Milliyetçiler, hukuk ve adalet: Adalet bugünden başlar
Osman Kavala’dan başlayalım. Kavala’nın 15 aydan fazla bir zaman önce ifadesi alındı ve tutuklandı. Ama ne gariptir ki hala iddianamesi ortada yok. Yaşadınız mı acaba böyle bir muameleyi 1980’de? Kaç ayda hazırlanmıştı MHP ve Ülkücü Kuruluşlar Davası? 7 ayda mı? Kaç sanık vardı? 392 mi? Burada kaç sanık var? İddianame nerede? Bu yapılanlara karşı mesafe koymak gerekir mi sizce? “Mevzuyu insani bir zemine” taşıyalım mı beraberce?
Orhan Gazi Ertekin*
Tunç Soyer’in İzmir Belediye başkanlığına adaylığı, 1971 ve 1980 dönemlerinde sıkıyönetim savcılığı yapmış babası Nurettin Soyer üzerinden çok verimli bir işkence, hukuk ve yargı tartışmasını da beraberinde getirdi. Özellikle de ülkücüler ve İslamcılar olmak üzere herkesin hukuk ve adalet ile olan mesafesini belirleme imkanı bulabileceğimiz bir saha burası. Tartışma MHP ve ülkücülerin 12 Eylül 1980 dönemine ilişkin hatıralarının, bugünün belediye başkanlığı seçimi ve başkan adayının tartışıldığı bir politik çekişme zeminine dönüşmesiyle başladı. Nagehan Alçı’da dahil oldu tartışmaya ve Tunç Soyer’in babasının yaptıkları ile arasına mesafe koymasını beklediğini söyledi. Ve nihayet MHP İzmir Milletvekili Tamer Osmanağaoğlu “Tunç Soyer, babasının ülkücülere yönelik giriştiği işkenceleri, insanlık dışı muameleleri ve yürüttüğü hukuk katliamını kınadığı taktirde mevzu insani bir zemine taşınabilecektir” dedi. Şimdi babanın hesabını oğuldan sormayı görmezden gelirsek eğer bu müdahaleler son derece sağlıklı tartışmalar getiriyor aslında. Adalet, hukuk ve yargı meseleleri bakımından önemli bir tartışma gündemi bu sayede belirginleşiyor. Hele de işkence, siyasi yargılamalar ve Nurettin Soyer özelinde de yargı mensuplarının yurttaşların özgürlüklerini hiçe saymalarına dair geride bıraktıkları miras bakımından çok gerekli bir tartışma davetiyle karşı karşıyayız. Geçmişin ve bugünün davalarını akademik olarak takip eden bir hakim olarak da minnettarım tartışma için…
İŞKENCEYİ TARTIŞMAK
Fakat, bana göre burada doğru bir tartışma yanlış biçimde yapılıyor. Çünkü asıl sorun Alçı ve Osmanağaoğlu’nun adaleti siyasi ve hukuki değil de “biyolojik” bir sorun zannetmeleri. Bu nedenle de haksızlıklar, yargısız infazlar ve işkenceler ile siyasi mesafelerini biyolojik tarzda ölçüyorlar… Doğru sorular sormuyorlar ve şu halde doğru cevapları da bulamayacaklar. Oysa bir yargı mensubu olarak Nurettin Soyer tartışmasında bugünün asıl sorusu şudur: Eğer Nurettin Soyer konusunda söyledikleri doğru ise -ki 1980 MHP davası ve işkenceler konusunu çalışacak ve çıkardığım sonuçlarını yazacağım- Soyer’in gerçek siyasi ve yargısal mirasçıları kimdir/kimlerdir? Nurettin Soyer için tüm söylediklerini kabul edecek olsak bile bunun için özür dileyecek olan oğlu Tunç Soyer midir? Yoksa o uygulamaları bugün sürdürenler mi? Doğru sorular bunlardır. Çünkü adalet sadece bir "geçmiş" değil yaşayan andaki eksik hallerimizdir ve tabii ki adalet bugünden başlayacaktır…
ADALET BUGÜNDEN BAŞLAR!
