Tahran Zirvesi: Hüsran!

Moskova, “bölgeyi teröristlerden temizleyeceğim” diyor. Şam, “bölge benim toprağım” diyor. İran, “Moskova ve Şam haklı” diyor. Türkiye ise “İdlib teröristlerden temizlensin, fakat çatışmasızlık statükosu devam etsin” diyor. Diğer bir deyişle, İdlib için ortak bir anlayışa ulaşılamamıştır. Zirvede Suriye ordusunun saldırısını gereksiz kılacak bir sonuç alınamamıştır. ABD ve Batılı diğer ülkeler de bu gidişattan kendilerine göre sonuçlar çıkartacaklar ve Suriye’deki çatışmalar, çekişmeler ve acılar yeni kıvrımlar açarak devam edecektir.

Google Haberlere Abone ol

Faruk Loğoğlu*

Tahran’daki İdlib odaklı Suriye zirvesinden büyük beklentiler vardı. Ancak olmadı. Suriye’nin çilesinin daha devam edeceği anlaşılıyor. Astana sürecinin sahipleri Türkiye, İran ve Rusya İdlib konusunda ortak bir eylem planı oluşturamadılar. O kadar ki, İdlib meselesi Zirve Bildirisi'nin üçüncü maddesinde kısa bir cümlecikle ancak yer bulabildi. Bildiride taraflar bildiğimiz, şimdiye kadar tekrar edilegelen genel ifade ve temennilerin ötesine geçemediler. İkinci maddede, terörle mücadele kisvesi altında ayrılıkçı gündemler güdenlerin reddi ve komşu ülkelerin ulusal güvenliklerine yönelik girişimlere -PKK/PYD ismen zikredilmeksizin- karşı durulacağı ifadeleri, Türkiye’yi yatıştırmaya yönelik Bildirinin belki de tek önemli bölümüdür. Ancak bunun dışında somut, yeni bir söylem yoktur. Sanki her şey olağan seyri içindeymiş ve Astana süreci ilerliyormuş edasıyla, gelecek zirvenin Moskova’da yapılacağının ilan edilmesi ise bu şartlarda bir ironi gibidir.

Ancak gerçek çok farklıdır. Zirve başarısızdır. Zira bu kısa Bildiri metni üzerinde, üstelik zirvenin ana gündem maddesi olan İdlib konusunda bile tam bir anlaşma sağlanamadığı gerçeği liderlerin ortak basın toplantısı sırasında ortaya çıkıyor. Cumhurbaşkanı Erdoğan, Türkiye’nin sivil ölümler ve yeni mülteci akımını önleme kaygı ve gereğinden hareketle İdlib’de bir “ateş-kes” çağrısının Bildiriye eklenmesini öneriyor. Putin, “silah bırakma gerekiyor" diyerek “ateş-kes” önerisini “kibarca” reddediyor. Ruhani bildiri metninin kabul edildiğini duyurarak tartışmayı noktalıyor. Ve Putin bu çıkışıyla önümüzdeki günlerde İdlib’e yönelik operasyonlarının devam edeceği ve bölgenin Suriye Hükümetinin denetimine geçirileceği yolundaki kararlılığını da tekrar etmiş oluyor.

Eğer amaç öyle idiyse, Türkiye’nin “ateş-kes” önerisinin son anda ortak basın toplantısında dile getirilmiş olmasının tek faydası bu görüşün uluslararası kamuoyu önünde kayda geçirmesiyle sınırlı kalmıştır. Oysa örneğin, “ateş-kes” teklifini esas tutan, Moskova/Tahran/Şam üçgeninin yaklaşımlarını da dikkate alan bir planla Tahran’a gidilmiş ve zirve hazırlık çalışmaları sırasında bu plan tartışmaya açılmış olsaydı belki İdlib için daha somut bir yol haritası oluşturmak mümkün olabilirdi. Zirvenin şanı şöhreti de belki kısmen böylece kurtarılmış olurdu. Ama maalesef olmadı.

