On prensipte felsefe okurluğu
Bütün bu prensipler yerine geldiğinde ve sıradan bir okur dört başı mamur bir felsefe okuru olarak bugün karşımıza dikildiğinde; eğer ki kaygıya, sancıya ya da hastalığa düşmemişse, ilk dokuz prensip yanlışlanmış olur. Çünkü bu bir sağlama prensibidir, insanda kaygıya, sancıya ve hastalığa yol açmayan felsefî serüven, pekâlâ hâlen bir serüvendir lâkin gel gelelim felsefî değildir.
Hamza Celâleddin/[email protected]
PRENSİP I: BİYOGRAFİ OKURLUĞU
Bir felsefe okuru, ilk olarak iyi bir biyografi okurudur. Felsefeler, felsefî sistemler ya da felsefî sistemsizlikler; onları üreten bedenlerden, o bedenlerin durdukları yerlerden ve devinimlerinden bağımsız değildirler. Bu yüzden, felsefenin hangi bedende can bulduğu konusu oldukça mühimdir. Biyografi, bedenin tarihini verdiği gibi, felsefenin de izini sürecektir.
PRENSİP II: TARİHSEL BİYOGRAFİ OKURLUĞU
Her nasıl ki, felsefe onu üreten bedenden bağımsız değilse, onu üreten beden de içinde bulunduğu çağdan bağımsız olamaz. Filozof, zihinsel olarak pekâlâ çağından ayrılmış, çağının ötesine ya da bile-isteye gerisine gitmiş olabilir (en doyurucu örnek olan Friedrich Nietzsche gibi) –ki bir filozof için umulur olan da budur−, lâkin bedensel olarak çağına bağlıdır hâlen. Kendi çağı içinde filozof, her türden fiziksel tesire açıktır.
PRENSİP III: ÖLÜM OKURLUĞU
Bir felsefe için, onu cana getiren yaşamın seyri oldukça değerlidir, lâkin bundan daha değerli olan şey, filozofun “ölüm hâtırası”dır. Filozof nasıl ölmüştür ya da onu öldüren nedir? Bu sorular, bahsi geçen filozofun felsefesinin bir anahtarı gibidir. Eğer bu anahtar elinizde değilse, bırakınız onun felsefesinin kapısını sonuna kadar açmayı –ki bu zaten hiçbir koşulda mümkün değildir−, o büyülü kapıyı aralamanız bile mümkün değildir.
PRENSİP IV. TARİHSEL ÖLÜM OKURLUĞU
Filozofun “ölüm hâtırası”, o filozofun ve onun felsefesinin anlaşılabilmesi açısından değerli olduğu kadar; “tarihsel olan”da işgâl ettiği yer ile kendi çağına ve gelecek çağlara esin olması açısından da mühimdir. Filozofun “ölüm hâtırası” tarih için ne ifade etmektedir; kendi çağına ve gelecek çağlara ne söylemektedir?
PRENSİP V: İLİŞKİSEL OKURLUK
Bir filozof, yaşadığı çağdan olsun olmasın, az ya da çok, olumlu ya da olumsuz anlamda; diğer filozofların tesiri altındadır. Dahası ise bir felsefe, onu üreten filozofun dışında, diğer filozofların yönlendirmelerine de açıktır. En içine kapanık ve en “kendi hâlinde” felsefe dahi (örneğin Otto Weininger felsefesi); filozofun, diğer filozoflarla (yine örneğin Otto Weininger’in Arthur Schopenhauer’la) ilişkiselliğinde ortaya çıkar. Felsefenin bu çok kimlikliliği, felsefe okuru için de, ilişkisel bir okumayı zaruri kılar.
PRENSİP VI: KAVRAM OKURLUĞU
Gilles Deleuze ve Félix Guattari’nin Felsefe Nedir?’deki meşhur tanımıyla; “Felsefe, kavramlar oluşturmak, keşfetmek, üretmek sanatıdır.” Bu tanım, binlerce yıllık felsefe tarihinden süzülmüş en arı tanım olarak, felsefenin temel gereçleri olan kavramlara gönderme yapar. Gel gelelim bir felsefe okuru, filozofa; filozofun bedeninin devinimine, onun ölüm hâtırasına ve diğer filozoflarla ilişkiselliğine dair izleği oluşturduktan sonra (ki bu yıllar alabilecek bir süreçtir), artık kendine özgü bir kavram izleği de oluşturmalıdır. Ki bu kavram izleği, −bir kavram; çağların ve filozofların onu kullandığı biçiminden başka bir anlama hâiz olamayacağından dolayı− yine zorunlu olarak tarihseldir.
PRENSİP VII: METİN MOTİVASYONU VE METİN OKURLUĞU
Şu ana kadarki tüm prensipler, metinle karşılaşma cüretini gösterebilmek adına izlenmişti. Artık metin ile, ilkin bir “bütün” olarak karşılaşabiliriz; − yani metnin damarlarında dolaşmaya başlamazdan önce, o damarlarda akan kanı neyin motive ettiğini kestirmemiz gerekir. Her ne kadar, yazıldığı esnada metin, yazarına bağımlı bir “ikincil varlık” durumunda idiyse de, “ortaya çıkmış” bir metin, bambaşka bir varlık durumuna yükselmiş, biricikleşmiştir. Ve her biricik varlık durumu gibi, metni de motive eden duygu durumlar mevcuttur.
PRENSİP VIII: METİNLERARASI OKUMA
Bir metin ortaya çıktığı andan itibaren, kendi varlık durumuna özgü motivasyona sahipse, kendine özgü motivasyonlara sahip başka metinlerle de bir çarpışma hâlindedir. Bahsi geçen “başka metin”, aynı elden çıkmış olabileceği gibi, bir çağdaşın elinden ya da çağ evvelinden tesiri büyük bir başka elden de çıkmış olabilir. Felsefî metinler bu çarpışmalar bağlamında okunduğunda, metnin kendisine özgü motivasyonunun, tarihin kendisine özgü motivasyonuna dâhil olduğu anlaşılır.
PRENSİP IX: DİSİPLİNLERARASI OKUMA
Yine bunun gibi, felsefî metinler, felsefî olanın dışında kalan metinlerle (eserlerle) de çarpışma hâlindedir. Psikolojiden genetiğe, resimden müziğe, antropolojiden biyolojiye birçok disiplin, bu çarpışmanın taraflarından birisi olabilir. Felsefe, tarihin içinden tek başına süzülüp gelmediğine göre, farklı disiplinlerle olan ilişkisi de göz ardı edilemeyecek bir prensip olarak bellenmelidir.
PRENSİP X: KAYGILANMA/SANCILANMA/HASTALANMA
Bütün bu prensipler yerine geldiğinde ve sıradan bir okur dört başı mamur bir felsefe okuru olarak bugün karşımıza dikildiğinde; eğer ki kaygıya, sancıya ya da hastalığa düşmemişse, ilk dokuz prensip yanlışlanmış olur. Çünkü bu bir sağlama prensibidir, insanda kaygıya, sancıya ve hastalığa yol açmayan felsefî serüven, pekâlâ hâlen bir serüvendir lâkin gel gelelim felsefî değildir.