Kadınların görünmezlik pelerini: Kader mi, siyaset mi?
Türkiye siyasetinde kadınlar, emektarlıkları, cefakarlıkları ile parti liderlerinin ve yöneticilerinin övgülerine mazhar oluyorlar (!) Ancak ne zamanki kadınlar yönetmeye/koltuklara talip olduysa veya görünür oldularsa o zaman görünmezlik pelerini üzerlerine atılıveriyor.
Seren Selvin Korkmaz*
Türkiye siyasette alternatif, yeni yaklaşımların eksikliğinden mustaripken, bir taraftan da mevcut siyaset pek çok alanda “geriye gidiş” hikayelerine tanık oluyor. Siyasal partilerin yerel seçimlerdeki aday listelerini belirleme süreci bunun çok açık bir göstergesi. Süreç bizlere programların niteliği ve yerelden alternatif siyaseti örgütleme çabasından ziyade hangi koltuğa kim oturacak tartışması şeklinde yansıdı. İsimler belirlenip tartışmalar bitince ortaya çıkan tablo kadının siyasette temsili adına vahim bir geriye gidiş tablosuydu. Daha evvel “Türkiye’den bir Ocasio-Cortez çıkar mı?” başlıklı yazımda, Türkiye’de kadın hareketinin mevcut kutuplaşmış siyasette çok önemli birleştirici bir rolü olabileceğini ve Türkiye’nin Ocasio-Cortez olmaya aday çok sayıda kadın siyasetçisinin varlığından bahsetmiştim. Şu günlerde ise Ocasio-Cortez’in cesur ve farklı siyasi çıkışlarını izlerken, kendimi “Umarım Türkiye’nin kaderinde bir Ocasio-Cortez vardır.” tweetini yazarken buldum. Peki Türkiye’de kadınların siyasette görünürlüğü kader mi yoksa siyasetin ta kendisi mi?
Türkiye siyasetinde kadınlar, emektarlıkları, cefakarlıkları ile parti liderlerinin ve yöneticilerinin övgülerine mazhar oluyorlar (!) Ancak ne zamanki kadınlar yönetmeye/koltuklara talip olduysa veya görünür oldularsa o zaman görünmezlik pelerini üzerlerine atılıveriyor. Partilerin yerel seçimler için açıklanan aday listelerinde kadın adayların sayısının yok denecek kadar az düzeyde olması hayli dikkat çekti. Bu, her şey bir yana kadının seçilme hakkının gayriresmi bir şekilde gasp edilmesi demek oluyor. Özellikle CHP’nin kadın adaylarındaki azlık “CHP’de bile” dedirtti, oysa mevzubahis kadının seçilme(me)si olunca Türkiye’de siyasetin farklı kutupları uzlaşıyor diyebiliriz.
Eşitlik, Adalet, Kadın Platformu’nun açıkladığı verilere göre AKP’nin 75 ilde açıkladığı belediye başkan adaylarının sadece biri kadın. Toplamda açıklanan 709 belediye başkan adayının 15’i, yani yüzde 2.1’i kadın. MHP’nin 31 ilde açıkladığı belediye başkan adaylarının sadece ikisi kadın, toplamda 775 belediye başkan adayının 14’ü, yani sadece yüzde 1.8’i kadın. İYİ Parti’nin 29 ilde açıkladığı belediye başkan adayları arasında kadın aday yok. Toplamda 122 belediye başkan adayının 4’ü, yani sadece yüzde 3.2’si kadın. CHP’nin 51 ilde açıkladığı belediye başkan adaylarının sadece ikisi kadın. Toplamda açıklanan 836 belediye başkan adayının 41’i, yani sadece yüzde 4.9’u kadın. Saadet Partisi’nin ise 22 ilde açıkladığı belediye başkan adayları arasında kadın aday yok. Toplamda 261 belediye başkan adayının ikisi, yani sadece yüzde 0.7’si kadın. HDP’de ise durum farklı. HDP aday listelerinde kadın ve erkek eş-başkanlara yer veriyor, böylece kadınların eşit temsilini sağlıyor. Parti, toplam 208 il ve ilçede kadınları eş başkan adayı olarak gösterdi.