Bundan sonra ne geliyor? İran’ın arka plan desteği ve Rusya’nın hava operasyonları şemsiyesi altında Suriye ordusu er-geç ama muhtemelen fazla uzak olmayan bir gelecekte İdlib’i kazanmak için harekete geçecektir. Moskova, “bölgeyi teröristlerden temizleyeceğim” diyor. Şam, “bölge benim toprağım” diyor. İran, “Moskova ve Şam haklı” diyor. Türkiye ise “İdlib teröristlerden temizlensin, fakat çatışmasızlık statükosu devam etsin” diyor.

Diğer bir deyişle, İdlib için ortak bir anlayışa ulaşılamamıştır. Zirvede Suriye ordusunun saldırısını gereksiz kılacak bir sonuç alınamamıştır. ABD ve Batılı diğer ülkeler de bu gidişattan kendilerine göre sonuçlar çıkartacaklar ve Suriye’deki çatışmalar, çekişmeler ve acılar yeni kıvrımlar açarak devam edecektir.

Tahran’da, Rusya ve İran, İdlib bağlamında Türkiye’nin görüş ve beklentilerine olumlu yanıt vermemişlerdir. Rusya ve İran’ın Suriye bağlamında Türkiye’nin yaklaşımları arasındaki farklılıkların bundan böyle daha belirgin hale gelmesi olasıdır. Tahran Zirvesi'nin hüsranla sonuçlandığı çıkarımımız doğru ise bu, bir anlamda Astana sürecinin artık tükendiği ve işlevini büyük ölçüde yitirdiği anlamına da gelmektedir.

Öte yandan, İdlib operasyonunda Suriye Ordusu PYD/YPG’nin gücüne ihtiyaç duyduğu ölçüde Şam ile PYD arasındaki karşılıklı etkileşim de pekişecektir. Türkiye, Suriye’nin toprak bütünlüğünü savunduğuna göre, İdlib meselesine yaklaşırken Fırat’ın doğusunun geleceği bağlamında işin Şam/PYD boyutunu da dikkate alması doğru olacaktır.

Sonuç olarak görünen odur ki Tahran Zirvesi özellikle İdlib konusundaki beklentileri karşılamamıştır. Tahran Zirvesinden çıkartmamız gereken ders, ön hazırlıkları yeterince olgunlaşmamış zirve toplantıları istenilen sonuçları vermemesidir. Dostlar alışverişte görsün türünden bir toplantıya dönüşen bu zirvenin Suriye meselesinin halline ciddi bir ivme kazandırabilecekken maalesef bir katkısı olmamıştır.

Oysa Suriye’deki karışıklıklardan en fazla ve en önce etkilenen ülke Türkiye’dir. Bu nedenle Türkiye’nin oluşan yeni durumu dikkatle değerlendirerek farklı, sağduyulu, çok yönlü bir Suriye politikası geliştirmesi artık şarttır.

O halde Türkiye ne yapmalıdır?

1- Öncelikle bölge halkının ve terörist sayılmayan grupların Suriye sınırları içinde kalmak şartıyla tahliyesi için BM başta olmak üzere ilgili bütün kuruluş ve ülkelerle ortak çalışmalar yoğunlaştırılmalıdır.

2- İdlib’de konuşlanmış ve sözünün geçtiği bütün muhalif gruplardan silahları bırakmasını istemelidir.

3- İdlib konusunda Tahran ve Moskova’yla temaslar aralıksız sürdürmelidir.

4- Tahran Zirvesi hakkında ABD’yle bilgi paylaşımında bulunmalı ve Suriye konusu Menbiç ve PYD/YPG konularının ötesinde daha genel bir çerçevede görüşülmelidir.

5- Suriye Hükümetiyle temasa geçmelidir.

6- Diplomasi faaliyetlerinde ağırlığımız, BM Cenevre Barış süreci ve BM himayesindeki Suriye Anayasa çalışmalarından yana koyulmalıdır.

7- Barış ve istikrar çalışmalarında AB’yle de işbirliğine gitmelidir.

8- İdlib’de bir saldırıya karşılık vermek dışında askerimizi çatışmalardan uzak tutmalıdır.

Velhasıl işimiz zordur!

*Emekli diplomat, eski CHP milletvekili