Türk-Amerikan ilişkileri ve 26 Eylül 1978
40 yıl sonra Türkiye yine Amerikan yaptırımlarıyla karşı karşıya. 1975’te Ankara’nın tepkisi net, etkili ve caydırıcı olmuş, Kıbrıs meselesi çözüme kavuşturulmamış olmasına rağmen sonunda ambargo kaldırılmıştır. Bugün ise ABD yaptırımları ve yeni yaptırım uyarıları 1975’in aksine sadece silahla sınırlı olmayıp, siyasi, ekonomik ve dış politika boyutlarını da içermektedir. Ankara’nın tepkileri ise mütekabiliyet sınırları içerisinde kalmaya devam etmektedir.
Faruk Loğoğlu
ABD’nin Türkiye’ye silah ambargosu, Kıbrıs Barış Hareketi nedeniyle 5 Şubat 1975 tarihinde yürürlüğe girmişti. Ambargo Türkiye’ye Amerikan silahlarının satışını ve askeri yardımını yasaklıyordu. İki müttefik ilişkileri bakımından bu ağır bir yaptırımdı. Emsali de yoktu.
Konu Kongre’de görüşülürken Beyaz Saray, NATO üyesi Türkiye’nin ABD’nin güvenliği için taşıdığı stratejik öneme işaret ederek ambargonun sakıncalarını defalarca dile getiriyor, hatta Başkan Gerald Ford girişimi iki kez veto dahi ediyordu. Ancak Rum/Yunan lobisinin Kongre üyeleri üzerindeki baskısı dinmiyor, ambargo tartışmaları Kongre ile Beyaz Saray arasında dış politikada yetki çekişmesi nedeniyle ayrıca bir inatlaşmaya da dönüşüyordu. Kongre ilk başta Kıbrıs harekâtında “Amerikan silah ve gereçlerinin kullanıldığı”, zaman içerisinde de “Kıbrıs konusunun çözümünde bir ilerleme sağlanamadığı” gerekçeleriyle ambargo konusunda ısrarcı oluyordu.
Bu arada Türkiye’nin afyon ekimine yeniden başlama kararı Kongre’deki Türkiye aleyhine havayı daha da ağırlaştırıyordu. Sonunda Kongre'nin dediği oluyor ve yasa Beyaz Saray tarafından da onaylanıyordu. Sonrasında üç yıl süren ambargo Başkan Jimmy Carter döneminde nihayet 26 Eylül 1978 tarihinde kaldırılıyordu.
1975’te başlayan ambargonun Türkiye’de iki temel karşılığı ve sonucu oldu. İlki Ankara’nın karşı yaptırımlarıydı. Türkiye’deki sayıları 20’yi aşan Amerikan tesislerinin tamamı kapatılmış, İncirlik üssünün kullanımı ise NATO amaçlı kullanımla sınırlandırılmış, siyasi ilişkiler de durağan bir döneme girmişti. Ambargonun ilişkiler üzerindeki olumsuz siyasi ve stratejik etkilerinin onarımı uzun süre almıştır. İlişkiler düzelmiş ancak ambargo tecrübesi özellikle Türk tarafının belleğinde derin izler bırakmıştır.
Ambargonun diğer sonucu ise uzun vadede Türkiye için önemli ve olumlu olmuştur. Kıbrıs Barış Harekâtı, silahlı kuvvetlerimizin silah, araç ve gereç bakımından büyük ölçüde dışarıya bağımlı olduğunu göstermiştir. Ambargo bu gerçeğin altını çizmiş ve ülkeyi çözüm arayışına itmiştir. Neticede halen de yeni ve büyük kıvrımlar açarak gelişmeye devam eden Türk savunma sanayiinin temelleri işte o dönemde atılmıştır. Dolayısıyla bugün hem TSK’nın ihtiyaçlarını karşılayan hem dış ülkelere satış yapan bir savunma sanayii sektörümüzün varlığını bir bakıma 1975 silah ambargosu tetiklemiştir diyebiliriz.
Bugüne döndüğümüzde durum ve koşulların çok farklı olduğunu görüyoruz. 40 yıl sonra Türkiye yine Amerikan yaptırımlarıyla karşı karşıya. 1975’te Ankara’nın tepkisi net, etkili ve caydırıcı olmuş, Kıbrıs meselesi çözüme kavuşturulmamış olmasına rağmen sonunda ambargo kaldırılmıştır. Bugün ise ABD yaptırımları ve yeni yaptırım uyarıları 1975’in aksine sadece silahla sınırlı olmayıp, siyasi, ekonomik ve dış politika boyutlarını da içermektedir. Ankara’nın tepkileri ise mütekabiliyet sınırları içerisinde kalmaya devam etmektedir.