Şöyle açıklayayım: Geçenlerde tarihçi Prof. Ahmet Nezihi Turan “geçmişin bugünden başladığı”na dair bir paylaşımda bulunmuştu. İzahatı da ilham vericiydi. Anladığım kadarıyla hoca, “Kendi bugününden kaçan kişinin sürekli dünü anlatmaya” meylettiğini, bunun da tarih ve hafızada büyük boşluklar yarattığını söylüyordu. Tarih geçmişten bugüne değil de bugünden geçmişe göndermeler yapmak anlamına geliyorsa eğer adalet, hukuk gibi meselelerde bugünün izini sürmek, bugünden geçmişe bakıldığını, bugünkü konumumuzdan başlandığını fark etmek haliyle doğru bir anlamanın da başlangıcı olacaktı. Ülkücülerin açtığı işkence ve adalet tartışmamız açısından önemli bir çıkış noktası burası. Demokrat Yargı Derneği Başkan Yardımcımız Faruk Özsu da bundan yedi yıl önce iktidar kibri ile dolup taşan Gülencilere şöyle seslenmişti: “Bugünün adalet ve demokrasi arayışına bir dinamizm getirmeyen ve bugünün sorunlarında etkin kılınmayan her adli/siyasi çaba sadece “geçmiş”e referansla yürütülen bir “rövanş”tan başka bir şey olmayacaktır. Bugünde ve bugünün gündemlerinde adalet inşa etmeyen bir girişim, sadece düşmanını değil kendisini de bu rövanştan kurtaramayacak”tır (Derdimiz Kemalizm miydi, Radikal İki, Mayıs 2012) Başka deyişle sizler demişti, Cemaatçilere “Kınadığınız geçmişin siyasi mirasçılarısınız!”. Ahmet Nezihi hocanın ve Başkan yardımcımız Faruk Özsu’nun vurgularını bir araya getirirsek galiba artık şunu söyleyebilecek durumdayız: Tıpkı tarih gibi adalet de esas olarak bugüne ait düşünce ve eylemlerimizden başlar. İşkenceye karşı durmak, adaletli bir dünya kurmak, hakkaniyet ve nesafete uygun adil bir yargı inşa etmek, hukuk talep etmek kendi bugünümüz, bugünün yargısı karşısındaki konumumuz ile doğrudan alakalı. Daha somut söyleyelim: Geçmişte ne kadar işkence yaşamış olsak da işkenceye karşı bugünkü mesafemiz, haksız yargılamalara dair güncel konumlarımız geçmiş işkenceler ve haksız yargılamalar ile hesaplaşmamızın da en sağlıklı yolunu açacaktır.
O halde ülkücülerin bu konudaki ‘geçmiş’ ve ‘bugün’lerine bir bakmak doğru bir tartışma hattı kurmamızı da sağlayacaktır.
,
MİLLİYETÇİ HAREKET VE HUKUK
Milliyetçi hareketin hukuk ile ilişkisi oldukça trajik olmuştur. Hukuk düzeninin sonsuz bir sahiplenilmesi ile trajik mağduriyet beyanları arasındaki küçük geliş gidişler içinde kalmıştır hep milliyetçi hareket. Türkiye’de milliyetçi hareketin ilk büyük tecrübi geçmişinin bir dava olması da trajiktir diğer yandan: 1944 Irkçılık-Turancılık Davasından bahsediyorum. Ben de master tezimi ODTÜ’de bu konu üzerine yazdım (1944 Trials: A Turning Point Of Turkist Movement). Bu davanın iddiaları itibarıyla düzmece olduğunu o nedenle pek iyi biliyorum. 24 kişi (genelde 23 bilinir) sırf Almanya’nın yenilgisini kutlamak üzere gözaltına alınmış ve ilk kez bu soruşturmada “tabutluk” uygulanmıştır. Buna karşılık yargılama sürecinde ise sanıklar kendilerini “hak temelli” değil “yanlışı bize yapmayın” şeklinde savunmuşlardı. Yurttaş hakları temelli savunma yapan Av. Prof. Kenan Öner hariç. Ayrıca yargılama “vatana ihanet”ten başlayıp “Türkçülük milli bir ideolojidir”in ilanıyla ve beraatle bitmiştir. Türkiye’de milliyetçiliğin ilk büyük mağduriyet hatırası bu dava üzerinden kurulmuştur. 1980 yargılamalarını ise henüz inceleyemediğim için şu aşamada bir hüküm veremeyeceğim. Fakat, Nurettin Soyer’in 1971’de iddianamesini yazdığı dava dosyasını okudum. Soyer’e yönelik bu davada bırakın işkenceyi işkence veya kötü muamele iddiası bile ileri sürülmemiştir. Soyer’in çalışkan ve disiplinli bir pozitivist hukukçu olarak mesleğini yürüttüğünü rahatlıkla söyleyebilirim. Sol Kemalist hukukçuluğun ana kulvarı zaten bu özellik ve zihniyet yapısına sahiptir. 1980’deki 392 sanıklı davanın iddianamesini ise 7 ay içinde hazırlayıp mahkemeye sunmuştur. Milliyetçiliğin ikinci büyük mağduriyet iddiası işte bu MHP ve Ana Kuruluşları Davasıdır ve 1944 Irkçılık-Turancılık yargılamaları ile birlikte bu iki büyük dava milliyetçiliğin Türkiye’nin hukuk düzeni içindeki hem kadro hem de zihniyet düzeyindeki derin varlığını kısmen kırılgan bir hale getirmiştir.
