Evrenselci kurtuluş ideolojileri ve Kürtler
Kürtlere musallat olan evrenselci kurtuluş ideolojilerine iki önemli örnek sosyalizm ve İslamcılıktır. Her iki ideolojik çizginin Kürtlere kısmi de olsa zararı Kürtleri görünmez, Kürtlüğü ise lüzumsuz hale getirmeleridir.
Mücahit Bilici
Ehmedê Xanî’ye atfedilen ve Jîn dergisinde 1919 yılında yayınlanan ilginç bir şiir var. Şahsen bu şiiri ilk kez Cegerxwîn’in okuduğu bir ses kaydından dinlemiş ve şiirin Xanî’ye hitaben Cegerxwîn tarafından yazıldığını zannetmiştim. Hatta Cegerxwîn’den Xanî’ye bir sitem olarak algılamıştım. Çünkü Xanî’nin bazı başka fikirleri gibi fazlasıyla modern zamanlara aitmiş hissi veren bir niteliği var bu şiirin. Bir de “xwe” vurgusuyla Kürt düşünce ve edebiyat geleneğinde neredeyse bütün poetik sermayesini “xwe”nin uyandırılmasına adamış olan Cegerxwîn’in şiiriyle de ziyadesiyle uyumluluk içindeydi. Halbuki Jîn dergisi şiiri “Ji asarê kevn (asar-ı eslafdan)” yani eskilerin eserlerinden üstnotuyla veriyordu: Ehmedê Xanî imzasıyla dercolunan şiir şöyle akıyor:
Zahidê xelwetnuşîn pabendê kirdarê xwe ye
Tacirê rîhletguzîn dilnarê dînarê xwe ye
Aşîqe dîlberhebîn dildarê dîdarê xwe ye
Da bizanî her kesek bê şubhe xemxwarê xwe ye
Bê amel tu j’kes meke hêvî ata û himmetê
Bê xerez nakêşitin qet kes ji bo kes zehmetê
Kes nehin qet hilgiritin barê te ew bê ucretê
Gerçi Îsa bit ewî vêk rakirê barê xwe ye
Hoşîyar bî, da nekî umrê xwe bê hasil telef
Ku nedaye faîde mal, genc û ewlad û xelef
Macerayê Xidr-î dîwarê yetîmî bû selef
Vî zemanî her kesek mî’marê dîwarê xwe ye
Xanîya, zayi meke weqtê xwe ey nadan, abes
Bê teleb nabî ji işqê behremend, ey bulhewes
Saniê mutleq, ku nine îhtîyacek wî bi kes
Lutf û îhsanê ji wî derheq telebkarê xwe ye
Bu şiirde en dikkat çekici bulduğum unsur üçüncü dörtlüğün son dizesi ve oradaki “duvar” metaforudur: “Vî zemanî her kesek mî’marê dîwarê xwe ye.”
Oraya gelinceye kadar, şair özetle şunu diyor:
İbadetine odaklanan “zahit”ten, parasının peşinde koşturan “tüccar”a ve sevgilisinin yüzünü görmeye müştak “aşık”a kadar herkes kendi sorunuyla meşgul, kendi derdiyle efkarlıdır. Üstelik çaba göstermeyenin kimseden yardım ümit etmeye hakkı yoktur. Bir karşılığı olmayınca kimse kimsenin zahmetini çekmez, kimse başkasının yükünü sırtına almaz. İsa bile olsan en fazla kendi yükünün (günahının) kaldıranı olursun. Uyan ki ömür vadeni senden sonraki yeni nesle bir fayda vermeyecek şekilde neticesiz telef etmeyesin. Hızır’ın maceralarındaki yetimler duvarı artık geride kalmıştır. Zira “bu zamanda herkes kendi duvarının mimarıdır.”
(Son dörtlükte ise şöyle sesleniyor: Ey Xanî vaktini boş şeylerle zayi etme. Ne kadar çok hevesli de olsan ciddi talep etmedikçe aşktan yana hissesiz kalırsın. Sani-i Mutlak ki kimseye ihtiyacı yoktur, O’ndan gelen lütuf ve ihsanlar dahi talepte bulunanlar içindir.)
