Eğitimde 2023 versiyonu: Hayaller Finlandiya gerçekler Türkiye

Bugün Türkiye’de birçok aile, çocuğunu okutmak için hane halkı tüketimindeki en temel kalemlerden vazgeçmektedir. Devlet, gelecek nesillerin eğitimi için hangi kalemlerden vazgeçebilir? Devlet bütçesinde hangi harcama kalemlerinden yüzdelik bir oranda kısılması eğitim alanına kaynak sağlar?

Google Haberlere Abone ol

Aslıhan Aykaç Yanardağ*

Geçen hafta eğitimle ilgili iki gelişme yaşandı. Bir taraftan Danıştay, 1933’ten beri okullarda okutulan ve 2013 yılında uygulamadan kaldırılan “Öğrenci Andı” hakkındaki ilgili yönetmelik hükmünü iptal etti. Diğer taraftan Milli Eğitim Bakanlığı 2023 Eğitim Vizyonu başlığı altında üç yıllık bir eylem planı sundu ve farklı eğitim düzeylerinde gerçekleşmesi planlanan yenilikleri tanıttı. Ancak bakanlığın eğitim planı Danıştay kararı kadar ilgi görmedi. Oysa sembolik bir metin ve zorunlu olarak tekrar eden bir ritüelin bir zaman sonra kanıksanan ve sıradanlaşan anlamına kıyasla eğitim sistemindeki yapısal değişiklikler yeni nesiller üzerinde çok daha kalıcı bir etki bırakır, bu nedenle tekil durumlara bakarken yapısal dinamikleri göz ardı etmemek, ağaca bakarken ormanı gözden kaçırmamak gerekir.

2023 Eğitim Vizyonu, insan temelli bir eğitim ekosistemi inşa etmeyi amaçlıyor ve bir zihniyet değişimine vurgu yapıyor. Örneğin burada “kavramsal olarak evrensel ancak uygulamada yerel” bir anlayış, bunun yanı sıra “insan ve makine birliği yerine akıl ve kalbin birliği” üzerinde duruluyor. Milli Eğitim Bakanlığı’nın geleneksel ve moderni, formel ve duyusal olanı sentetik bir biçimde birleştirmeye çalışarak ortaya koyduğu zihniyet üç temel alandaki yenilik önerilerine bakarak daha iyi anlaşılabilir.

EĞİTİM POLİTİKASINDA İŞLETME ZİHNİYETİ

2023 Eğitim Vizyonu eğitim sistemine yönelik yönetim ve organizasyon anlayışında dört temel hedef dikkat çekiyor. İlk olarak, veriye dayalı karar alma mekanizması ve yönetimi ile bakanlık okulları ve eğitim sistemindeki gelişmeleri ya da sorunları verilerle izleyecek ve yapacağı değişiklikleri de bu veri sistemine dayandıracak. İkinci olarak, eğitim sürecinin, eğitim kurumlarının ve personelinin denetimi konusunda teftiş ve kurumsal rehberlik işlevleri birbirinden ayrılacak ve ihtisaslaşma sağlanacak. Üçüncü bir yönetsel başlıkta gerek sözleşmeli gerekse ücretli öğretmenlerin çalışma koşullarının, ücretlerinin ve mesleki gelişimlerinin düzenlenmesinde insan kaynakları yönetimi anlayışına uygun olarak “insan kaynaklarının verimli kullanılması ve hakkaniyetli bir şekilde ödüllendirilmesi” hedefleniyor, buna göre öğretmenler performanslarına göre değerlendirilecek ve ileri bir okuma yapmak gerekirse buna göre ücretlendirilmesi söz konusu olabilir. En önemli yönetsel unsur ise finansman konusunda, bakanlık finansman yöntemlerinin çeşitlendirilmesi için bir taraftan özel sektör ve sivil toplum işbirliklerinin destekleneceği vurgusu yapıyor, diğer taraftan eğitim alanındaki hayırsever bağışlarının daha iyi yönetilmesi için il ve bakanlık düzeyinde bir yapı oluşturulacağını belirtiyor.

