7 yıl hapsin gerekçesi: Haberlerinle moral verdin
Gazeteciliğin her türlü baskıyla karşı karşıya kaldığı günümüz koşullarında hem “içeride” hem de “dışarıda” gazeteciliğin “tutuklu” hale getirildiği bir ortamda tartışmamız gereken daha elzem bir konu var. Aynı zamanda hepimizi bekleyen ve bizleri de çepeçevre sarabilecek tehlikeli bir yaşanmışlıktan sizi haberdar etmek istiyorum. Sadece bir örnek… Seda Taşkın.
Hayri Demir*
Yılların deneyimli gazetecisi Kadri Gürsel’in gazetecilik yaşamına ve tutuklanma sürecine dair kaleme aldığı “Ben De Sizin İçin Üzgünüm” isimli kitabının yayınlanmasıyla birlikte gazetecilik mesleğinin geleceğine dair önemli tartışmaların da fitili ateşlendi.
Gürsel’in kitabında bahsettiği “profesyonel gazetecilik” söylemi elbette ki “demokratik ülkelerde” gazetecilik mesleğinin geleceği için elzem bir tartışmanın kendisiydi. Lakin Türkiye’nin bugününü göz önüne getirdiğimizde Gürsel’in deyimiyle “Gazeteci dava insanı değildir, hak mücadelesi için gazetecilik yapılmaz” tartışmasının ötesine bir kapı açmak gerekiyor.
Elbette gazetecilik Gürsel’e göre “dava insanlığı” olmayabilir, ancak “kamu yararı” gibi mesleğin en zor ve merkezinde duran bir hususu da göz ardı edemeyiz: “Kimin davası” ya da “ kimin yararı”...
Gürsel’e göre “Gazeteci hak mücadelesi için gazetecilik yapmaz” denilen Türkiye’de Gazeteciler Sendikası’nın 8 Kasım tarihli güncel raporuna göre 145 gazeteci cezaevinde. Cezaevinde olmayıp da mesailerinin büyük bölümünü adliye koridorlarında geçirmesine rağmen, onlarca gazetecinin de mesleğinin gereğini yerine getirme çabası içerisinde olduğu da bilenen bir gerçek.
İlk kez bu kadar yoğun gazeteci yargılamasıyla karşı karşıya kaldığımız bir dönemde, bu yargılamalar ve elbette her gazetecinin yargılaması ayrı ayrı bir çalışma-yazı konusu olmalı. Bir dönem bu listelerde ismi olan Gürsel’e göre bu gazetecilerin bir bölümü “aktivist” gazeteci de olabilir ya da “ana akım” olmayıp, “alternatif” de olabilir.
Yazının genel hattından çıkmamak için “profesyonel gazetecilik” ya da “aktivist gazetecilik” tartışmasını burada bir kenarda tutalım.
Gazeteciliğin her türlü baskıyla karşı karşıya kaldığı günümüz koşullarında hem “içeride” hem de “dışarıda” gazeteciliğin “tutuklu” hale getirildiği bir ortamda tartışmamız gereken daha elzem bir konu var. Aynı zamanda hepimizi de bekleyen ve bizleri de çepeçevre sarabilecek tehlikeli bir yaşanmışlıktan haberdar etmek istiyorum.
Sadece bir örnek… Seda Taşkın.
Gazeteciliğinin iki yılını Ankara’da geçirdikten sonra yolu Van’a düştü. Sadece Van’la sınırlı kalmadı; Ağrı, Bitlis, Hakkari’ye giderek kimi zaman tandır başında bir kadının kimi zaman dondurucu soğuğa rağmen dolmuşun tepesinde okula gitmeye çalışan çocukların haberini yaptı.
Aralık 2017’de ise Muş’a gitti. O günlerde Muş’un Varto ilçesinde 78 yaşındaki Sise Bingöl, “örgüte bilerek ve isteyerek yardım etmek” suçlamasıyla 4 yıl 8 ay hapis cezası almış ve tutuklanmıştı. Bu arada Sise Bingöl halen Tarsus Cezaevi’nde tutuklu bulunuyor. Seda da Sise Bingöl’ün yakınlarıyla Varto’da röportaj yaptıktan sonra Muş’a döndü. Kent merkezinde bir mağazadayken kendisini takip eden sivil polislerce kimlik kontrolü ve üst aramasına maruz kaldı. Polisler üstünde “suç şüphesi” uyandıracak bir şeyi bulamayınca oradan ayrıldı. Ancak bunun üzerinden henüz saatler geçmeden bu kez cep telefonundan Muş Emniyet Müdürlüğü’nce arandı. “İmzalaman gereken bir evrak var” denilerek emniyete çağrıldı.
Seda da emniyetin yolunu tuttu. Çünkü gazetecilik yapıyordu ve bu suç değildi, kaçmasını gerektirecek bir durum yoktu. Daha emniyete varmadan, zırhlı araçla önü kesildi ve gözaltına alındı. Götürüldüğü emniyette çıplak aramaya maruz kaldı. Gözaltı gerekçesi “hakkında ciddi ihbar var” olarak kayıtlara geçti. Birkaç gün sonra çıkarıldığı mahkemece serbest bırakıldı, ancak savcılığın itirazı üzerine 22 Ocak 2018’de yeniden gözaltına alınıp, tutuklandı.
Yargılaması bir yıl bile sürmedi ve hakkında 7 yıl 6 ay hapis cezası verildi.