Xanî’nın bazı şiirlerindeki ‘modern’liği bir açıdan Xanî’nin ileri görüşlülüğüne yormak mümkün. Başka açıdan ise geçen bunca zamana rağmen Kürtlerin ahvalinde fazlaca bir değişikliğin olmamasına hamledebiliriz. Ne var ki burada sormamız gereken soru şudur: Acaba bugün Kürt kendi duvarının mimarı mıdır?
Yakın zamanda ABD Başkanı Trump, Güney Kürdistanlı bir Kürt gazetecinin sorusuna binaen Kürtleri sevdiğini söyleyip, “bizim için öldüler,” “savaşçı bir halk” gibi övgüler sıraladı. Ama IŞİD sonrasında Kürtlere ne tür bir dostluk göstereceği konusundaki soruyu cevapsız bıraktı. Benzer şekilde Türkiye’de Kürtlerin Malazgirt’te, Çanakkale’de yahut Kurtuluş Savaşı’ndaki fedakarlık ve ortaklıkları ısrarla dile getirilir. Ancak konu bugün Kürtlerin neden devletin ortağı ve sahibi olmadıkları sorusuna gelince; garip bir şekilde eğer soru cezasız kalmazsa mutlaka cevapsız kalıyor.
Kürtler başkası için fedakarlıkta hiç geri kalmazken acaba neden kendilerine ilişkin kazanım konusunda bu kadar geride kaldılar? Yüzyıl önceki Kürtlere oranla bile “kendi”lik şuuru noktasında mesafe alındığı tartışma götürür. Çünkü Kürt kendi duvarının banisi ve mimarı olacağına, başkalarının gökdelenlerinde inşaat işçisi olmak yazgısıyla karşı karşıya kalmıştır. Acaba işçi sendikası Ahmet Kaya dinlediği veya Kürtçe stran söylediği için halk tarafından “terörist” denilerek linç edilen Kürt gencine ne tür bir teselli sunacaktır?
Bugün hamallıktan, inşaat işçiliğine, pek çok konuda (mesela Türkiye’de “hizmet sektörü”nü oluşturan) Kürtleri kendilerine ait bir duvardan mahrum bırakan şeylerin başında iyi niyetle bulaştıkları evrenselci kurtuluş ideolojileri geliyor. Bu ideolojilere maruz kalan Kürtler kendi ihtiyaç gündemlerinden yabancılaşarak, başkalarının iyi niyetli ama Kürtler açısından lüks gündemlerine zorunlu-gönüllü yazılmışlardır. Kendi duvarının mimarı olamayan Kürt, duvar sahibi başkalarının hayalindeki bir “sevgi duvarı”nın esmer tenli, ‘doğulu’ amelesi haline gelmiştir. “Sevgi duvarı”na kim itiraz edebilir? Herkesin iyiliğini isteyen bir kurtuluş fikriyatına kim karşı çıkabilir?
Kabul etmek gerekir ki evrenselci kurtuluş ideolojilerine itiraz etmek çok zordur. Böyle bir itiraz hem çetindir hem çirkindir. Mesela, hem Kürtleri hem de Türkleri kurtarmak mümkün iken sadece Kürtleri kurtarmaya çalışmak bencillik ve hasislik değil midir? En azından bütün bir Ortadoğu’yu kurtarmak daha iyi olmaz mı? Ümmet her tarafta acılar içinde kıvranırken, Kürtlerin açılarından dem vurmak utanılacak bir şey değil midir?
