Lisansüstü eğitimden ne anlıyoruz?

Yazılan tezlerdeki benzerlik oranlarının uluslararası kabul edilir düzeylerden çok daha yüksek olması, bilimsel çerçeveden uzak içerikler, hatta ve hatta içerikten yoksun, yalnızca indeksten oluşan tezler haber konusu oluyor. Farklı kaynaklardan alıntıları kopyalayıp tezin içine yapıştıran, alıntıları uç uca ekleyerek metin oluşturan öğrenci tez yazdığını sanıyor.

Google Haberlere Abone ol

Aslıhan Aykaç Yanardağ*

Yükseköğretim Kurulu’nun 2017-2018 akademik yılı verilerine göre Türkiye’de 454 bin 673 yüksek lisans ve 95 bin 100 doktora öğrencisi bulunuyor. Bu rakamlara göre yarım milyondan fazla insan bilimsel alanlarında uzmanlaşma, uluslararası standartlarda bir bilim derecesine ulaşma yolunda araştırma yapıyor, ancak gerçekte lisansüstü eğitimin seyri bu soyut ve genel göstergelerin perdelediği sorunlarla dolu. Bu öğrencilerin azımsanmayacak bir kısmı tezsiz yüksek lisans, uzaktan eğitim, işletme yüksek lisansı ve yöneticilere yönelik “Executive MBA” gibi akademik hedeflerden uzak, akademik motivasyonu sınırlı programlarda yer alıyor. Bu tür programların amacı bilimsel araştırma ya da akademik dereceden çok işgücü piyasasının kriterlerini karşılayacak kalifiye eleman yetiştirmek. Ancak verilen eğitimin işgücü piyasasındaki talebi karşılayacak vasıfları kazandırıp kazandırmadığı ise belirsiz. Dolayısıyla asıl üzerinde durulması gereken kesim akademik hedefleri olan, bilimsel kaygılarla lisans üstü eğitimine devam eden ve çoğu zaman kadro alma, burs bulma, araştırma fonlarına ulaşma gibi zorluklarla karşı karşıya kalan öğrenciler.

ARAŞTIRMA SÜRECİ

Doğal bilimler alanında araştırma sürecinin çerçevesinin daha belirgin olduğu, deneysel yaklaşımların sosyal bilimlere kıyasla daha fazla uygulama pratiği içerdiği söylenebilir. Sosyal bilimlerde ise deneysel yöntemin kısıtlarına karşılık daha çok saha araştırmasına dayalı etnografik incelemeler ya da sayısal yöntemlerin tercih edildiği büyük veri analizleri kullanılabilir. Ancak lisansüstü eğitim sürecinde karşılaşılan en büyük sorunlardan biri öğrencilerin araştırma yapmadan, herhangi bir yöntemsel tercihi uygulamaya koymadan, öğrenmeden mezun olmaları.

Birçok öğrenci bir araştırma sorusu formüle etmeyi, buna karşılık sorgulamaya yön verecek hipotezleri kurmayı, bir araştırma çatısı kurmayı bilmiyor. Tez yazmak basitçe bir literatür taraması yapmaktan, bunu da sınıflandırmak yerine kaba bir kronolojiyle sunmaktan ibaret sanılıyor. Rakamlar resmi verilerden olduğu gibi alınıp tezlerin içine yapıştırılıyor, oysa herhangi bir hipotezin test edilmesi için birden fazla sayısal gösterge açıklayıcı olabilir, ama çoğu zaman kısa yoldan sonuca ulaşmak tercih ediliyor. YÖK, lisansüstü programların etkinliğini artırmaya yönelik olarak tüm programlarda bilimsel araştırma yöntemleri ve etik dersini zorunlu kıldı. Herhangi bir lisansüstü programda araştırma yöntemlerine yönelik bir dersin olması mutlaka gereklidir. Ancak bu dersler YÖK tarafından dayatıldığında zaman zaman bölümler bu derslere müfredata dayatma olarak bakabiliyor, özellikle halihazırda araştırma yöntemleri dersi olan bir programda YÖK dersi amacından uzaklaşıp angarya olarak değerlendiriliyor.

