ABD İran’a saldırır mı?

ABD’nin 2019’da İran’a bir saldırı düzenlemesini olası kılan nedenler aksi yöndekilerden akla daha yakın ve gerçekçidir. Trump’ın ülke içindeki sıkıntıları artmakta, aleyhindeki soruşturmalar sürmekte, hakkındaki iddialar çoğalmaktadır...

Google Haberlere Abone ol

Faruk Loğoğlu*

ABD’nin Ortadoğu’da bitmeyen ölümcül oyunu İran’la sürüyor. Irak’ta Saddam Hüseyin, Mısır’da Hüsnü Mübarek, Libya’da Muammer Kaddafi, Suriye’de Başar Esad’ı etkisiz kılma siyaseti üzerinden yürütülen ateş ve kan politikaları şimdi de İran rejimini hedef almakta.

ABD, 2015 tarihli nükleer anlaşmadan tek taraflı olarak çekilmesinden sonra İran’a kapsamlı ve sert yaptırımlar uygulamakta, (tanınan bağışıklıklar dışında) bu yasaklara uymayan üçüncü ülkelere karşı da cezalandırıcı önlemlere başvurmakta. Yaptırımların ötesinde, Trump yönetimi “askeri” seçeneğin de masada olduğunu tekrarlamaktan geri kalmamakta!

Olası bir askeri saldırı konusunda yorumlar çok, çelişkili ve çoğunlukla “olmayacağı” yolunda. Fakat benim gibi “olabilir” diyenler de var.

Uzmanlar, akademisyenler, diplomatlar, siyasiler, gazeteciler arasında ‘olmaz’ diyenler:

a) ABD, Suriye ve Afganistan’dan askerlerini çekerken, eğer kendine veya İsrail’e doğrudan bir saldırı olmadığı takdirde İran’a saldırmayacaktır. ABD’ye rağmen nükleer anlaşmayı Avrupa’nın desteğiyle canlı tutmaya çalışan İran’ın böyle bir eyleme kalkışması ise beklenmemektedir.

b) Olası bir saldırı, dünyada günlük tüketilen petrolün önemli bir kısmını taşıyan tankerlerin kullandığı Körfez’in güvenliğini tehlikeye sokacaktır.

c) İkinci en büyük petrol üreticisi olan İran’ın, saldırı nedeniyle devre dışı kalması, küresel petrol piyasasını ve petrol fiyatlarını olumsuz etkileyecektir.

d) İran’ın nükleer altyapısını hedef alacak sınırlı bir operasyon seçeneğine başvurulma ihtimali dahi, coğrafi olarak iyi dağıtılmış ve sağlam tahkim edilmiş İran tesislerine fazla zarar vermeyeceği ve İran’ın nükleer programında en fazla iki-üç yıllık bir gecikmeye yol açacağı için, özellikle uluslararası tepkiler başta olmak üzere, mukabil siyasi ve stratejik maliyetleri düşünüldüğünde, düşüktür.

e) İran güçlü bir silahlı kuvvetlere sahiptir. Saldırıya özellikle bölgesinde sert tepki verir. İsrail ve Suudi Arabistan da hedefte olur. ABD, bölgedeki müttefiklerini tehlikeye atmak istemeyecektir.

Olabilir diyenler:

a) Gerek Başkan Trump, gerek Ulusal Güvenlik Danışmanı Bolton ve Dışişleri Bakanı Pompeo İran’la yapılan nükleer anlaşmaya sürekli karşı çıkmakta, İran’ın nükleer silah yapmaya devam ettiğini, paralel olarak aynı zamanda nükleer başlıklar taşıyabilecek füze programını geliştirdiğini, bölgede terörizmi ve terörist grupları desteklediğini ve bölgede egemen güç olmaya çalıştığını iddia etmekteler. Nasıl Saddam Hüseyin’in kimyasal silahları olduğu ve 11 Eylül saldırılarını planladığı algısına Amerikan kamuoyu zamanında inandırıldıysa, şimdi de yönetim kamuoyunu İran tehlikesine inanır hale getirmekte, kamuoyunun bu algısı da dönerek yönetimdeki şahinleri ayrıca cesaretlendirmektedir.

b) Basra Körfezi'ndeki bir olay (gemiye saldırı) veya bölgedeki bir Amerikan tesisine bir İran saldırısı ABD’nin geniş bir askeri tepki vermesi için yeterli neden olabilir.

c) Trump yönetiminin nükleer anlaşmayı inkâr politikası aslında ABD’nin önlemeye çalıştığı nükleer bomba imaline İran’ı mecbur kılacak bir sonuç verebilir.