Azınlık ve zayıf olan ahlaken iyi olmaya mahkumdur. Evet, siyah doktor iyi bir doktor olmak için çok iyi bir doktor olmak zorundadır. Bu yüzden kendi zorunlu ihtiyaçlarından çok herkesin ortak ihtiyaçlarına duyarlı hale gelir, gelmeye mecburdur. Azınlık olanın bencillik lüksü yoktur ve öncelikleri çoğunluğun gölgesinde yamulur. Kürt bu yapısal ilişkiselliğin doğurduğu dezavantajla politik hayata dahil olduğunda evrenselci ideolojilerin kuşatıcılığında teselli bulur ve başkaları için olgunluk aşaması olan bir benlik sonrası evrenselliğe, kendi başlangıç aşamasını yaşamadan katılmış olur.
Özetle, Kürt, kendinden ve kendi için “başlama” ödevini ihmal ettiği için herkesten ve herkes için olan “bitirme” görevinde “Kürt Mehmet” olarak nöbete koş(ul)maktadır. Bitmeyen bir nöbetin (çünkü herkes namına ve herkes için tutuluyor) fedakar eri olarak bir türlü “kendi’ne gel”ememekte ve kendine her geldiğinde, insanlık ödevini yerine getirmemiş olmanın mahcubiyet ve suçluluk duygusu onda paniğe yol açmaktadır. Ve eğer milliyetçilik gibi bir yüzsüzlükle kendi rahatı için çalışmaktan utanmayacak kadar mahcup ise hemen teselliyi onayı-alınmış nöbet mahalline gitmekte bulur.
Kürtlere musallat olan evrenselci kurtuluş ideolojilerine iki önemli örnek sosyalizm ve İslamcılıktır. Her iki ideolojik çizginin Kürtlere kısmi de olsa zararı Kürtleri görünmez, Kürtlüğü ise lüzumsuz hale getirmeleridir
Bu ideolojilerin Kürtlere faydaları da olmuştur. Kürtlerin aksi halde apatik bir hareketsizlikte saplanmak yerine ekseriyetçe makbul bir aktivizm içinde olmalarına imkan tanımıştır. Bunlar sayesinde Kürt aktivistler, herkesi düşünecek kadar iyi olmayı başarmışlardır (gerçi iyi olmaya mahkum olan için bu başarı sayılmamalı). Yine de devinimin kendisi bile başlı başına bir kazanımdır. Ne var ki bu evrensel ideolojiler içinde Kürtler karambole gelip kaybolmakta, Kürtlerin benlik ve egemenlik sorunu hep idealize edilmiş bir gelecek adına ertelenmektedir.
1968 Öğrenci hareketlerinin ve “başka bir dünya”nın mümkün olduğuna inanan devrimci hareketlerin Kürtlere ve Kürtlerin de o tür hareketlere önemli katkı yaptığına şüphe yok. Mesela TİP’in kapatılma gerekçesinin Kürt kimliğini tanımak olması bile buna delildir. Ne var ki, bu devrimci atmosferin yardımıyla Kürt siyaseti yürüten sonraki kuşağın bazı istisnalar hariç daha sonra Kürt kimliği etrafında özerkleşme sürecinde bile hep bu evrenselci etkiden kurtulamadığını söylemek mümkün. Uluslararası ideolojik koşulların de Kürtler arasında belli eğilimleri teşvik ettiğini, safi bir Kürtlükle yola koyulmanın zor olduğunu teslim etmek gerekir.
Türkiye’de hem (sosyalizmden, Türkiyelilik ideallerine kadar geniş bir yelpazedeki) sol hem de (ümmet vurgusu ve ırkçılık etiketlemesi ile Kürt bilinci üzerinde terör estiren) İslamcılık Kürtleri ve Kürt sorununu görünmez hale getiriyor. Kürtler ya “ümmet” ya da “halklar” gibi ismi olanlar için ilerici ama ismi tanınmayanlar için görünmezleştirici anonimliklerle beklemede tutuluyorlar.
