarak yasaya tabi kılındığını belirtmektedirler. Böylece insan hukuk dışı kılınarak hukuk içine alınmış olur. Burada dışlayıcı bir içselleştirme söz konusudur. Paradoks dediğimiz ya da sadece öyle görünen tam da bu haldir.
Nazif Cifci
Çıplaklık kelimesi başlangıç itibariyle zihnimizde beden ilişkisi üzerinden anlam kazanır. Nedeni basittir; kullanım alanının, kurduğumuz toplum ağı açısından bu tarz bir söyleme hapsedilmiş olmasıdır. Söylemsel ya da yazınsal bir ayrım yapmadan ifade ediyorum bunu (malum son zamanlarda söz ve yazı üzerine bir edebi analiz ağı gündemde).
Çıplaklığa, her ne kadar biraz önce belirttiğim bir söyleme hapsedilmiş olsa da bazen, gerek yazılı metinlerde gerekse söylemsel olarak metaforik anlamlar yüklendiğini biliyoruz. Biri bize "kral çıplak" derken veya bir metinde "baldırı çıplak bir akşam üstü" ifadesiyle karşılaştığımızda, çıplak kavramı artık bedenden azad durumdadır diyebiliriz (her ne kadar ontolojik olarak bir azadlık gerçekleşmemiş olsa da).
Diğer yandan bir berraklığı ve uluortalığı da ifade eder. Yani aleni bir yandır çıplaklık. Elbette yokluğu da içinde var eden bir haldir ( varlığın veya herhangi bir duygunun yokluğu). Tabii ki başka birçok anlam ve düşünce içerisinde farklılık gösterebilir ama bizim ilgileneceğimiz yanı muğlak yanı, çaresizlik yanıdır.
Agamben'in işaret ettiği çıplak hayat[1] kavramının çıplaklığıdır aradığımız şey. Bu hayat belirsiz bir hayattır. Tek belirgin yanı bu belirsizliği meydana getiren güçtür. Bu güç çok belirgin bir egemenin (Schmitt'in olağan üstü hale karar veren egemeni[2]) kurguladığı hayatın tezahür etmesidir. Agamben bu hayat kavramsallaştırmasını ortaya koyarken bu hayatı yaşamakla mükellef insanı da ortaya koymayı ihmal etmez. Bu insanı homo sacer (kutsal insan) olarak ifade eder.
Aslında Agamben bu kavramlaştırmayı Eski Yunan kent devletlerinin tarihinde bulup geliştirmiştir. Bu kutsal insan (özü ve tabi oldukları ya da tabi olmadığı durum açısından lanetli insan) işlemiş olduğu bir suç açısından kentin dışına atılan insandır. Bu yetmez elbette, artık kutsallığını da yitirmiştir ama kavramsallaştırmadaki kutsallığını tam bu noktada kazanmıştır. (varsayalım ki yaşadığı toplumunda kurban ritüelleri var; bu kişinin asla kurban olma hakkı yoktur). Bu bağlamda günümüz modern insanı egemen tarafından yaratılmış çıplak hayatın kutsal insanı haline gelmiş durumdadır. Peki bu nasıl olmuş olur?
Elbette ki kendi içerisinde paradoksal bir durum da barındırmıyor değil. Derida bir hukuk tanımda "Hukuk kendini korumayarak kendisini koruyor; kapı hep açık olduğu (hukuk kapısı) ve hiçbir şeyden dolayı açık olmadığı için hiçbir şeyi korumayan bir kapı tarafından korunandır,"der.[3] Bu tanım bize belki hemen Kafka'nın Kanun Önünde[4] hikâyesini hatırlatabilir hatta bu tanım, bu hikâyeye yapılan bir atıf da olabilir.
Gerek Derida gerek Kafka, bize normların insanı belli kurallara tabi tutup ceza mekanizmasını işlettiğini ya da kuralların dışına iterek bir yaptırıma tabi kıldığını, insanı kuraldışılayarak yasaya tabi kılındığını belirtmektedirler. Böylece insan hukuk dışı kılınarak hukuk içine alınmış olur. Burada dışlayıcı bir içselleştirme söz konusudur. Paradoks dediğimiz ya da sadece öyle görünen tam da bu haldir. Bu ise kuralın dışına çıkmaya dair bir kuralı ortaya koyacak kuralsız egemeni doğurur. İnsan kurgulanan çıplak hayata ve bu hayat içerisindeki kuralsızlığa tabi kılınarak siyasallaştırılır. Foucault buna biyosiyasallaşma[5] der.
Agamben ifade ettiği çıplak hayatı ve kutsal insanı nasıl görüyor ve biz bunların neresindeyiz deme vaktidir sanırım. Öyleyse biz içerisinde varolduğumuz hayatlarımızın akışı açısından çıplaklığı ve kutsallığı nerede arayacağız? Yine Yunan kökenli iki kelimeden yardım alır Agamben: Zoe ve bios. Zoe bütün canlı türlerinin yaşamını ifade ederken bios insan canlısının yaşam düzenini belirtir. Eğer bir zoeyi bios için kural belirleyici olarak kabul edersek (tabi bu arada biosta kurgulanmış egemen olağan üstü hal durumu açısından zoenin da egemeni olacaktır) bios bu durumda düzenlenmesi gereken hayat konumuna düşer. İşte bu noktada kural koyucunun yarattığı düzen bir çıplak hayat düzenidir. Bu hayatta varolan insan kuralların dışına atılarak kapsam alanına dahil edilir. Çıplak hayatın içerisindeki bu insanın öldürülmesi hiçbir yaptırıma tabi olmamakla birlikte artık kutsallığını da yitirmiş durumdadır. (Türkiye'de belli sıfatlarla atfedilerek, kendilerine ölüm hak görülen hatta öldükten sonra bile ölüm ritüelleri engellenen insanlar Agamben'in çıplak hayatın içindeki kutsal insanlardır denilebilir).
Temel amaç bir çıplak hayat alanı (belirli bir belirsizlik alanı) yaratmaktır. Kapıyı herkes için açık bırakmak ama kimseyi almamak ve bu durumun yani belirsizliğin ve kuraldışılığın kural olduğu alanın güncelliğini korumaktır. En nihayetinde ortaya çıkacak sonuç çıplak hayat içindeki kutsal insan cinayet olmaksızın, kurban olmaksızın, ölümü kendine reva görülen kişidir. Öyleyse an itibariyle içerisinde bulunduğumuz ya da daha önce kurgulanmış hangi biosların kutsal insanı olduğumuz sorulabilir sanırım.
[1] Agamben, Kutsal İnsan (Ayrıntı yayınları 2013)
[2] Schmitt, Siyasal Kavram kitabına bknz
[3] Agamben, Kutsal İnsan (66. Sayfa)
[4] Kafka, Dava kitabı bknz
[5] Özmakas Utku, Biyopolitika; iktidar ve direniş bknz