'Tecavüz' ve 'idam': Hınçla ceza olur mu?

Hıncın ıslah olması için hınç duyan faillerin “oluş”larını keşfetmeleri, iktidar düzeneklerinden sıyrılmaları gerekmektedir. Bu sadece tecavüz suçunu işleyeni değil 'tecavüz kültürü'nü de ortadan kaldırmak üzere bir olanak yaratabilir. Hapishanelerin ya da idamın ise bunu yapamadığı ortada. Olsa olsa günü kurtarıyorlar.

Google Haberlere Abone ol

Onur Can Sümen*

Spinoza birinin bizden nefret ettiğine inandığımızda, bizde oluşan kederin nedenini kendimizde bulamadığımızda, bizden nefret ettiğine inandığımız kişide bulacağımızı söylüyor. Dolayısıyla ondan nefret ediyoruz. Nefret de tıpkı sevgi gibi bedenimizin duygulanışlarından biridir.(1) Belki de dünyadan silemeyeceğimiz bir tanesi.

Bu noktada nefretin nasıl işlev gördüğünden bahsetmemiz gerekiyor. Bizde oluşan nefret duygusu hem eleştiriye hem de hınca dönüşme potansiyeli taşımaktadır. Eleştiri, yaratıcı, nefretin eyleme geçirilmesi bakımından etkin bir saldırı kipiyken, hınç tepkinin eylenmesinin sürekli olarak ertelenmesi, bilincin bilinçaltındaki kötücül anılara sürekli olarak saplanıp kalmasıdır. Eleştiri, nesnesini, nesnesinden geri aldığı tepkilerle öznesini dönüştürüp bir yersiz yurtsuzlaşma potansiyeli barındırır. Oysa hınç, kişinin mevcut anlam ve değerlerini yeniden üretmekle maluldür. Tecavüz bağlamında hınç meselesini biraz daha derinleştirmekte fayda var.

Tecavüzde nefretin eylenmesi söz konusu değildir. O daha çok hınçla alakalıdır. Deleuze, Nietzsche’den hareketle, hınç insanının tepkisini eyleyemeyen kişi olduğundan, bilinçdışındaki bellek izlerinin bilinci işgal ettiğinden, bellek izlerine saplanıp kalan zihnin bir tür intikam duygusuyla kuşandığından bahseder.(2) Günümüzü düşündüğümüzde, yoğun şekilde kullanımda olan argo kelimelerin ve küfürlerin, bilinçdışındaki bellek izlerine saplanıp kalmış olan hınç insanının kuşandığı intikam duygusunun tezahürleri olduğunu düşünüyorum. Fallus burada bir silah olarak kişinin intikam duygusunu sürekli olarak hissetmede kullandığı bir araç haline gelmekte. Tecavüz etmek ise bana göre tepkinin eylenmesi değil. Aksine tepki vermekten aciz kalmış bilincin sürekli olarak deneyimlediği hıncın bir tezahürü. Peki neden hınç duyuluyor? Tepkiler eylenemiyor?

Benjamin kutsal ilan edilenin suçun damgalanmış taşıyıcısı olduğunu söylüyor.(3) Dinler ve çeşitli anlatılar aracılığıyla kutsal ilan edilen, fetişleştirilen kadın bedeni ya da kadınsılıkla işaretlenmiş çocuk bedeni, aynı zamanda bu hıncın nesnesi. Kutsal olandan niçin hınç almak istenir? Çünkü ataerkil yapı bir yandan kadın bedenini kutsarken, bir yandan da yarattığı kadın-erkek ikiliği çerçevesinde, erkeklerin hem bedensel hem de kültürel olarak kutsanan şey üzerinde egemenlik kurmasını sağlamak üzere kurulmuştur. Bu noktada Butler’ın, gender’ın inşa edilmiş bir şey olduğu tespiti önemlidir. Kadınlık kültüründe yer alan şefkatin anneliğe yüklenmesi, iffet, gösteriş vb. şeylerin, tıpkı erkeklik kültüründe yer alan iktidar gibi inşa edilmiş şeyler olduğu kanaatindeyim.

Kadınlık ve erkeklik kültürü tarihsel ilişkiler içinde kendine aşkın bazı değerler (kadınlık kültüründe namus, erkeklikte iktidar gibi) koyar. Kutsal ilan edilen kadın bedeni egemenlik altına alınırken, cinsellikten arındırılmıştır. Bu aşkın değerler kadın bedenini cinsellikten arındırmak üzerine kurulmuştur. Bu yüzden cinsellik çağrışımı yapan kişiler, hınca uğrar. Çünkü onun kutsiyeti, cinsellikten arındırılmış olmasında yatar.