Bir başka cephede ise elinde silah bulunduran Kürt örgütlerin liderleri ilerici sol düşüncenin (fena sayılmaz ama) büyük ölçüde politik fantezi kitaplarının tasavvur çerçevesine ve zamansız teorilerine Kürt toplumunu bir tür deneme tahtası olarak feda edebiliyorlar. Ortadoğu’daki deneyden New York’taki David Harvey teorik olarak büyük heyecan duysun veya Murray Bookchin’in ilerici teorisi test edilsin diye Kürtler can veriyorsa ve kendilerine ait bir şeyin sahibi yani kendi duvarının mimarı olamıyorsa bu tarz bir “insanlık”a hizmet Kürtlere haksızlık değil midir? Bu konudaki bazı eleştiri ve değinilerimi Hamal Kürt: Türk İslamı ve Kürt Sorunu (Avesta, 2017) isimli kitabımda yaptığım için burada daha fazla detaya girmeyeceğim.
Ancak şu soruları sormadan edemeyiz: Neden hukuk noktasında baldırı çıplak sayılan Şırnak’taki Kürd’ün temel hakları, (temel haklarını ve devletini garantilemiş) Tekirdağ’daki Türk’ün demokrasi konusundaki ilave ve olmasa da olur sayılabilecek duyarlılığına bağlı hale gelsin?
Unutmamak lazım ki bugün ortalama Türk vatandaşın Kürd’ün hukukunu kendine dert etmesi için hiçbir sebep yok. Etmiyor ve etmesini beklemek safdillik olur. Zaten dert edebilsin diye ihtiyaç duyulmuş bulunan bir uyandırma şiddeti, ortaya çıkardığı acı maliyete rağmen Kürtlere kazanım olarak nakde çevrilmemiştir ve çevrilmemektedir. Bu bedel ve acı kredisi Kürtlere mesela anadilde eğitim ve benzeri bir temel kazanımla kendini değere dönüştürmeliyken, Kürtleri kriminalize eden bir baskı çerçevesine gerekçe olarak işlev görmektedir.
Kürtlerin Kürt siyasi elitine şunu sorması gerekiyor: Eğer derdiniz demokrasiyse silahın ne işi var? Türkleri silahla demokratikleştireceğini düşünen bir anlayış bir ahmaklıktan ibarettir. Türkleri silahla demokrat yapmaya gücün yetmediği gibi hakkın bile yok. Kendi çulsuzken başkasına zorunlu üniforma giydirmeye çalışan bir deliliktir bu. Ve eğer demokratikleştirmeyi amaç edindiyseniz (ki bu en az Kürtlerin spesifik hukukunu savunmak kadar asil bir hedeftir) o zaman Kürtler için elinize aldığınız o silahları niye bırakmıyorsunuz? Dünyanın hiçbir yerinde terörle demokrasi inşa edilmemiştir. O şiddet potansiyeli kendini bir toplumsal sözleşme yani karşılıklı kazanımlar ve hukuk olarak nötralize etmedikçe hem akla hem de ‘halklar’a ziyandır. Kürtler açısından bir karşılığı olmayan ütopik bir evrensel kurtuluş romantizminden artık Kürtlerin yakalarını kurtarmaları ve somut sonuçlar alacak bir siyaset biçimi üretmeleri gerekiyor.
Nedense Kürtlerin payına evrensel ideolojilerin hamallığı düşmüş görünüyor. Kürtlerin zaruri ihtiyacı, insanlığın ilave konforuna, daha iyi bir dünya hayallerine feda ediliyor. Halbuki temel ihtiyacı giderilmemiş olanların gidip başkalarının ikincil ihtiyaçları için askerlik yahut fedakarlık yapması ahlaki olmadığı gibi bir tür hamallıktır.
Şüphesiz evrenselci ideolojilerin karşı ucunda bir alternatif olarak milliyetçilik duruyor. Milliyetçiliğin körlüğüne kapılmadan ama benliksiz bir evrenselciliğin görünmezliğine de düşmeden Kürtlerin stratejik ve dengeli bir çizgi tutturması gerekir. Bu çizgi hem Kürtlerin egemenliğinin tanınmasını öncelik haline getirmeli hem de demokratik bir aradalığı bir ideal olarak koruyabilmeli. Ama ikincisini yapabilmek için bence birincisi olmalı. Kendine ait bir duvarın olmalı.