İktidar muhalefettir, muhalefet de iktidar...

Gelinen noktada gösteriler tamamen bitse bile hareket asla yenilmiş olmayacak. Hareket Macron ustaca manevralarla ön aldığı ya da onların önlerine attığı kısmi rüşvetlere aldandığı için bitmiş olmayacak. Çok basit olarak yorulduğu için ve doğal seyrini (zamanını) tamamladığı için bitmiş olacak. Bu ise kitlelerde önemli bir özgüvene yol açacak; “madem bir kez yaptık yine yapabiliriz” duygusu hep bir yerlerde duruyor olacak.

Google Haberlere Abone ol

Besim Erarslan*

Fransa’daki “Sarı Yelekliler” isyanının ivmesi yavaş yavaş düşmeye başlarken, bu direniş hareketinin zihinlerimizde açtığı yeni ufuklara ve pencerelere doğru yavaş yavaş farazi yelkenler açmanın tam zamanı.

Sarı Yelekliler hareketini tarih nasıl değerlendirecek bunu kestirmek şimdiden çok zor, sonuçta başlangıçtaki ivmesini nispeten kaybetse de halen devam etmekte olan bir hareket. Ve muhtemelen bu köprünün altından daha çok sular akacak. Çeşitli sosyal kesimler, farklı siyasal angajmanlara sahip çevreler, kendi meşreplerince konu üstüne değerlendirmeler yapmaya devam edecekler. Kimi başlangıçta kuşkuyla baktığı hareketin bitişinin ardından başlangıçtaki öngörülerinin gerçekleşmemiş olmasını bir sorun yapmadan ona övgüler düzerek sahiplenecek, kimisi ise “bakın örgütsüz, programsız ve önderliksiz bu kadar oluyormuş biz zaten dememiş miydik” diyerek hareketin sönümlemesini kendi dogmatik tezlerinin doğrulanmasına yorma çabasına girişecek, kimileri de konuyu bir “hayat bilgisi” dersi olarak algılayıp olan biteni anlamaya ve mevcut ön kabullerini gözden geçirerek yeni bir şeyler öğrenmeye çalışacak.

Kendi adıma Sarı Yelekliler hareketinin çok büyük bir sosyal laboratuvar işlevi gördüğünü ve bizlere yepyeni pencereler açtığını düşünüyorum. Konuyu çok dolandırmadan biraz bunun üstüne konuşalım.

Bu hareketi anlamak için öncelikle hareket tarzlarına ve talep ettiklerine bakmak gerekir. Bakalım o zaman.

Aslına bakarsanız Sarı Yelekliler hareketinin talepleri, küresel kapitalizmin neoliberal politikalarının küresel ölçekte en geniş yığınları (çalışan sınıfları, gençleri, işsizleri, küçük çiftçileri ve emeklileri) en derin yoksulluğa ittiği herhangi bir ülkede gündeme gelen ya da gelebilecek taleplerden pek bir farkı yok. Neoliberal politikalar yüzünden küresel sermayenin talepleriyle ulus devletlerin sağlık, eğitim, çevre ve emeklilik gibi sosyal harcamalarını kısması ya da “zorunlu” yatırım alanlarından çekilerek, bu alanları küresel sermayenin sömürüsüne açık hale getirilmesiyle hareket açıklanabilir. Özellikle talan edilen doğal çevre ve giderek azalan sosyal güvencelere karşı küresel çapta duyarlılıklar gelişmeye başlamıştır. Çevre kirliliği ve endüstriyel gıdalara karşı oluşan hassasiyetle birlikte, sosyal devletin çekildiği alanların özelleştirme kisvesi altında satın alınabilir hale getirilmesi, birçok ülkede tepki, isyan ve hareketlerin gelişmesine neden olmuştur. O kadar ki küresel çapta gelişen bu uyanışı ya da duyarlılığa ana akım medyalar bile yer vermek zorunda kalıyordu.