d) İran’ın nükleer anlaşmayı ABD’ye rağmen ayakta tutabilmesi için Avrupa gereken ekonomik ve siyasi desteği vermemekte, aksine İran’ı terör suçlamalarıyla (Danimarka, Hollanda) hedef almaktadır. ABD’nin ekonomik ve mali yaptırımları ise İran ekonomisini zorlamakta, ekonomik sıkıntılardan bunalan halkı yönetimle karşı karşıya getirmekte ve ülkeye hiçbir yarar sağlamadığı iddiasıyla anlaşmaya karşı olan aşırı uçlara karşı Cumhurbaşkanı Ruhani’nin elini zayıflatmaktadır. Dolayısıyla, İran’ın anlaşmadan ayrılması için ülke içinde baskılar artmaktadır. Nükleer programına geri dönmesi ise ABD’nin saldırıya geçmesi için başlı başına yeterli bir neden olarak görülecektir.

e) Ayrıca 1992 yılında kabul edilip hâlâ yürürlükte olan ABD Savunma Planı Rehberine (US Defense Planning Guidance) göre, kaynakları itibariyle önemli olan bölgelerin düşman bir ülkenin kontrolüne geçmesi o ülkeyi küresel güç konumuna getireceği için ABD bunu önlemelidir. Güneybatı Asya böyle bir bölgedir ve İran düşman bir güçtür.

f) Bunlara ek olarak, Trump yönetiminin Rusya ve Çin’i revizyonist, Kuzey Kore ve İran’ı ise haydut devlet olarak tanımladığını da unutmayalım. Üstelik Kuzey Kore’yle iyi kötü bir diplomatik sürecin – ki iki ülke arasında Şubat ayı sonunda ikinci bir zirve yapılacağı açıklanmıştır- devam ediyor olmasına karşın, İran’la hiçbir (bilinen) bağlantı ve temas olmaması ABD’li şahinlere (ve İran’daki aşırılara) geniş bir oyun alanı sağlıyor.

Sonuç:

Görüleceği üzere ABD’nin 2019’da İran’a bir saldırı düzenlemesini olası kılan nedenler aksi yöndekilerden akla daha yakın ve gerçekçidir. Trump’ın ülke içindeki sıkıntıları artmakta, aleyhindeki soruşturmalar sürmekte, hakkındaki iddialar çoğalmaktadır. Önümüzdeki dönemde, Temsilciler Meclisi’nde çoğunluğa sahip Demokratların Başkanlıktan azli dahil, Trump üzerindeki baskıları daha da keskinleşecektir. Dışarıda bir savaş başlatmak ülkelerinde sıkıntıda olan liderlerin dikkatleri başka yere çekmek ve toplumu milliyetçilik hislerini okşayarak arkalarında toplamak için sıkça başvurdukları bir yöntemdir. İşte Trump, saldırı olabilir diyenlerin görüşleri doğrultusunda, İran konusunu bu amaçla kullanmak isteyebilecektir.

Bu öngörüyü destekleyen bir diğer gelişme de ABD’nin Katar ve Ürdün’de bulunan askeri üslerini genişletmek için bu ülkelerle yaptığı anlaşma ve Suriye’nin kuzeyinde bir güvenli bölge oluşturmak istemesidir. Bunlar İran’a yönelik bir saldırıyı desteklemeye yönelik adımlar olabilir. Nitekim Pompeo’nun çok kapsamlı son Körfez ve Ortadoğu ziyaretinin ana temalarından biri hep İran’ın bölge için arz ettiği tehdit ve tehlike olmuş ve ABD Dışişleri Bakanı bu ülkeleri İran’a karşı birleşik bir cephe oluşturmaya çağırmıştır. 13-14 Şubat 2019 tarihlerinde yine ABD öncülüğünde Polonya’da düzenlenecek “İran ve Ortadoğu” konulu konferansın da ABD’nin saldırı niyetine meşruiyet ve destek sağlamak amacını güttüğü söylenebilir.

Başkan Bush’un Saddam Hüseyin saplantısı ABD’yi Irak’ta nasıl bir savaşa götürdüyse, Başkan Trump’ın da İran saplantısı Ortadoğu’da yeni bir felaketi tetikleyebilir. Bu nedenle, Türkiye’nin, bölgenin yeniden ve daha ağır bir savaş alanına dönmemesi için bu hedefi paylaşan çevrelerle işbirliği yapması ve bir ABD-İran çatışmasını önlemeye çalışması ulusal çıkarlarımızın gereğidir. Pirincin taşları, vakit varken, ayıklanmalıdır.

*Emekli diplomat, eski CHP milletvekili