Yerel yönetim seçimlerine giderken: Toplumun hislerine tercüman olmak 

Siyaseti aşağıdan yukarıya ören, yerel siyasetle gelecek kurgusunu bilimsel bilginin ışığında oluşturan bir kentsel siyasetin kendisi, gerçekte siyasetin geleceğidir. Halk için, halkla birlikte, halk tarafından bir yerel yönetim politikası zorunluluktur. Özgücüne güvenen ve örgütlenmiş yerel yönetimler, sandık güvenliğinin de, salt seçime endekslenmeyen gelecek örgütlenmesinin de, yeni bir yaşamı nüvelendirmenin de sigortasıdır.

Google Haberlere Abone ol

Tezcan Karakuş Candan* 

Bazı anlarda  konuşan ile dinleyen arasında bir geçirgenlik, bir duygu bağı kurulur. İşte tam da böyle bir ortamda en çok duyulan şey “hislerime tercüman oldunuz” sözleridir.

Hislere tercüman olmak, karşılıklı bir duygusal geçirgenliktir, samimiyettir, hesapsızca derdini anlatmak, umutsuzluğa kapılmış yüreklere, yapayalnızlık içerisinde bir başına ne yapacağını bilememe haline umut katmaktır. Bütün bu satırların yazılmasına vesile olan Denizli’de yaptığımız sunumların yüreklerdeki yansımasıydı. Yerel seçimler sürecine giderken ön sıralarda, gözyaşlarını tutamayan bir kadının, “nasıl iyi geldiniz bize”, sözlerinden cesaret alarak o umut ve enerjiyle bu kez de yazmak istedim. Çünkü yaşadığımız gerçeklikte giderek toplumun büyük bir çoğunluğuna sirayet eden kimsesizlik ve umutsuzluk hissiyatını ve nedenlerini birbirimizle paylaşabilirsek bu hepimize iyi gelecek. Böylece bir toplumsal terapi gibi hissiyatımızı paylaşarak, yalnız olmadığımızı bilerek, yaralarımızı sarıp, mücadele enerjimizi toparlayabileceğiz. Kim bilir belki de ihtiyacımız olan, toplumsal hissiyatın örgütlenmesidir.

KİMSESİZLİK HALİ

Aylardır her birimizi yakından etkileyen ve toplumsal olarak içe kapanma, kişisel kurtuluş arayışları, ülkeyi terk etme isteğinin ana kaynağı toplumun kendisini sahipsiz ve yapayalnız hissetmesinden kaynaklanıyor. Kimileri tarafından küskünler diye ifadelendirilse de, bu küskünlük değil bir kimsesizlik hali.

Öfkemizin gözlerimizi çakmak çakmak yaptığı, paylaştıkça yutkunmakta zorlandığımız bu kimsesizlik haline tercüman olunamaz ise bu yerel seçimler de öyle geçip gidecek.

Toplum her seçimde bir kez daha umutlanıyor ve siyasetin önüne geçerek yol gösterici oluyor. Ancak siyasetten karşılığını bulamayınca her defasında  daha ağır bir umutsuzluğa kapılıyor. 24 Haziran cumhurbaşkanlığı seçiminde Ankara, İstanbul ve İzmir meydanlarını dolduran her kesimden, her siyasal düşünceden milyonlar, adaydan bağımsız biçimde, topluma sunulan alanı kullanarak bu geriye gidişe dair toplumsal bir sorumlulukla bir kez daha  parmak kaldırdı, siyasete mesaj verdi. “Biz de varız, yalnız değilsiniz, düşün yollara, sokaklara, meydanlara!” dedi. Toplum daha yaşanabilir bir Türkiye için siyasete yol gösterecek şekilde sokaklarda kendini ortaya koydu. “Haydi!” dedi.