O halde Fransa’da Sarı Yeleklileri diğerlerinden ayıran belirleyici etkenler nelerdi? Dikkat ederseniz yukarıda hareketin taleplerinin, neoliberal politikalar altında inim inim inleyen diğer ülkelerden çok da farklı olmadığını söylemiştim. Aslına bakarsanız taleplere bakınca söyleyecek çok şey var. Özellikle temsili demokrasiyi kökten rafa kaldırmaya yönelik bir yönelim mevcut. Önemli kararların parlamentoda değil, plebisitler(**) yoluyla halkın doğrudan onayına sunulmasını böylece plebisitlerin sadece iktidarlara ve otoriter yönetimlere meşruiyet sağlayıcı kurmaca bir enstrüman olmaktan çıkması isteniyor. Böylece iktidarların işlerine gelen zaman ve konuları plebisitle halk kitlelerinin onayına götürmesinin önüne geçilecek. Sokakta belli bir imza sayısına ulaşan öneriler plebisite götürülebilecek (şu aşamada bu hararetle tartışılıyor, tartışmalar olgunlaştığında bunun ayrı bir yazı konusu olduğunu da belirtelim).

Ancak yine de bu hareketin karakterini belirleyen şeyin hareketin taleplerinden önce hareketin tarzı olduğunu görmek gerekiyor. Pekiyi nedir o tarz?

1) Hareket, hiyerarşik olmayan bir şekilde eşitlerin hareketi biçiminde gelişiyor.

2) Hareket, temsilin kendisine karşı çıkıyor, ne parlamentodaki temsilcilere güveniyor ne de kendi içinde temsilci ve temsil organları çıkarmaya yelteniyor.

3) Hareketin önceden belirlenmiş bir manifestosu yok ama sürekli interaktif bir biçimde güncellenen kâh eklenip kâh çıkarılan talepleri var. Bu taleplerin herhangi bir üst kuruldan onaylanarak talepler listesine dahil edilmesi gerekmiyor. Siz kişisel olarak yaşadığınız bir mağduriyeti kendi ağzınızdan ya da kaleminizden talepler listesine ekleyebiliyorsunuz. İsterseniz çıkartabiliyorsunuz da…

4) Kararlar çoğu kez karşılıklı ikna yolları sonuna kadar denenerek alınıyor. Son noktada oylama var ama temelde oy çokluğu asıl arzu edilen şey değil asıl istenen o konuda konsensüs (yani oydaşma) oluşması.

5) Hareketin bir bayrağı yok, programı yok. Tek sembolü sarı yelekler. Sembollerin, tumturaklı programların hareketin birleştiriciliğine zarar vereceği düşünülüyor. Herkes eyleme gelirken dinsel, etnik, ideolojik önyargılarını, verili politik tercihlerini dışarıda bırakıyor. Sarı yelek, hem harekete katılmayanların farkındalıklarını arttırmak için, hem de harekete katılanların dayanışma ve eşitlik duygusunu artırmak için bir sembol.

Tüm bunlar, üstünde uzun uzun düşünmeye yetecek kadar argüman veriyor bizlere. Şimdi bunlar üstüne düşünelim biraz.

Olmayana ergi metodundan başlarsak belki daha kolay anlaşılır.

Şöyle düşünelim: Eğer hareketin tarzı böyle olmayıp da bilindik sosyal ve politik kodlar üstüne oturmuş olsaydı neler olurdu?

1) Sosyal medyada örgütlenen halk sarı yeleklerini giyip sokaklara eylem yapmaya çıkar.

2) Komünist partiler, sosyalist partiler, radikal sol parti, büyük Sendikal federasyonlar, sol sivil toplum kuruluşları, öğrenci örgütleri eylemi desteklediklerini sokaklarda kendi bayrakları ile yer alacaklarını ilan ederler.

3) Hükümet sert açıklamalar yapar, gerilim yükselir, Macron sendikaları tehdit eder.

4) Sendikalar 3 günlük genel grev ilan eder.

5) Cumhuriyetçiler, sağcı Ulusal Cephe, Macron yanlıları ve Fransa kiliseler birliği açıklama yapıp yurttaşları sükunete davet ederek provokasyonlara gelinmemesini isterler.

6) Üniversite ve lise öğrencileri genel greve destek verirler.

7) Polis tutumunu sertleştirir Paris’te barikatlar kurulmaya başlar.

8) Eyleme mesafeli duran Kuzey Afrikalı göçmenler de işin içine girerler ve çatışmalar Paris’in banliyölerine kadar yayılır.

9) Macron zorlanmaya başlar, polis tutuklamalara başlar.

10) Tam bu sırada Paris’te bombalar patlar çok sayıda insan ölür, olayı IŞİD üstlenir.

11) Macron olağanüstü hal ilan eder. Siyasal partilere ve sendikalara uzlaşma görüşmeleri için temsil heyetleri göndermeleri çağrısı yapar.

12) Kanlı terör eyleminin ertesinde sol muhalefet partileri ve sendikalar itidal çağrısı yaparak görüşme masasında “halkın taleplerinin yılmaz bekçileri olacaklarını” ilan ederler.

13) Haftalar süren görüşmeler sonucunda bazı talepler kabul ettirilir ve sistem ağır yara almaktan kurtulur.

14) Herkes evine, eski hayatına döner. Çoğunluk hoşnutsuzdur. Radikal sol gruplar, öğrenciler, anarşistler “satıldık” derler, Temsil heyetinde yer alan parti ve sendika temsilcileri “şartlar böyleydi daha fazlasına gücümüz yetmedi” diyerek günah çıkarırlar.

15) Umutlar kabul ettirilemeyen taleplerle birlikte başka bahara kalır.

Bugün yaşananlarla, muhtemel olduğu halde yaşanmamış olanlar arasındaki farkı şimdi daha iyi görebiliriz. Sarı Yelekliler hareketi tam bir dip dalgası olduğu için verili toplumsal ve politik kodlamalar üstüne oturmadı. Hareketin dinamiği böyle bir tehlike belirdiği anda da bu kodlamalara oturtulmaya elverişli olabilecek davranışlarda bulunmamaya özen gösterdi. Hareketin bir bayrağının ve programının olmaması bunu sağlayan en önemli etmendir. Hareketin bileşenleri, siyasal partiler veya sendikalar vb. gibi tüzel hiyerarşik kurumlar değil, doğrudan bireylerdir. Bu yüzden içindeki talepler kişilerce dile getirilmekte ya da geri çekilmekte özgürdür. Bu belirsizlik taleplerin sahici ve dinamik olmasını sağlar. Yıllarca temsili kurumlarda temsilcilerince ihanete uğramış insanlar temsilin reddi ile sahicilik duygusuyla yeniden tanışırlar. Araçsallaştırılan kitleler artık özne olduklarının farkına varır. Bu ise hareketi hem diri tutan hem de sosyal, politik, etnik ve dinsel gerekçelerle harekete uzak duran bireylerin eylemin zengin armonisi içinde kendilerini yeniden keşfetmelerini ve önemli hissetmelerini sağlar. Bilindik toplumsal ve politik kodlara uzak durmak aynı zamanda siyasal partiler ve sendikalardan gelebilecek tabanın dinamizmini yansıtmayacak olası uzlaşmacı manipülasyonların önünü keseceği gibi, karşı cenahta yer alma potansiyeli taşıyan sağcı, muhafazakâr örgütlenmelerin, kiliselerin, önyargılı bireylerin harekete karşı geliştirebilecekleri negatif söylemlerin de önünü keser.