Yapısal dönüşümlere ve sistematik iyileştirmelere yönelik bütün bu ifadeler eğitim politikasında bir kamusal fayda, sosyal hizmet ve sosyal politika anlayışından uzaklaşıldığını, bunun yerine neoliberal ekonomi politikalarıyla uyumlu, devletin eğitim alanındaki politik sorumluluğunu kısmen özel sektöre ve sivil toplum kuruluşlarına, kısmen de veri toplama ve veriye dayalı yönetim anlayışında olduğu gibi teknolojik araçlara devrettiği bir zihniyet değişimini temsil ediyor. Veri toplama veriye dayalı bir yönetim anlayışı verilerin sağlıklı, şeffaf ve güvenilir mekanizmalarla toplandığını varsayıyor, toplanan verilerin gerçeği temsil edeceğini var sayarken beklenmedik sapmaları istisna ya da münferit olarak tanımlayarak devre dışı bırakmayı umuyor. Bunun dışında denetim ve teftiş konusundaki ihtisaslaşma, 2023 Eğitim Vizyonunda en az yer bulan başlıklardan biri oldu. Ancak buradaki kurumsal rehberlikten kasıt, eğitim sistemindeki rehberlik ve psikolojik danışmanlık değil, kurumun işleyişi, kaynak kullanımı ve etkinliğine yönelik bir rehberlik. Bu bağlamda bir eğitim kurumunun işleyişi de eğitim işlevinden görece soyutlanarak performans ve kurumsal etkinliğe göre değerlendirilecek. Burada hangi çıktıların kurumsal rehberlik çerçevesinde değerlendirileceği ise belirsiz kalmış. Öte yandan bir meslek olarak öğretmenlik, insan kaynakları yönetimi anlayışının soyut performans ölçümleriyle değerlendirilebilecek bir meslek değildir. Bütün özelliklerini bir kenara bırakalım, öğretmenlik yoğun bir duygusal emek gerektirir, “aklı ve kalbi” bir araya getirmeyi amaçlayan eğitim vizyonunda öğretmenlerin duygusal emeğini ölçecek bir performans aracı var mıdır?

Buradaki asıl büyük mesele, devletin finansman konusunda özel sektör ve sivil toplumdan gelecek kaynak aktarımına bel bağlamasıdır. Bu tür bir yaklaşımın çeşitli riskleri vardır. Birinci risk bu tür kaynak aktarımlarının başka politik alanlarda patronaj ilişkilerine yol açabilir olmasıdır. İkinci bir risk, bu tür kaynakların bölgesel farklılık göstermesi nedeniyle, Türkiye’nin farklı bölgelerinde bulunan okullar arasındaki sosyo-ekonomik uçurumu artıracak olmasıdır. Oysa devlet eğitimde eşitlik ve ulaşılabilirlik ilkesine uygun olarak tüm halkın eğitime ulaşmasını sağlayacak mekanizmaları işletebilir. Bugün Türkiye’de birçok aile, çocuğunu okutmak için hane halkı tüketimindeki en temel kalemlerden vazgeçmektedir. Devlet, gelecek nesillerin eğitimi için hangi kalemlerden vazgeçebilir? Devlet bütçesinde hangi harcama kalemlerinden yüzdelik bir oranda kısılması eğitim alanına kaynak sağlar?

EĞİTİM ALTYAPISINDAKİ İYİLEŞTİRMELER EŞİTSİZLİĞİ ORTADAN KALDIRIR MI?

2023 Eğitim Vizyonu'nun hedeflediği gelişmeler yalnızca yönetim ve organizasyon alanında değil. En az bunlar kadar önemli bir başka konu da altyapı yatırımları. Öncelikle öğrencilerin yaratıcılıklarını geliştirebilecekleri, özellikle müfredat dışı etkinlikler için imkân yaratacak tasarım-beceri atölyeleri kurulması hedefleniyor. Bunun dışında okul gelişim modeli anlayışına uygun olarak okul mahalle spor kulüplerinin kurulması dikkat çekici bir başka hedef. Gerek yabancı dil eğitiminde gerekse diğer branşlarda dijital içerik kullanımı yaygınlaştırılacak, okullar ve öğretmenler dijital materyal kullanımı konusunda desteklenirken, öğrenciler de kodlama ve 3D tasarım konularına yönlendirilecekler. İlkokul ve ortaokul düzeylerinde ikili eğitim tümüyle kaldırılacak, devlet tarafından sağlanan kitaplar dışında yabancı kaynak ihtiyacını ortadan kaldıracak düzenlemeler yapılacaktır.

Bütün bu altyapı hedefleri büyük bir iyimserlik içeriyor. Önceki yıllarda öğrencilere tablet dağıtılması, akıllı tahta gibi unsurları kapsayan ve iki milyar liranın boşa gitmesine neden olan FATİH Projesi'ni hatırlamakta fayda var. Proje başarısız olunca bakanlık depolarda bekleyen tabletleri öğrencilere dağıtmak yerine alternatif alanlarda kullanma kararı aldı. Henüz her sınıfa bir yazıcı imkânı sunmamışken, velilerden sarf malzemesi desteği istenirken 3D tasarım için uygun yazıcılar hangi kaynakla sağlanacak? Yabancı dil öğretmenlerini dil eğitimi için teker teker yurt dışına göndereceğimize, yurt dışından anadili İngilizce, Fransızca, Almanca olan dil bilimcilerini getirerek daha fazla öğretmenin böyle bir etkileşimden faydalanmasını sağlamak daha makul olabilir. Örneğin COMENIUS Programı kapsamında bu tür girişimlerin desteklenmesi daha fazla öğretmen için motivasyon sağlayabilir.