“Köprüyü geçmeden son çıkış” olarak tarif edilen 24 Haziran Seçimleri ve sonrasında yaşananlar, kaldırılan o parmakların görülmemesi ve sanki demokratik bir durummuş gibi  kazanımlarımızın ortadan kaldırılması, parlamenter sistemin çökertilmesi, rejimin değiştirilmesinin son çivisinin çakılması karşısındaki sessiz sedasız  kabullenme hali,  hepimizi bir kez daha şoke etti.

“Kimsesizlerin kimsesi olan Cumhuriyet”in, kazanımları ve değerleri gözlerimizin önünde bir bir yıkılırken gösterilen refleksler kimseyi tatmin etmedi. Üstüne , dikkate alınmama, atlatma, cesaretini ve kararlılığını kaybetme halindeki siyasetçilerin varlığı eklenince toplum bir kez daha sarsıldı, hep duvara konuştuğunu fark etmenin derin şokunu yaşadı. Nereye gidersek bu hissiyat bir kez daha sezildi, bu kimsesizlik hali umutsuzluğu da beraberinde getirdi. Umut bağlanılan siyasi partilerden, toplumsal muhalefet bileşenlerinden beklenen tepkiler olmayınca, dünyayı değiştirme idealiyle yola çıkanlar da sınıfı geçemeyince hepimiz biraz kimsesizleştik. Cumhuriyete, demokrasiye, özgürlüklere, adalete, barışa sevdalı toplum öksüz kaldı. Kalkan parmaklar indi. Derin bir hüzün kapladı yürekleri, toplumsal bir çıkışın dinamiklerine olan umutlar bir kez daha silikleşti. Kimsesizlik öfkesi, yapayalnız olma hali, sahiplenilmeme duygusu giderek umutsuzluğu çoğalttı.

Bize emanet edilen bir devrimi geliştirmek bir yana, koruyamadık. Rejim değişti derken bile bir burukluk yaşanıyor, yumruk gibi düğümleniyor boğazımız, kabullenemiyoruz. Yaşadığımız bir temsiliyet sorunu ve kabullenemediğimiz yeterli tepki gösteremeyen siyasi partiler, yüksek tepelerden siyaset yapanlar, toplumun yararını düşünüyormuş gibi yaparak şahsi menfaatini düşünenler. Her şey öylesine ortada ki, hiçbir süslü söz ve mazeret bu gerçeği perdeleyemiyor. İyilik de kötülük de samimiyet de samimiyetsizlik de görülüyor, biliniyor. Gözün önündeki perde kalktı. Kimsesiz kaldığımızı gördük.

Kimsesizlik hali ideolojik bir sonuçtur. Tam da böylesi dönemlerin merhemi ise ideolojidir.

Şimdi bu gerçeklikle yeniden bir yerel yönetim seçimlerine gidiyoruz. Muhalefet cephesi sanki rejim değişmemiş gibi davranıyor. Yerel yönetimler asla 24 Haziran’dan önceki gibi olmayacak! Bunu bilerek hareket etmek zorundayız.

İdari olarak kayyımlarla tehdit edilen, mali olarak damadın iznine tabi olan yerel yönetimlerin olmazsa olmazı imar düzeninin, 3194 sayılı İmar Kanunu değişikliği için hazırlanan taslakla -imar rantının da- tekelleşeceği bir dönemde, yerel yönetim politikaları eskisi gibi hiç olmayacak. Rant hayali görenler ise ya küçük ölçekli ihalelerle yetinmekle kalacaklar ya da iktidarla işbirliği içerisinde pay almaya bakacaklar.

Yerel yönetimler kimsesizlerin kimsesi olmak zorundadır.

Öyleyse hem bu kimsesizlik halinde hem de azgın bir şekilde üzerimize gelen ekonomik çöküntü içerisinde yerel yönetim politikaları salt bir hizmet etme yaklaşımı ile ele alınamaz. Daha ötesine ihtiyacımız var. Siyasetten ve ideolojinden uzak bir yerel yönetim anlayışı eşyanın tabiatına aykırı. O yüzden yerel yönetimleri siyasetler üzerinde salt bir hizmet olarak görmek hezimete yol açabilir.