İKTİDAR MUHALEFET İLİŞKİSİ

İktidar, Arapça bir işi yapabilme gücü anlamına gelen bir sözcük. Bu güce sahip olan kişiye de muktedir deniyor. Ancak günümüzde daha çok iktidar denilince siyasal iktidar kastedilir zira siyasal iktidara sahip olanın iktidarı siyasal alanla sınırlı kalmaz. Başka bir tabirle iktidar her yerde ve her çağda hükmedenlerin “yasa yapanların egemenliği” anlamına gelir. Muhalefet ise yine Arapça bir şeye karşı çıkma anlamına geldiğinden zamanla siyasal iktidara yani yasa yapanlara karşı çıkma anlamına bürünmüştür. Bu aynı zamanda iktidara yani yasa yapmaya aday olmak anlamına da gelir. Burada şöyle diyalektik bir ilişki ortaya çıkar: Bugün iktidar olanlar bir gün muhalefete düşebileceği gibi bugün muhalefet edenler yarın iktidar olabilirler. Hiçbir iktidar doğası gereği karşısında muhalefet istemez. Zira her tür muhalefet iktidarlar için bir tehdit anlamına gelir. Bugün zayıf olan muhalefet yarın güçlenip iktidarın sahibi olabilir bugün güçlü olan iktidar da toplumsal, ekonomik gelişmeler sonucunda güçten düşüp iktidarı muhalefete kaptırabilir. O yüzden muhalefet meselesi siyasal iktidarlar açısından kendi haline bırakılamayacak kadar hayati bir sorundur. Çağımızda hem muhalefetsiz bir siyasal arena tahayyül etmek hayli zor olduğundan hem de muhalefetsizliğin fazla da bir getirisi bulunmadığından iktidarlar bunun çözümünü “kendi muhalefetini kendin yarat” düsturunda bulmuşlardır. Günümüzde bu durum ABD’de Cumhuriyetçiler ile Demokratlar, Birleşik Krallık’ta Muhafazakârlar ile İşçi Partisi, Almanya’da Hıristiyan Demokratlar ile Sosyal Demokratlar (Türkiye için boşlukları okuyucu doldursun) vb. sayılamayacak kadar çok ülkede kurmaca dikotomilere (***) sıkıştırılmıştır. Çünkü refleks olarak ulus devletler her şeyi sınırsız biçimde kontrol etmek isterler. Bu siyasal partilerden başlar, medyadan, sosyal medyadan, internetten, sivil toplum kuruluşlarından spor kulüplerine hatta “iş hayatına” (girişimci sermayeye) kadar devam eder. Hiçbir şey rastlantıya bırakılamaz. Sistem bunu akreditasyon ağı ile halletmek ister. Trump’un Beyaz Saray’dan gazeteci kovması, federal savcılardan şikayet etmesi, kişisel hezeyanlarını değil doğal reflekslerini ortaya koyar. Medya da, muhalefet de akredite (***) olmalıdır. Öyle olunca istenmeyen sorular sorulmaz, istenmeyen hamleler yapılmaz, kamuoyu karşısında zor durumlara düşülmez, kamuoyunu (yani ortak algıyı) yönetmek çok daha kolay olur.

SONUÇ

Sarı Yelekliler hareketi kuşkusuz eksiksiz, mükemmel bir hareket değil. Ancak her ne olursa olsun onun hakkında bir değerlendirme yapan her kim olursa olsun bu hareketin bir dip dalgası olduğunu bilerek konuşması ve konuşmaya başlamadan önce onu iyice anlamaya çalışması gerekir. Burada hareketi samimi olarak anlamaya çalışmanın kriterinin ise neyi yapamadıklarına odaklanmaktan çok, neyi farklı yaptıklarına odaklanmanın olduğu görüşündeyim. Bu perspektiften bakınca farklı yaptıkları en önemli şeyin temsili demokrasiyi, onun temsili kurumlarını boşa çıkardıklarını söylemek mümkün. Hal böyle olunca akredite medya ve akredite muhalefet de boşa çıkmış olur ki oldu da. Hareket, temsili ilke olarak reddederek daima tutarlı davrandı, o kadar ki, Macron göstericileri temsilcileri vasıtasıyla masaya çağırdığı zaman bile bu ilkesinden vazgeçmedi, masaya oturmayı kabul edenleri de tanımadı.. Gelinen noktada gösteriler tamamen bitse bile hareket asla yenilmiş olmayacak. Hareket Macron ustaca manevralarla ön aldığı ya da onların önlerine attığı kısmi rüşvetlere aldandığı için bitmiş olmayacak. Çok basit olarak yorulduğu için ve doğal seyrini (zamanını) tamamladığı için bitmiş olacak. Bu ise kitlelerde önemli bir özgüvene yol açacak; “madem bir kez yaptık yine yapabiliriz” duygusu hep bir yerlerde duruyor olacak.

*Blog yazarı

**Plebisit: Halk oylaması, referandum.

*** Dikotomi: İkileşim, klasik ikilik, birbirinin aynı olaniki eşit parçaya sıkıştırılmış ikilem.

****Akredite: Bir merci tarafından onaylanmış.