Gerçekte eğitim sistemimiz içinde yer alan tüm okullar ve tüm öğrencileri birbirinden ayıran tek bir fark vardır, o da toplumsal sınıf farkıdır. Sınıf farkı özel okul öğrencisiyle devlet okulu öğrencisini birbirinden ayırır. Bu iki grubun eğitim şartları da eğitimi destekleyen sosyal ve fiziksel şartları da birbirinden ayrıdır. Sınıf farkı bölgesel düzeyde de kendini gösterir. Ülkenin doğusuyla batısı arasında altyapı, iklim ve coğrafya, fiziki imkanlar, öğretmen sayısı açısından farklar vardır. Yalnızca LGS ve YKS sonuçlarındaki başarı dağılımları dahi bu ayrımın bir göstergesidir. Üçüncü bir sınıfsal fark ise kır-kent arasındaki ayrımda ortaya çıkar. Kırsaldaki çocuk okula ulaşmak için bazen kilometrelerce yürümek, bazen küçük yaşta ailesinden ayrılmak zorunda kalır. Bu tür durumlar öğrencinin hazır bulunuşunu doğrudan etkiler. Toplumun tüm kesimlerini kapsayan adil bir bölüşüm sistemi olmadan okullar arası başarı farkını azaltmak mümkün değildir.

EĞİTİMDE BRANŞLAŞMA EĞİTİMİN AMACINA UYGUN MU?

Eğitim sisteminde yönetim ve altyapı meselesinden daha önemli olan ise eğitim içeriği, bu içeriğin nasıl sınıflandırıldığı ve öğrenciye nasıl sunulduğudur. Bilginin kitlelere aktarımında üç temel alandan söz edilebilir; bunlar fen bilimleri, sosyal bilimler ve sanat, edebiyat gibi kolları kapsayan beşeri bilimlerdir. Bu üç temel epistemolojik alan yükseköğretimde disiplinlere ayrılır ve bireyin uzmanlaşmasını sağlar. Türkiye’de temel eğitim ve ortaöğretimden sonra lise düzeyinde fen liseleri, sosyal bilimler liseleri, nitelikli ara eleman yetiştirmek üzere meslek liseleri ve son olarak imam hatip liselerini kapsayan bir sınıflandırma bulunmaktadır. Bunun dışında güzel sanatlar liseleri de beşeri bilimlerde gelişimini devam ettirecek öğrencilere erken bir uzmanlaşma imkanı sunmaktadır. Ancak 2023 Eğitim Vizyonu içinde güzel sanatlar liseleri hakkında tek bir değerlendirme yapılmamıştır. Türkiye’de yükseköğretime geçiş aşaması olarak değerlendirebileceğimiz lise eğitimi kısmen bilimsel kategorilere göre, kısmen de toplumsal ihtiyaçlara göre şekillenmiş durumdadır. Ancak Türkiye’de yapısal olarak yüzde 20 civarında seyreden genç işsizliği bu branşlaşmanın acilen gözden geçirilmesini gerektirmektedir. Lise eğitimi ve bunu takip eden yükseköğretim tercihleri dikkatle incelenmeli ve branşlaşmada gerekli düzenlemeler yapılmalıdır. Eğitim vizyonunun ısrarla vurguladığı “veri odaklı” yaklaşım, özellikle meslek lisesi ve imam hatip lisesi çıkışlı öğrencilerin kendi branşlarında mı yoksa farklı branşlarda mı yükseköğretime geçtiğini izlemede ve branşlaşmanın etkinliğini ölçmede işe yarayacaktır. Aynı veri odaklı yaklaşım, mezunların işe yerleştirme ve çalışma alanları konusunda da kullanışlı olabilir, böylece eğitim ve işgücü piyasası arasındaki bağ daha iyi değerlendirilebilir.

Eğitim, devletin politika üretmesi ve karar alması gereken alanlar içinde en zorlu ve en fazla dikkat gerektiren alan olarak öne çıkar. Eğitim alanında atılan her yanlış adım, uygulamaya konan her yanlış politika kuşaklar boyu etki göstererek olumsuz sonuçların bir çarpan etkisiyle yayılmasına neden olacaktır. Eğitimin yalnızca tek bir alanında yapılacak bir hata bile, bu hataya maruz kalan kesim ile toplumun geri kalanı arasında bir ayrışmaya veya bir kutuplaşmaya neden olacaktır. Bu nedenle eğitimde birlik ve eğitimde eşitlik, politika yapımındaki en temel varsayım olmak zorundadır.

*Doç, Dr., Ege Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü