Kenan Sofuoğlu: Bir erkeklik siyaseti masalı

Kenan Sofuoğlu’nun performansı bireysel bir halkı aşağılamadan ziyade siyasi iktidarın reisçi ve hiyerarşik beden/cinsiyet politikasıyla devamlılık içinde olan, siyasi iktidarın Sofuoğlu’nda zaten olduğu için ona biçtiği temsil rolüdür. Onda zaten olduğu için diyorum ki bu zaten olma halinden doğru Kenan Sofuoğlu’nun kendisi dahi bunu bireysel bir mizah sanabilir, sanıyor.

Google Haberlere Abone ol

Beren Azizi

“600 milletvekili içinden iddia ediyorum Kenan abim kadar danışmanlarına değer veren, yediği içtiği ayrı gitmeyen, aynı odada kalan bir milletvekili yoktur.”

(Semih Bostanoğlu, Kenan Sofuoğlu’nun emir erlerim dediği danışmanı)

Söylemeye belki gerek yoktur ama biliyoruz ki devlet dediğimiz gücün düzenlenmesi, gücün yönetmeliği ve gücün nizamından ibarettir aslında. Bu nizam sürecinde kadınlığımızın, erkekliğimizin önce standartlaştırılması ve sonra da kontrol edilmesi gerekir. Tam bu noktada iktidar, gücünün temsilini oluşturan merkezlere, milletvekilliği gibi, herkesi seçemez. Oraya seçilip halkın önüne sadece şeklen bir seçim olsun diye sunulan insanlar devletin o an iktidarında bulunanların beden ve cinsiyet politikalarına uyumlu insanlardır. Bu hal, devletin maskülenciliği arttıkça akıl almaz derecede artar.

Türkiye’deki mevcut siyasi iktidar son derece maskülenci bir iktidardır. Siyasetin toplumsal cinsiyetli yapısı açısından maskülencilik veya maskülizm; erkeklerin işgücünü, katılıma (ortaklığa) ve rekabete; kadınların işgücünün ise evcile ve bakım rollerine dönüşmesinin teşvikidir kısaca. Kısaca böyledir ama uzunca bu teşvik politikası öyle geniştir ve hayatımızın her yerine ilk fırsatta öyle sızma eğilimlidir ki böyle iktidarlar altında yaşayan insanlar, adına baskı dedikleri bu toplumsal cinsiyetli saldırı deneyimini her gün yaşarlar. Ülke, yaşam için cazibe merkezi olmaktan günbegün çıkar. Kısaca böyledir dediğim maskülenciliğin başat siyasetlerinden biri devlet örgütlenmesi etrafına sert hiyerarşik hadlerin yerleştirilmesidir.(1) Bu yerleştirme sürekli süren, daima insanları baskılayan bir mizah/propaganda anlayışıyla kol kola performanslar bütünüyle de olur. Kenan Sofuoğlu’nun performansı bireysel bir halkı aşağılamadan ziyade siyasi iktidarın reisçi ve hiyerarşik beden/cinsiyet politikasıyla devamlılık içinde olan, siyasi iktidarın Sofuoğlu’nda zaten olduğu için ona biçtiği temsil rolüdür. Onda zaten olduğu için diyorum ki bu zaten olma halinden doğru Kenan Sofuoğlu’nun kendisi dahi bunu bireysel bir mizah sanabilir, sanıyor.

Karşımızda aşağılanan danışmanlar ve aşağılayan bir vekil yok. Halk da danışmanlarla özdeşimi olan bir taraf değil. Burada bir taraf bile yok. Erkeklikler müştereği var, yazının başında da danışmandan alıntıladığım gibi. Bu insanlar siyasi iktidarın aynı beden ve cinsiyet politikasının önümüzde şov yaparak bizi disipline etsinler diye koydukları; belirli bir çeşit erkeklik zihniyetini teşvik etsinler, gençlere örnek olsunlar diye, evelemeyi gevelemeyi bırakıp boş işlerle uğraşmayalım ve günün sonunu görelim diye, haddimizi bilelim ve kendimizi güçsüz hissedelim diye önümüzde statüyle ödüllendirdikleri. Danışman da, vekil de bu hiyerarşik maskülenci beden ve cinsiyet politikası güden siyasi iktidardan çıkarları olan koalisyonlardan biri dolayısıyla.

Umut verici olansa halkın bu performansa güya beklenenden yüksek tiksintisi ve tepkisidir. Tepkiyi ve tiksintiyi hafifletmek için de çözüm olarak allem edip kallep edip sundukları şey danışmanların istifası. Önümüzde icra edilen danışmanların istifası da gene tipik reisçi, hiyerarşik, siyasi iktidarın beden ve cinsiyet politikasıyla uyumlu bir erkek arkadaşlığı icrası aslında. Bu performansta yani vekil - danışman ikililiğinde istifa etmesi gereken “doğası gereği” danışman oluyor: Bir tepedeki ve tabii en tepedeki sorumsuz, masumdur. Dolayısıyla her türlü politik yanlışın sorumluluğundan korunmuş olur.

Başka sebepler üretilmiş olsa da bu istifa için tek gerçek sebep halkın zaten “emir erlerim” hadisesiyle birikmiş; ama maaşından para aldığı iddiasıyla biriken ağırlığını salabilmiş tepkisidir. Bu biriken tepkiye karşı vekilin istifa etmesi ancak işin içine vekilden daha üst bir figürün girmesiyle söz konusu olabilir, bireysel olduğunu düşünmeyiniz bu istifa kararlarının. Bu istifalar da mevcut politikayla uyumlu hiyerarşik kararlardır. Ve hayır bu her yerde, her devlette zaten böyle değildir, böyleyse bile bu kadar böyle değildir, güçler ayrılığı ve denetimler oluştukça bunun varlığı azalır, parti içi demokrasi denilenden tutun da kişisel gibi görünen etik her türlü davranış artar veya artmak zorunda kalır, üstelik bir üst olmadan. (Yani kimse yüce gönüllülüğünden istifa etmez sorumlulukları karşısında, bu ancak erkek dayanışmasının azaltıldığı güçlerin ayrıldığı yönetimlerde oluşur. Daha yüksek hiyerarşik pozisyondaki bir erkek diğerini sorumlulukları karşısında hesap vermekten kurtaramıyorsa orada demokratik hukuk devletinden söz etmeye başlayabiliriz belki.)

Benim dilimin döndüğünce izahını yapmaya ve toplumsal cinsiyet açısından kökenlerini ifşa etmeye çalıştığım bu hadisede değerli gördüğüm ise şu ki iktidarın statüyle ödüllendirdiği, beden ve cinsiyet politikasını icra etsinler diye konumlandırdığı bu insanların performansları tıkır tıkır dönemiyor, beğenelim beğenmeyelim bir ölçüde tekliyor bu tıkırında dönmesi beklenen performanslar. “Emir erlerim” karşısında halkın duyduğu tiksinti de aslında politik ve toplumsal cinsiyetlidir. Bu tiksinti insanın özünden öylece çıkıvermez, bugüne kadar yapadurulan bazı siyasetlerin sonucudur. Bu siyasetlerin başında da feminist siyasetle lgbti+ siyaseti geliyor. Güçler ayrılığı, katılımcılık, hukukun üstünlüğü, mafyacılığın elenmesi, herkese eşit denetim gibi özlemlerin inşası için dolayısıyla ve diğer bir ifadeyle hiyerarşik eril yapının çözülmesi için feminist ve lgbti+ siyasetine neden devam etmemiz gerektiğinin cevabı bu gibi bir yerlere getirilmiş figürlerin tıkırında işleyemeyen performanslarında yani diğer bir ifadeyle hangi siyasi görüşten olursa olsun halkın tiksintisindedir. (Bir anlamda mikro siyasettedir.)

(1) Bu çeşit bir siyaset aynı zamanda devletin iç ve dış hallerini de cinsiyetlendirir. İçteki devlet bir babayken ve başımızken, dışsal devlet ise anadır, namustur. Bu ayrım sürekli barışın tesisinde ciddi engeller oluşturur. Belki başka bir yazının konusu olabilecek bu meseleden az da olsa bahsetmemin nedeni kutuplaşma mefhumunu anlamamız açısından öneminin olması. İçteki devlette babasına saygısız olmadığı sürece erkekler arası hiyerarşi performansları, “Emir erlerim” gibi, siyasi iktidarca milli tehdit olarak bulunmazlar. Oysaki bu tip performanslar halkın refahı için ciddi tehditlerin başında gelir.