Bu noktada nefretin eylenmesi eleştiriyi ortaya çıkarırken, hınç daha çok bir eyleyememe halidir. Hınç eylenmez, hissedilir. Peki neden insanlar kutsallığın sınırları cinsellikle ihlal edildiğinde hınç duyar? Guattari, tüm iktidar oluşumlarına içkin fallik vaatlerden kendini kurtaran bir erkeğin, mümkün modaliteler uyarınca bu tür kadın oluşa geçeceğini belirtiyor.(4) Deleuze ve Guattari yine kadın-oluşla ilgili şöyle diyor: ”Kadın” olarak bildiğimiz ve adlandırdığımız form, erkeğin, kız çocuğun “oluş”unu ondan çalmasıyla kurulur ve kız, kendinden bir şeyler çalınarak, erkek düzeninin ilkeleriyle çalışan örgütleme düzleminde modellenen bir cinsiyettir. Bu çerçevede kadın-oluş, örgütleme düzleminden, bir modele dayanmayan tutarlık düzlemine doğru bir yersiz yurtsuzlaşma anlamına gelir.(5) Tıpkı kız çocuğunun “oluş”unun çalınması gibi, kültür erkek çocuğunun da “oluş”unu çalmaktadır. Bunu kadın-erkek ikiliği yaratarak, bu ikilik içinde erkek çocuğunun “oluş”unu kadınsılıkla imleyerek yapar. Kadınsılık ataerkil kültürde erkek çocuğu için olumsuz bir özelliktir. Olumsuz olarak imlenen bu özellik erkek çocuğunda bir keder uyandırır. Kederin sebebini toplumun yapılanmasında görecek eleştirel araçlardan yoksun erkek çocuğu, sebebi kendi “oluş”unda görür. Böylelikle kendi “oluş”undan nefret eder. Toplumsal yapılanmanın erkeğin kendisinde uyandırdığı bu nefret, defalarca kez belleğine kötü birer anı olarak yazılır. Bu kötü anılara çöreklenen bilinç eylemekten yoksun kalıp, kadınsılıkla imlenen “oluş”a hınç besler. Ataerkil toplum bu hıncı örgütleyerek kadınlar üzerinde iktidar kurar. Tecavüz ise bu hıncın en yüksek seviyede dışavurumudur. Tepkisini eyleyemeyen erkeğin önce kendisine, daha sonra kadınsılıkla imlediği şeylere karşı hıncıdır.

Peki bütün bunların idamla ilişkisi ne? Bana kalırsa idam tutkunları, tecavüz edende bu hıncı değil, kadın bedeninin kutsiyetinin cinsellikle bozulmasını görmektedirler. Onların idam isteği, bu kutsallığı bozan tecavüz failinden hınç almak istemektir. Kısacası, hınçla idam isteyenlerin de, hınç duymak bağlamında, eğer istekleri kitle psikolojisinin bir ürünü değilse, tecavüz faillerinden pek farkı yoktur. Oysa tecavüzde bir cinsellik söz konusu değildir. Tecavüz olsa olsa bir hınçtır.

Bu noktada tecavüz suçlularına ne olacak sorusu akla geliyor. Hıncın ıslah olması için hınç duyan faillerin “oluş”larını keşfetmeleri, iktidar düzeneklerinden sıyrılmaları gerekmektedir. Bu sadece tecavüz suçunu işleyeni değil 'tecavüz kültürü'nü de ortadan kaldırmak üzere bir olanak yaratabilir. Hapishanelerin ya da idamın ise bunu yapamadığı ortada. Olsa olsa günü kurtarıyorlar. Devlet olanaklarının bu yönde seferber edilmesi şu anda pek mümkün görünmüyor. Bize kalan soru ise, “oluş”larımızı keşfetmek için nasıl hareket edebiliriz?*

Kaynakça:

1- http://www.korotonomedya.net/kor/index.php?id=0,141,0,0,1,0

2-Deleuze G. 2016. Nietzsche ve Felsefe. İstanbul: Norgunk

3-Benjamin W. 2010. Şiddetin Eleştirisi Üzerine. Direk Z. ve Çelebi A.(Ed.), Şiddetin eleştirisi üzerine (ss. 19-43). İstanbul: Metis

4- http://www.e-skop.com/skopbulten/pasajlar-kadin-olus/1241

5- http://www.kaosgl.org/sayfa.php?id=18354

*: Oluş konusunda ufuk açıcı düşünceler Ulus Baker’in Yüzeybilim Fragmanları’nda mevcut

Ek bilgi: “Oluş”la cinsellik arasındaki bağlantıyı kurmak açısından faydalı olabilecek bir link: https://immanentterrain.wordpress.com/2012/03/08/sexuality-as-a-line-of-flight-becoming-animal-and-masochism/

*Hacettepe iletişim Bilimleri Yüksek Lisans öğrencisi