Ülkemizde dil eğitimi yıllardır bir arpa boyu yol kat edilmeyen bir başka sorunlu alan. Türkiye’den araştırmacının kendi alanında farklı literatürlere ulaşabilmesi için en azından bir yabancı dil bilmesi gerekiyor. Oysa lisansüstü eğitimde yer alanların büyük bir çoğunluğu bir başka dilde akademik okuma yapacak dil becerisinden yoksun. Dil bilmek araştırma yapmaktan çok kadro almanın ya da dil tazminatına hak kazanmanın aracı olarak görülüyor. Özellikle bir başka ülke üzerine araştırma yapacak tarih, sosyoloji, siyaset bilimi ya da uluslararası ilişkiler gibi bölümlerin öğrencilerinin o ülkenin dilini öğrenmesi gerekirken, Türkiye’de bu tür araştırmalar çoğunlukla ikincil kaynaklar üzerinden yürütülüyor. Böyle bir durumda araştırmaların literatüre katkı yapması beklenemez, olsa olsa literatürü aktarmaları beklenebilir.

KAYNAK AKTARIMI, BURSLAR, ARAŞTIRMA FONLARI

Nitelikli bir araştırma ortamı için maddi koşulların araştırma sürecinin sürekliliğini sağlayacak düzeyde olması şart. Bunun için Milli Eğitim Bakanlığı, YÖK ve TÜBİTAK çeşitli burslar ve araştırma programları aracılığıyla lisansüstü eğitime destek veriyor. Ancak bu fonların kullanımında doğal bilimler sosyal bilimlerden önde geliyor. Örneğin Yükseköğretim Kurulu’nun yüz nitelikli alanda 2 bin doktoralı eleman yetiştirme projesi olan 100/2000 YÖK Doktora Burslarında Fen ve Mühendislik Bilimleri ile Sağlık Bilimlerine ayrılan kontenjan sosyal bilimlerden çok daha fazla. Nitelik açısından bakıldığında belli üniversitelerin belli programlarına kontenjan ayrılmış durumda, ama bu neye göre belirlenmiş açık değil. TÜBİTAK 2213 Yurtdışı Doktora Burs Programı ise doktora öğrencilerinin ilk iki yıllık okul ücretlerini ve yaşam masraflarını karşılıyor ancak daha sonrasındaki belirsizlik öğrencilerin bursu alması konusunda çekimserliğe neden oluyor. Tez aşamasına gelen öğrencilere yönelik 2214 Araştırma Burs Programı, belirlenen süre kapsamında öğrencilerin araştırma sürecindeki masraflarını karşılıyor. Sonuç olarak lisansüstü eğitim ve araştırma sürecinde yönelik çeşitli programlar mevcut, ancak programların bilimsel alanlara göre dağılımı ile değerlendirme kriterleri konusunda genel bir değerlendirme yapmak mümkün değil.

Kaynak aktarımı ve araştırma fonlarının kullanımına yönelik en önemli mesele ise araştırma konusunun devletin hâkim ideolojisine göre nasıl konumlandığı, daha açık bir ifadeyle devlet ideolojisini, hükümet söylemini destekleyen projelere kaynak aktarılması, buna karşılık eleştirel yaklaşımlara, sorgulamalara ve alternatif bakış açılarına sahip projelerin değerlendirmeye alınmaması. Böyle bir durumda literatüre özgün bir katkı sağlamak ve dünya çağında kayda değer bir bilimsel çıktı sunmak yerine, iktidarın teyit mekanizması olarak işleyen bir araştırma ortamından söz etmek daha gerçekçi olur.

TEZ YAZIMI

Türkiye’de yazılan tezler ve bunlara yönelik eleştiriler sıklıkla medyada yer alıyor. Yazılan tezlerdeki benzerlik oranlarının uluslararası kabul edilir düzeylerden çok daha yüksek olması, bilimsel çerçeveden uzak içerikler, hatta ve hatta içerikten yoksun, yalnızca indeksten oluşan tezler haber konusu oluyor. Farklı kaynaklardan alıntıları kopyalayıp tezin içine yapıştıran, alıntıları uç uca ekleyerek metin oluşturan öğrenci tez yazdığını sanıyor. Sorun yalnızca Türkiye’de yazılan tezlerle de sınırlı değil; Türk öğrencilerin, hatta bugün yüksek mevkilerde yer alan yurt dışı doktoralı bazı isimlerin tezleri incelendiğinde radikal bilgi hataları görmek mümkün. Benzer durumlar mutlaka başka ülkelerde de söz konusudur, ancak başkalarının hatası kendi eksikliklerimizin üstünü örtmez.