Yargılama sırasında “hakkında ciddi ihbar var” email'inin emniyet uzantılı bir adresten atıldığı ortaya çıktı. Ancak avukatların bu email'in kim tarafından atıldığının araştırılması talebi reddedildi.
Yargılamanın ikinci temel dayanağı ise Seda’nın ismiydi. Kimlikte isminin Seher olmasına rağmen Seda ismini kullanması, “örgüt üyesi olmak” suçlamasına dayanak bir “kod isim” idi. Dava boyunca Seda’nın yaşadığı Mamak’taki mahalle karakolunca yapılan araştırma ve tutuklu bulunduğu cezaevine yazılan yazılar sonucu Seda ismini çocukluktan bu yana kullandığı anlaşıldı.
Ancak yeterli değildi.
Bu kez yaptığı haberler ve gözaltına alınmadan önce yaptığı ancak yayınlatamadığı röportajları dosyasına girdi. Bunlardan birisi Sise Bingöl’ün yakınlarıyla yaptığı röportaj idi.
Görülen beş duruşmanın hiçbirinde Seda mahkeme heyetinin huzuruna çıkamadı. Davası Muş’ta görülürken, o tutuklu bulunduğu Sincan Kapalı Kadın Cezaevi’nden SEGBİS aracılığıyla duruşmalara katılmak zorunda kaldı.
Davanın 10 Ekim’deki karar duruşmasında Seda’ya, "örgüte üye olmamakla birlikte örgüte yardım etmek" gerekçesiyle 4 yıl 2 ay, "örgüt propagandası yapmak" suçlamasından ise 3 yıl 4 ay olmak üzere toplamda 7 yıl 6 ay hapis cezası verildi.
Peki, Seda’nın bu cezayı almasının gerekçesi neydi?
Bunca yıl verilen hapis cezasının gerekçeli kararı geçtiğimiz günlerde açıklandı; biz gazetecileri bekleyen asıl tehlikenin de gerekçesi…
Gerekçeli karardan olduğu gibi alıntılıyorum:
“Sanığın bu bölge ile hiçbir irtibatı olmamasına rağmen…”
Evet, gerekçeye göre, gazeteci bile olsanız, öyle kafanıza göre seyahat edemezsiniz, istediğiniz zaman istediğiniz kente gidemezsiniz!
Bu kadar da özgürlük olmaz ama ne diye kentleri dolaşırsınız!
Hadi geldiniz, öyle haber falan yapamazsınız!
“Muş ili ve çevresine gelerek örgüt üyelerine moral ve motivasyon oluşturacak haberler yaparak örgüte yardım etmek suçunu işlediği.”
Karara göre; tutuklandığında daha 29 yaşında olan Seda, 1978 yılında kurulan bir örgüte “moral” ve “motivasyon” sağlıyordu. Bunu da haberleriyle yapıyordu.
Gerekçeli kararda satır arasına gizlenmiş, hepimizi bekleyen açık bir tehlike daha:
“Her ne hikmetse kültürel haberler yapmak üzere bölgeye geldiğini savunan sanığın dijital materyallerinde kültürel içerikli haber tespit edilmediği.”
Hadi Muş’a geldiniz ama öyle istediğiniz her haberi yapamazsınız, gazeteciliğin de sınırı var!
Seda’nın yaptığı onlarca haberden birisi hatırlatmakta fayda var.
Van’ın Edremit ilçesinde “Ermeni mezarlığı üzerine tuvalet yapıldı (1)” başlıklı bir haber Ağustos 2017’de Türkiye’nin gündemine geldi. Birçok yayın organında yayınlanan bu haber Meclis gündemine kadar taşındı. Yetkili kurumlardan çeşitli açıklamalar da yapıldı. Haber Seda’nın haberiydi. O bir “profesyonel gazeteci” olmadığı için imza telaşında olmayıp böylesi bir haber yapmış ve gündeme getirmişti.
Gerekçeli kararda, henüz yayınlanmayan röportajlardan “suç unsuru” çıkartılmış ve şöyle denilmiş: “Röportaj esnasında kullanılan ifadeler ve içerik dikkate alındığında, abartılı ifadelerin bilinçli olarak kullanıldığı…”, “hak ihlalleri üzerinden sözde mağduriyet algısı oluşturmak.”
78 yaşındaki kadının cezaevinde olması bir gazeteci açısından haber konusu olamaz!
FETÖ medya yapılanması davasında, gazeteciler Ahmet Altan, Mehmet Altan ile Nazlı Ilıcak'ın da aralarında bulunduğu altı sanığa yerel mahkemece “anayasayı ihlal” suçundan verilen ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasında “darbeye ilişkin sübliminal mesaj içeren yayın” gerekçesi daha birkaç ay önce açıklandı.(2)
Altan’ların “subliminal darbe mesajı” denilerek müebbet hapis cezasına çarptırıldığı bir ülkede haberleriyle “moral” ve “motivasyon” sağlayan bir gazeteci daha yıllarını cezaevinde geçirecek.
Seda onlarcasının içerisinden sadece bir örnek…
Belki de Türkiye’de gazeteciliğe dair “profesyonel gazetecilik” ya da “aktivist gazetecilik” tartışmasını açmadan önce daha elzem bir konu var ki haberlerimiz “moral” ya da “sublimanal mesaj” sayılmamışken mesleki bir dayanışmayı ki gerekli olan bir dayanışmayı örebilmek.
*Gazeteci