GELİN ADALETİ KONUŞALIM!
Geçmiş bu evet. Peki bugün durum nasıl? Osmanağaoğlu’nun nelere “hukuk katliamları” dediğini henüz bilmiyorum. Araştıracağım. Ama onun şikayetlerini bugünkü gelişmeler ile kıyaslamak bakımından şöyle birkaç güncel hukuki gelişmeyi sayayım. Ayrıntıları isteyenler eğer sabır ve metanetleri varsa Kocaeli Milletvekili Ömer Faruk Gergerlioğlu’nun gün gün takip ettiği ve paylaştığı olaylara bakabilirler.
Osman Kavala’dan başlayalım. Kavala’nın 15 aydan fazla bir zaman önce ifadesi alındı ve tutuklandı. Ama ne gariptir ki hala iddianamesi ortada yok. Yaşadınız mı acaba böyle bir muameleyi 1980’de? Kaç ayda hazırlanmıştı MHP ve Ülkücü Kuruluşlar Davası? 7 ayda mı? Kaç sanık vardı? 392 mi? Burada kaç sanık var? İddianame nerede? Bu yapılanlara karşı mesafe koymak gerekir mi sizce? “Mevzuyu insani bir zemine” taşıyalım mı beraberce? Devam edelim: Ahmet Altan, Mehmet Altan ve Nazlı Ilıcak sadece konuşmak ve yazmaktan dolayı darbecilik suçlamasıyla yargılandılar ve ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası aldılar. 1980’de yaşadınız mı böyle bir olayı? Nurettin Soyer’in iddianamesinde sadece yazısı ve konuşması nedeniyle yargılanan ve ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası (geçmişin idam cezası ile karşılaştırabilirsiniz) alan tek bir kişi var mıydı? Gene devam edelim. Avukat Selçuk Kozağaçlı, mahkemede daha ilk savunmasını yaptığında hakimler heyeti lehe hukuki gerekçeleri bir bir sıralayarak tahliye etmişti. Nasıl olup da 8 saat içinde yeniden tutuklanabildi? Böyle bir olayı yaşadınız mı 1980 ana davasında? Hadi daha yakından tanıyacağınız örnekler vereyim: Ülkücü geçmişi ile bilinen Ahmet Turan Alkan silahlı terör örgütü üyesi olmaktan 8 yıl 9 ay hapis cezası aldı. Sadece yazılarından dolayı aldı bu cezayı. Bir yazısını okumuştum bir zamanlar: “mahalle efradının delilerle eğlenmekten zevk aldığı bir yerde beni gayri olana yazın” mealinde bir söz söylemişti hatırladığım kadarıyla… Yine ülkücü geçmişi ile bilinen Mümtazer Türköne silahlı terör örgütü üyesi olmaktan 10 yıl 6 ay hapis cezası aldı. Ben iddianamesini okudum. Nasıl olup da o suçlamalarla bu cezayı alabildiğini anlayamıyorum. Master ve doktoramı da ceza hukuku ve yargılamaları üzerine yaptım. Nurettin Soyer iddianamesinde rastlanılır bir durum mudur bütün bunlar? Tek delil Türköne’nin 5 yazısından ibarettir. Hepsi bu. Şimdi eğer bütün bunlar haksızlık ve adaletsizlik değilse 1980’deki yaşadıklarınız neden haksızlık ve adaletsizlik olsun ki?
Çok uzatmaya gerek yok. Bu tartışma çok yerinde bir tartışma. Müdahaleniz de yerindedir. Sadece yanlış biçimde tartışıyorsunuz. Yanlış yerlere işaret ediyorsunuz. Yanlış failler arıyorsunuz. Ben de size katılıyorum: Gelin bütün bunlarla aramıza mesafe koyalım. Gelin “mevzuyu insani bir zemine” taşıyalım… Ne dersiniz?
*Hâkim, Demokrat Yargı Eşbaşkanı