Ben dövdüm sayın yargıcım, neden bana inanmıyorsunuz?
Kamuoyunda “kebapçı basma” olarak bilinen olayın muhakeme edildiği mahkemenin son duruşmasında, kebap dükkanının sahibi Selahattin Aydoğdu daha önceden aldığı darp raporunu duruşmada inkar ederek, kendisine Fatih Terim’in salladığı yumruğun boşa gittiğini peşine de kendisinin Fatih Terim’i dövdüğünü belirtmiş.
Hikmet Koyuncuoğlu*
Mahkeme ve dava süreçlerinin Türkiye’de dramatize edildiği, hukuk ilkelerini içselleştiremeyen bireylerin trajikomik hikayelerinin skeçlere veya senaryolara konu olduğu çok olmuştur ama Fatih Terim-Selahattin Aydoğdu arasındaki ceza muhakemesinde yaşananlar sanırım en absürt senaryo yazarlarının bile aklından geçmemiştir. Toplumsal gerçeklerimizin dolaylı yoldan sağlamasını yapan bu muhakeme sırasında inanılması güç beyanlar havada uçuşuyor ve garipliği içselleştirmiş Türkiye gündeminde tabii ki konuşmaya bile değer bulunmuyor.
Yazılı basından duruşmaları takip ettiğimiz kadarıyla, kamuoyunda “kebapçı basma” olarak bilinen olayın muhakeme edildiği mahkemenin son duruşmasında, kebap dükkanının sahibi Selahattin Aydoğdu daha önceden aldığı darp raporunu duruşmada inkar ederek, kendisine Fatih Terim’in salladığı yumruğun boşa gittiğini peşine de kendisinin Fatih Terim’i dövdüğünü belirtmiş.
Yanlış anlamadınız, Selahattin Aydoğdu şikayet ettiği hukuksal hasmının ceza almasını sağlayacak en önemli delilini duruşmada inkar etmiş.
Yine okuduğumuz kadarı ile Fatih Terim’in avukatı ise müvekkilinin karşı tarafı dövdüğünü kabul ettiğini, bunun Selahattin Aydoğdu tarafından alınmış darp raporu ile belirli olduğunu, buna karşın müvekkiline edilmiş küfür sebebiyle ceza tayini sırasında haksız tahrik hükümlerinin uygulanmasını talep etmiş mahkemeden. (1)
Şaka gibi değil mi?
Davanın tarafları, daha önce başka hiçbir mahkemeye nasip olmamış bir görevi yüklemişler bu mahkemenin omuzuna.
Yok, öyle özel yetkili mahkeme, devlet güvenlik mahkemesi gibi bir tür de değil bu. Bu mahkeme, Türkiye’ye; Fatih Hoca’nın mı kebapçıyı, kebapçının mı Fatih Hoca’yı dövdüğünü tespit edip açıklama göreviyle donatılmış durumda!
Üzerine isnat edilen suça ilişkin kimsenin savunma yapmak ve kendini kanun önünde temize çıkarmak gayesinin bulunmadığı bir yargılama!
Garip değil mi?
Değil esasında..
Aldığı cezaları birer mükafat nişanı gibi neredeyse alnına yazıp gezinen ve başta siyasiler olmak üzere toplumun belirli kesimlerinden de açıkça saygı gören mafya liderlerini, buyurgan bir iktidar karşısında el pençe divan durmaya hazır, sayıları azımsanmayacak derecede çok olan yargı mensuplarını, neredeyse her gün bir iş kazasının gerçekleştiği üçüncü hava limanı inşaatında çalışan işçilerin buna karşı direniş göstermeye kalktıklarında başlarına geleni, Soma faciasına ilişkin hukuk kararlarını, Cumartesi Annelerini ve bunlara benzer daha nice örnekleri bu davada karşılıklı olan Fatih Terim ve Selahattin Aydoğdu da, bu toplumun birer ferdi olarak görüyor ve yakından izliyor. Toplumun tüm bu olanlara verdiği / veremediği tepkileri de çok iyi görüyorlar.
Ve sonunda haklı olmak istemiyorlar, güçlü olmak istiyorlar. Yaşadığımız dönem ve coğrafyanın gerçeğini haykırıyorlar mahkemede sadece. “Başkanlığın gereği vermek, kabadayılığın gereği vurmaktır” diyen atasözümüze riayet ediyorlar sadece!
Yaşananlar bundan ibaret, garipsenecek hiçbir durum yok..
Yine de tüm bunları görünce insan düşünmeden edemiyor; temel işlevi güçlüleri tespit etmek haline gelen mahkeme ve yargıçlarımızı, İtalyan Hukuku’ndan iktibas edilmiş ceza kanunlarını uygulamalarını isteyerek niye yoruyoruz ki?
Bunun önüne geçmek adına benim önerim; iş muhakemelerine ilişkin getirilen “zorunlu arabuluculuk” düzenlemeleri gibi, bu tür davalar öncesinde de “zorunlu yağ güreşi” aşamasının mevzuatta düzenlenmesi. Söz gelimi Fatih Terim ve Selahattin Aydoğdu çıkarlar er meydanına ve paylaşırlar kozlarını. Bizler de görürüz kimin kimi alt ettiğini ve rahatlarız.
Bu ekonomik gidişatta da millet biraz rahatlasın artık değil mi?
*Avukat, Doktor