Masumiyet zenofobisi: Maraş katliamı
Kimler yaşardı o kentte? Komşularıyla paylaştıkları fukaralıkları dışında bir suçu olmayan insanlar hakkında daha fazla söylenecek söz neye karşılık gelebilirdi? Bir söze bile gerek yoktu, kötünün hiçbir dönemde yenemediği en güçlü silaha sahipti o insanlar: Masumiyet.
Erdem Kaşıkçıoğlu*
Sadece bir testinin içinden yankılan seslerin duyulabildiği koyu gölgeli bir sis inmişti o kentin üstüne. Ares, katliama bir tek o zaman karışmamıştı, her zaman baş aktör olarak yerini aldığını herkes biliyordu. Bu sefer, bizzat kendisi bulunamayacaktı. Hephaistos, insanın aklına gelmeyen bir ağ tuzağıyla Afroditle birlikteyken bütün utanç görüntüleriyle birlikte Ares’i kıskıvrak yakalamıştı. Vahşiliğiyle ünlü savaş tanrısı Ares, kendi yetiştirdikleri insan türüne benzeyen ama gerçekten kimden türediği belli olmayan o çocukları, tamda bu aylarda katliam oyununu oynamak üzere o kente göndermişti.
Karanlık bir pusun içinde kalacaktı bütün yaşanmış olanlar ve uzun yıllar içinde unutulmaya bırakılacaktı. Bebek ağlamaları damar damar damar sisin içinde yayılıyordu. Bir süre sonra sesler birbirine karışıyor sanki daha da koyulaşıyor, bir çakal topluluğunun homurtu ve bağırışları arasında silikleşiyordu. Derinden bir annenin sesi acıyla kucaklıyordu, en zayıf olanı ve de en masum olanı. Kıymayın diyordu, o daha bir bebesi diyerek iniltiler içinde iç çekiyordu. Çakallar büyük bir öfkeyle homurdanmaya başlıyor kısa bir süre sonra. Artık, bebek ağlaması fark edilmez hale geliyor. Ama anne hala acı çekiyor. Süt veren memende yok artık diye uluyor kana kudurmuş olan Ares’in o çocuklarından birisi.
Savaş tanrısı ve temsilcileri, tarihler boyunca yapılan katliamlarda değişmez bir kural olarak insanoğlunun Zenofibik zafiyetini kullanmıştır. Zenofobi (Xenophobia), dil, din, ırk, mezhep her akla gelen farklılıkta kendinden olmayana bilinçaltında duyulan öfke ve şiddetti tanımlar. Cehaletle yoğrulmuş toplumların ufak bir sosyal stresle kolayca içine girip kolayca çıkamayacakları derin ve kör bir tuzak. Bu durum, baskılarla giden devlet yönetimleri için her zaman bulunmaz bir fırsat ve maya olmuştur. Sırf bu yüzden, bu şekildeki devlet yönetimlerinde toplumun okumaması, düşünmemesi, muhakeme etmemesi için gerekli en hassas argüman ve enstrümanları asırlara yayılan bir sinsilikte dantel işler gibi işlenmiş ve işlenmeye devam edilmektedir. Yaşarken, bu resmi ve gayri resmi platformlarda sürdürülen planın sonuçlarının en dramatik örneklerine de tanıklık edildi. Bu sürecin geldiği en korkunç ve çarpıcı nokta, bir üniversitenin rektör yardımcısının eğitimli bireyin yaşadığı toplum için tehlikeli olduğunu farkında ya da farkında olmadan itiraf edişidir.
Ares’in çocuklarından en el üstünde tutulanlarının bir kısmı, Maraş katliamından sonra elleri kanlı bir şekilde ülkeyi uzunca bir süre diktayla yönetecekti. En son ülkenin en güzel sayfiye yerlerinden birisinde, masum yüz çizgileriyle yağlı boya tablo yaparken görüntülenmişti. Masumiyet doğuştan gelen bir şey miydi yoksa sonra kazanılan bir şey miydi bilinmez ama öyle masum görüntüye adlanılmaması gerektiğini birçokları artık biliyordu. O Ares’in çocuğu, insan öldürmek dışında da yetenekli olduğunu, ölmeden önce sırça köşkünde yaptığı NÜ odaklı resimlerinde gösterdi. Ama o resimlere bakan herkes Ares’in dişlerinden sızan kırmızının tonlarındaki salyayı gözyaşlarıyla seyretti.
Kırk yıl geçmesine rağmen, kentin üstündeki sis hiçbir zaman kalkmadığı gibi her geçen yılla birlikte daha da koyulaşıyordu. Neden diye soranlarda asıl yanıtı çok iyi biliyordu. Online bilgi paylaşım platformlarından birisinde en çok aranan anahtar kelimenin Adalet olduğunu öğrenirken hiç birimiz şaşırmayacaktı. Adaletin zaman yolculuğu yine hiç olmadığı kadar uzun sürecekti ve sonunda nefesi Aralık ayının uzun gecelerinde boğulan o kente kadar ulaşmayacaktı.
Büyüklerin görmezden geldikleri neden ki sorusunu, daha ırkçılık kodları yüklenmemiş çocuklar büyük masum gözlerle sorarken ne söylenebilir ki? Kimler yaşardı o kentte? Komşularıyla paylaştıkları fukaralıkları dışında bir suçu olmayan insanlar hakkında daha fazla söylenecek söz neye karşılık gelebilirdi? Bir söze bile gerek yoktu, kötünün hiçbir dönemde yenemediği en güçlü silaha sahipti o insanlar: Masumiyet. Komşularıyla aynı acılara ağlayan, güzel şeylere sevinen ve hayatın her birine yaptığı talihsiz şakalara sonunda kucak açabilen masum insanlar, Aleviler yaşardı o kentin dar sokaklı çoğu sıvası bile yapılmamış evlerinde. Bütün bunlara rağmen, Anadolu topraklarının gerçek insan tohumları Aleviler, o topraklarda zenofibik öteleme, yargılama ve ölümlerden hiçbir dönemde kurtulmamışlardı ve de ne yazık ki kurtulamayacaklardı. Oysa ki yaşadıkları o topraklarda kendilerine eziyet ve katliamlar sunan diğer büyük toplulukla aynı din ve kültüre sahip olmalarına rağmen maruz kalacaklardı bütün yaşanmış olanlara. Bu topluluğa karşı gelişen bitmeyen bilinçaltı öfkenin temelinde, kendilerine asırlar boyu yaşatılmış sosyal, kültürel, inanç-ibadet ve ekonomik eziyetlere rağmen hiçbir zaman yitirmeyecekleri masumiyet karinesi gerçeği olacaktı. Pirleri, dedeleri, bektaşları kendilerinden sonra gelen nesillere en zor anlarında barış içinde yaşamın öğütlerini vermeye devam edeceklerdi. Katli vacip fermanlara karşı, talipleri ve evlatlarıyla birlikte kendisini horlayanı horlamama, kendisine kötülük yapana kötülük yapmamanın evrensel yüceliğinin şarkılarını hep beraber söylemeye devam edeceklerdi.
Ölümlü olmak! Kim demiş, tanrılar Ares’i sevmez diye. En çok onun yaramazlık ve vahşetini görmezden gelmişlerdi. Tanrılar, sırf Ares’in eğlencesi için ölümlü insanı yaratmıştı. Bir sır olarak, o sürekli bir şekilde oynanan oyunda gerçek ve sonsuz adaleti, ölüm tılsımının içinde saklamışlardı. Aralık ayının o günlerine kadar, oyunu en vahşiliğiyle tek başına oynayan Ares, tanrıların kendisinden bir parça daha nefret edeceği bir şekilde tanrı Hephaistos’un karısıyla ahlaksız bir görüntüyle yakalanmıştı. İnsanlara yaptıkları sorun değildi ama bu durum kesinlikle cezalandırılması gerekti, hem de en şiddetli bir şeklide. Fakat bu karada da tanrılar arasındaki adalet duygusu yaralanmıştı. Ares, hakkında olması gerektiği gibi hak ettiği bir ceza verilememişti. Tek söylenen karar, Ares şiddet içerikli oyunlarını artık doğrudan oynayamayacağı yönündeydi. Katliam oyunları, ondan öte dolaylı bir şekilde, Ares’in yeryüzündeki seçtiği temsilcileri olan devletler ve onlara çıkar bağıyla bağlı çeteler tarafından oynanacaktı.
O kentin, üstündeki sis değil âdeta bir utanç karası kadar zifiri bir yapışkan bir örtü. Ölülerinizi kolayca gömemezsiniz bu havada, gömdüğünüzü düşünseniz bile hep onların seslerini kentin o dar sokaklarından birisinden kıvrım kıvrım süzüldüğünü görürsünüz. Gözlerinize değdiği anda dayanamayacağınız bir yürek acısı çekersiniz. Kolayca, ayrılamazsınız oradan sessiz bir solukla dinlemeye devam edersiniz. Çakal sürüsü gitmiş olmalı diye düşünürken aynı acıyla inleyen bir kemandan çıkar gibi o tiz sesi işitirsiniz. Korkulu nefes sesleri karışır o tiz sese, sonrasında tekrar aynı annenin sesini fark edersiniz. Yavrusuna içinde peşi sıra güzel sözler olan bir ninni tutturur. Birçok güzel söz utanç duvarlarına çarpıp yankılandıkça zifiriyle karışan ağdalı bir ağıta döner.
*Prof. Dr.