Rahip Brunson meselesi nedeniyle iki Bakana yönelik eylemler, Rusya’dan S-400 füzeleri alımı nedeniyle F-35 savaş uçaklarının Türkiye’ye verilmemesi yönündeki çabalar, Türkiye’nin ihraç ürünlerine artırılan gümrük vergileri, İran yaptırımlarında Türkiye’ye bir istisna tanınmayacağının açıklanması... Şartlar, nedenler ve kapsamlar farklı olmakla beraber netice olarak tekrar anlıyoruz ki ABD, bazen “stratejik”, ahiren “model” ortak olarak nitelendirdiği müttefiki Türkiye’ye yaptırım uygulamakta sakınca görmüyor.
Bu bağlamda kasım ayının ilk yarısı, Türk-Amerikan ilişkileri bakımından iki nedenle büyük önem taşıyor. Biri F-35 savaş uçaklarıyla ilgilidir. Çünkü Pentagon en geç 10 Kasım’a kadar F-35’ler konusundaki raporunu Kongre’ye sunmuş olacak, Kongre de kararını o raporu gördükten sonra verecektir. (1975 ambargosunda, paraları Türkiye tarafından ödenmiş olan uçakların bile verilmediğini hatırlayacak olursak, F-35’ler için “parasını verdik ama” savının ABD için bu sefer de bir kıymeti olmayabileceğini bilelim.)
Diğer neden ise 4 Kasım’da yürürlüğe girecek ABD’nin petrol ve doğal gazı da kapsayan İran yaptırımları. Türkiye buna uymayacağını, ABD ise Ankara’ya istisna tanınmayacağını açıklamıştır. Bu iki noktanın rahip Brunson’la bir ilgisi olmadığı, dolayısıyla artık serbest bırakılsa veya sınır dışı edilse bile Türk-Amerikan ilişkilerinde sağlayacağı rahatlığın geçici ve sınırlı olacağı açıktır.
Demek ki önümüzdeki dönemin sıkışık ve yeni gerginliklere tanık olabileceğimiz bir dönem olma olasılığı yüksektir. O halde 1975 ve 2018’in derslerini toparlayacak olursak, şunları söyleyebiliriz. Bir: Türkiye-ABD ilişkisi stratejik bir ortaklık veya ilişki değildir. Stratejik ortaklıkta yaptırımlara yer yoktur. En kabadayı tabiriyle, karşılıklı çıkarların örtüştüğü ölçüde ve sürece işlevsel bir ilişkidir. Zira, çıkarların büyük oranda örtüştüğü varsayılır. İki: ABD öteden beri yaptırım heveslisi bir güçtür. Bu heves, Başkan Trump’la bir alışkanlığa dönüşmüştür, sıradanlaşmıştır. Üç: ABD’nin yaptırımları tek bir nedene değil çözülememiş ikili ve bölgesel sorunlara ilişkin görüş ayrılıklarının birikimine dayanmaktadır. Brunson meselesi esasa ilişkin bir neden değildir. Amerikan iç politikası açısından Cumhuriyetçilere getirisi olan bir vesiledir. Dört: Kongre’de Türkiye konularına lehimizde sahip çıkan Yahudi lobisinin artık yanımızda olmamasının yarattığı boşluk görünür olmuştur. Beş: ABD yönetimi ve Kongresi, Türkiye’nin kendine özgü Başkanlık sisteminin kendilerine ikili ilişkileri baskı ve yaptırım yöntemleriyle daha rahat yönetebilme imkanını yaratmış olabileceğini değerlendiriyor. Özellikle Türk ekonomisinin sıkıntılarını ABD çıkarları için kullanabileceklerini düşünüyorlar. Altı: ABD, Türkiye’nin 1975’in Soğuk Savaş dönemindeki stratejik “vazgeçilmezliği”ni bugün geçerli saymıyor ve bölgede (özellikle Suriye’nin kuzeyinde) alternatiflere sahip olduğunu hesaplıyor. Bu hesaba İncirlik de dahildir. ABD’ye tepki ve karşılık verirken bu gerçekleri dikkate almamız gerekiyor.
Sonuç olarak, Türk-Amerikan ilişkilerinde 40 yıl sonra bugün tekrar ambargo ve yaptırımlarla karşı karşıyayız. Dış ilişkilerimizdeki sorunların diplomasi ve müzakereler yoluyla çözümü en etkin yoldur. ABD’yle ilişkilerimizi gerçekçi bir temelde ve tutarlı bir eksende değerlendirmemiz ulusal çıkarlarımızın gereğidir. Özellikle İran yaptırımları konusunda bir anlaşma sağlamamız kilit önem ve önceliğe sahiptir. Çoklu sorunlarla boğuşan Ankara’nın işi zordur. Aynı anda hem doğru bir politika izlemek hem ABD’nin yanlış Türkiye çizgisini düzeltmeye çalışmak. Evet, görev zordur fakat zorunludur.