Bir tezden ne beklenir? Öncelikle daha önce söylenmemiş bir şey söylemesi, bir bilgi yaratması beklenir. İkinci olarak bunu önce akademik okura sonra da kitlelere anlaşılır bir biçimde aktarması beklenir. Bir tezin, yazarı olan araştırmacının bilimsel kapasitesini, araştırma becerisini, analitik yetkinliğini göstermesi beklenir. Bir tez, araştırmacısına layık görülen akademik derecenin ispatıdır. Bu ispat içinde belli bir konuya yönelik uzmanlaşma, belli bir teorik altyapı ve metodolojik beceriden oluşur. Bir tezde aranılan şeyler, bilim insanını sıradan insandan, bilimsel bilgiyi gündelik hayatın basit yorumlamalarından ayırt eden unsurlardır.

Tez yazımıyla ilgili teknik bilgi sunan çok fazla yayın var. 2017 yılında Can Yayınları tarafından Türkçeye kazandırılan Umberto Eco’nun Tez Nasıl Yazılır?, 2013 yılında Heretik Yayıncılık’tan çıkan Howard Becker’ın Sosyal Bilimcilerin Yazma Çilesi ve yine 2017 yılında Metis’ten çıkan Benedict Anderson’un Sınırları Aşarak Yaşamak kitapları hem araştırma hem de yazma aşamalarını yönlendirme, araştırmacıya motivasyon sağlama açısından önemli yayınlar. Bunların dışında onlarca araştırma yöntemleri kitabı da okurunu bekliyor.

DANIŞMANLIK

Eğitimin her bir aşamasında hoca-öğrenci ilişkisinin ayrı bir anlamı, değeri vardır. Ancak lisansüstü eğitimde danışmanlık, öğrenci ve danışmanı arasında daha güçlü bir bağ anlamına gelir. Danışman yalnızca akademik işleyiş hakkında yol göstermez, aynı zamanda düşünmeyi, düşündüğünü aktarmayı, fazlasıyla yalnız bir iş olan yazma etkinliğinde öğrencinin kendini disipline etmesini sağlamak için çalışır. Danışmanlık bazı durumlarda eğitim hayatının sınırlarını aşar, öğrencinin kişisel sorunlarıyla, çıkmazlarıyla, tez yazma, doktorayı bitirme, kadro bulma, para bulma gibi meseleleriyle ilgilenmeyi de gerektirir. Bu nedenle basitçe bir zihinsel emek değil, aynı zamanda duygusal emek de gerektirir. Erken yaştaki öğrencilikte daha çok usta çırak ilişkisi gibi işleyen danışmanlık, yetişkin öğrencilerle olduğunda aynı zamanda bir yoldaşlık ilişkisidir.

Toplam 549 bin 773 lisansüstü öğrencisine karşılık bu öğrencilere danışmanlık yapacak doktor öğretim üyesi, doçent ve profesör sayısı 80 bin 79; buna göre öğretim üyesi başına yaklaşık yedi öğrenci düşüyor. Bu ortalama değer gerçek dağılımı yansıtmazken, gerçek dağılımda doktor öğretim üyeleri daha az danışmanlık yapıyor, profesör ve doçentlerin danışmanlık yükleri ise ondan daha fazla olabiliyor. Böyle bir yoğunluk karşısında danışmanlar yeni nesillere rehberlik görevlerini tam anlamıyla karşılayamıyor. Örneğin danışmanların tezleri gerçekten okuyup okumadığı tartışma konusu oluyor. Danışmanından yeteri kadar geri bildirim almayan öğrenciler tezlerini el yordamıyla, kendi bildikleri biçimde yazmaya çalışıyor, sonuç hüsran oluyor.

KISSADAN HİSSE

Türkiye üniversitelerinin dünya sıralamasına girebilmesi için daha fazla kaynağa, daha fazla bilim insanına, daha etkin bir kaynak paylaşımına, ancak hepsinden daha önemlisi özgür bir üretim alanına ihtiyacı var. Bütün bunlar karşılandıktan sonra kurumsal bir inşadan, bilimsel üretimde istikrardan söz edilebilir. Yoksa bu haliyle akademiden evrensel standartlarda bilimsel çıktı beklemek gerçek dışı olur. Gerçekten araştırma üniversiteleri kurmak, dünya sıralamasında ilk 500 hedefini tutturmak istiyorsak, yeni nesil araştırmacıların gelişimine gerekli desteği vermek, bunu yaparken de akademik standartları, araştırma etiğini ve bilimsel düşünceyi, kuşkuculuğu ve yenilikçiliği etkin bir biçimde aktarmak zorundayız.

*Doç. Dr., Ege Üniversitesi, Uluslararası İlişkiler Bölümü