Dağa çıkmak: Herakleitos’tan Wittgenstein’a
Herakleitos’un dağ başına ve Wittgenstein’ın Skjolden’e kaçışlarına, Kafka’nın Prag’daki bir tepeye ya da Nietzsche’nin Alplere, “kendiliklerine” dönüşleri eklenirse; bugünün iletisinin altı daha özenli çizilmiş olur: Kaçmak ve sığınmak dediğimiz: Antik Çağ’dan bugüne değin “trajik insan”ın önündeki en yürek ferahlatıcı olanaktır.
Hamza Celâleddin/[email protected]
İnsansoyu birbiri içine vâr olalı, zayıf hakikatleriyle kaba/biçimsiz bedenler dehşet içindeki zarif bedenlere sürtüneli ve kentlerin yüreğine kalabalık/hınca hınç pazar yerleri kurulalı beri; “trajik insan”, kaçıp sığınacağı ve zarif bedenini yalnızlıkla onurlandıracağı bir yer keşfetmeye adamıştır bütün yaşamını. “Kısık sesli çığırtkan” Herakleitos’tan “kutsal öfkenin müjdeleyicisi” Friedrich Nietzsche’ye, “Franz Kafka kadar yalnız” Franz Kafka’dan “esir düşmüş peygamber” Ludwig Wittgenstein’a kadar, sığınmak; bir tepeye, kayalıklara, bir ormana ya da bir dağ başına: adeta yazgısaldır. Ve burada odaklanacağımız “dağ”, −trajik insan için− coğrafî olmanın ötesinde, düpedüz varoluşsaldır. Sabahattin Ali’nin şiirselliğinde ise şöyle ifade bulur, bu kaçışma tutkusu:
Başım dağ saçlarım kardır,Deli rüzgârlarım vardır,
Ovalar bana çok dardır,
Benim meskenim dağlardır.
Antik filozof Herakleitos, neredeyse yirmi beş asırdır yeryüzünde değil – ne gâm; onun fikirleri hâlen güncelliğini koruyor. Bugün “oluş felsefesi” adını verdiğimiz ve tüm varlığın akışa ve değişime tabi olduğunu nazikçe bildiren düşünce dizgesini ilk kez dillendiren (ve bu fikri ile “karşı çıkmanın ilâhı” Friedrich Nietzsche’yi dahi kendisine hayran bırakmış olan) Herakleitos, insanları bir “yığın” olarak niteliyor (Nietzsche ile yakınlaşmasının en romantik sebebi de buydu) ve onlardan köşe bucak kaçıyordu. “Kendimi aradım”ın azimli arayışçısı ve “kendimi buldum”a asla yaklaşamamış Herakleitos, nihayet dayanamayıp bir dağ başına sığındığında ve kendi kendisini acemice tedavi etmeye kalkışınca; yalnız başına ve oracıkta can vermişti. Bu tam anlamıyla bir “vahşet” sayılmazdı lâkin yine de bedeni gübrelerle kaplanmış bir insanın köpeklere yem olması bir parça dramatikti elbette. “Trajik insan”ın ölümü de böyle olmalıydı aslına bakılırsa: Hiç yere ve bir şey yolunda…
Ludwig Wittgenstein’ın yazgısı ise Herakleitos’un yazgısına nispetle daha fazla devinim kabiliyetine ve daha fazla olanağa sahipti – ve belki de bu yüzden daha az dehşetliydi: Doğrusu bu fırsatı iyi değerlendirmişti Wittgenstein; yeryüzünü kalabalık kent meydanları ve kalabalıkların çarpışacağı iki dünya harbi bekliyorken –ve bu harplerin birincisinde, her ne kadar kalabalıklardan kaçmaya çalışsa da, Wittgenstein savaşın sonunda İtalyanlara esir düşecekken−, 1913’te, Norveç’in Skjolden köyünde bir kuytu tepe bulmuş, yalnızlığına eşlik etmesi ve dahası onu onurlandırması için orada bir kulübe inşa etmişti elleriyle. Bu onun için yürek ferahlatıcı bir seçenekti üstelik; istediği zaman gelip yalnız kalabileceği, sığınabileceği, “her zaman orada” bir seçenekti bu. Bertrand Russell’ın arkadaşça evhamlarına ve “Herakleitos yazgısı” örneğine karşın, Ludwig Wittgenstein bu kulübede ve yalnız başına can vermemişti. Onun ölümü, 1951 senesinin Nisan’ında ve Birleşik Krallık, Cambridge’de gerçekleşti. Ölüm nedeni ise dalgınlık değil kanserdi.
Herakleitos’un dağ başına ve Wittgenstein’ın Skjolden’e kaçışlarına, Kafka’nın Prag’daki bir tepeye ya da Nietzsche’nin Alplere, “kendiliklerine” dönüşleri eklenirse; bugünün iletisinin altı daha özenli çizilmiş olur: Kaçmak ve sığınmak dediğimiz: Antik Çağ’dan bugüne değin “trajik insan”ın önündeki en yürek ferahlatıcı olanaktır. Öyleyse daha iyi kavrayalım isterim bunu, belki bir Turgut Uyar şiiriyle:
Sularsa akmak birgün birgün birgünBirgün dağlara çıkmak birer birer dağlara çıkmak birgün
Çıkmak çıkmak birer birer birgün dağlara dağlara birgün
Birgün birer dağlara
Ah nasıl dağlara birgün
Ey yorgun atlar, ey geri dönenler, sayı bilmiyen çocuklar
Ey birgün
Çiçek açmak birgün
Dağlara dağlara birer birer dağlara
Hölderlin yurdunuz, Tagore göğünüz,
Camus yâr ve Nietzsche yardımcınız olsun.