Demokrasi talebini dillendiren,yaşamı yeniden örgütleme kararlılığını gösteren, ekonomik çöküş sürecinde dayanışmayı ve paylaşmayı organize eden, üretim odaklı bir yerel yönetim anlayışına ve programına şiddetle ihtiyacımız var. İnsanları nesneleştiren değil özneleştiren, toplumsal barışın anahtarı “vicdan ve sevginin” mekânsallığını inşa edecek bir yerel yönetim anlayışına şiddetle ihtiyacımız var.

Hizmet bir noktaya kadar önemli ancak bu hizmeti katılımcı bir anlayışla örgütleyecek potansiyeli de yerel yönetimler üretmek zorundadır. Rant yerine değer kavramını gündeme getiren, halkına, kentine, kendine ve geleceğine değer veren, yaşayanlarını değerli kılan ve değerli hissettiren bizi birbirimizle buluşturan, hislerimize tercüman olan yerel yönetim anlayışına ihtiyacımız dünden daha fazla. O nedenle yerel yönetimler, siyaset dışı ya da üstünde değil bizzat siyasetin kendisidir.

'İHTİYACIM ASFALT DEĞİL UMUT'

Siyaseti aşağıdan yukarıya ören, yerel siyasetle gelecek kurgusunu bilimsel bilginin ışığında oluşturan bir kentsel siyasetin kendisi, gerçekte siyasetin geleceğidir. Halk için, halkla birlikte, halk tarafından bir yerel yönetim politikası zorunluluktur. Özgücüne güvenen ve örgütlenmiş yerel yönetimler, sandık güvenliğinin de, salt seçime endekslenmeyen gelecek örgütlenmesinin de, yeni bir yaşamı nüvelendirmenin de sigortasıdır. Belki de bu yüzden, “Ben Türkiye’nin geleceğini göremiyorum. Varsın asfalt dökmesin, ihtiyacım asfalt değil umut!” diyen kadının sözleri hâlâ kulaklarımızda.

Ezcümle, yapayalnız ve kimsesiz değiliz, umudu önce kendimizde oluşturacağız ki, geleceğimiz olan çocukların gözlerinin içine bakabilelim. Gelecekten ve kendimizden umudu kesersek işte o zaman hissizleşiriz, kimsesizleşiriz. Ne zaman yeniden başlamadık ki! Ne zaman emek vermeden, mücadele etmeden güzel şeylere sahip olduk ki! Öyleyse bu süreci yeniden örecek ve birlikte aşacak gücümüz kendi kaynağımızda. Anadolu’nun o mükemmel coğrafyasında boy veren kültürler mozaiğinde.

Pembe Köşk’te aralık ayına kadar sürecek “Cumhuriyet’in ilk on yıllık hikâyesi” sergisini İsmet İnönü’nün kızı Özden Toker’in muhteşem bilgeliği ile gezerken aktardığı bir anısıyla bitireyim yazıyı. Özden Toker çocukken Atatürk’ün kendilerine, “Aynaya bakmadan asla dışarıya çıkmayın. Toplum içine çıkıyorsunuz, herkes size bakacak, görecek, ona göre tavır alacak” dediğini aktarmıştı. Korkularla ve umutsuzlukla çevrelenmiş bir ortamda, kimsesizliğimizi, korkularımızı yenecek olan kararlılığımız, haklılığımız ve birbirimiziz. Onu harekete geçirecek olanı ise aynaya bakınca göreceksiniz. Toplumsal hislerimize tercüman olan bir süreci örgütlemek dileğiyle, “aynaya bakmadan asla dışarı çıkmayın”.  Dostça kalın.

*Mimarlar Odası Ankara Şubesi Yönetim Kurulu Başkanı