Kadınlar, Türkiye’de siyasi yelpazenin her kanadında aktif siyasetin önemli bir parçası. AKP’nin de dahil olduğu İslami hareketin başarısında özellikle Refah Partisi geleneğinden gelen kadın kolları mobilizasyonu çok önemli yer tutar. CHP’nin seçim kampanyalarında kadınların çok ciddi emeği vardır. “Sarı saçlı CHP teyzeleri” diye yeri geldiğinde küçümsenen bu kadınların 16 Nisan referandumunda sokaklarda müthiş bir emekle çalıştıklarını hatırlatmak gerekiyor. Kürt hareketinde ise kadınlar siyasal mücadelede çok önemli bir yer tutuyor. Buraya kadar sorun yok. Ancak mesele seçilmek olunca kadınlar ya aday gösterilmiyorlar ya da seçilemeyecekleri yerlerden göstermelik aday olarak listelerde yer alıyorlar. (HDP’yi bu konuda yine hariç tutmak gerekiyor) 24 Haziran genel seçimlerinde kadının mecliste temsil oranı yüzde 17’de kaldı. Yerel seçimlerde ise tablo daha da vahim bir noktaya geldi. Yani kadının siyasal alanda özne olmasının önü her seferinde daha da tıkanıyor. Bu noktada olanı biteni uzaktan seyretmek ise durumu biraz “kader” haline getiriyor oysa tam da bu temsil hakkı üzerinden siyaseti yeniden kurmak gerekiyor. Türkiye’de pek çok açıdan siyasetsizleşen siyasetin donmuş şifrelerini kırmanın da bir yolu olabilir bu hareketlilik.
Elbette kadının siyasetteki görünmezlik pelerini gündelik hayattan da bağımsız değil. Kadının giyimi, yaşam tarzı siyasetin konusu haline getirilirken kadınların “benim bedenim benim kararım” dedikleri ve seslerini duyurdukları her alanda tehdit ve şiddete maruz kaldıkları görülüyor. Geçtiğimiz haftalarda gündeme gelen başörtüsünü çıkaran kadınlar meselesi tam da bununla ilgiliydi. Mesele güzel ülkemizde her konuda olduğu gibi çarpıtıldı, kadınlar hedef gösterildi. Kimileri için yine başörtülüler “gerici” oldu, kimileri için başını açanlar “hain”. Oysa kadınlar net bir şekilde şunu söylüyordu “benim bedenim benim kararım”. Bu hikayenin de üzerine çeşitli baskılarla görünmezlik pelerini atıldı. Kadınlar da hikayeleri ile birlikte yalnız bırakıldı.
Malatya’da eşinden şiddet gören Sevkan Ordu’nun hikayesi de pek çok kadının Türkiye’de maruz kaldığı şiddet ve görünmezlik hikayesinin bir örneği. Şiddet gördüğü için eşinden boşanmak isteyen Sevkan Ordu’nun eşi, ailesinin yanına taşınan Sevkan’ı ve çocuklarını rahat bırakmadı. Eşi, Sevkan’ın teyzesinin ve dayısının evlerini kurşunladı, babasının dükkanını yaktı, Sevkan’ın evine defalarca ses bombası attı. Her seferinde gözaltına alınıp delillere rağmen delil yetersizliğinden veya kovuşturmaya yer olmadığından serbest bırakılıyor. Sevkan görünmezlik perdesinin ardında eve mahkum, kendisinin ve ailesinin yaşamından endişe ederek hayatını sürdürmeye çalışıyor. Sevkan ve onun gibi şiddet mağduru pek çok kadının durumu da hem yetkililer hem de siyasiler tarafından “görünmez”. Görünmeleri için öldürülmeleri bekleniyor. Sonrası taziye mesajları.
Görünmezlik meselesinde gazeteci Nurcan Akad’ın Medyascope TV’deki söyleşisi de oldukça dikkate değerdi. Akad, “Yazı işleri müdürü olduğumda tamamı erkeklerin olduğu toplantı masasına tek kadın olarak ilk gittiğimde 15 dakika ben yokmuşum gibi davrandılar, hatta ayakta bekledim...” diyordu. Pozisyonunuz ne olursa olsun, “kadın” olmak görünmezlik için yeterli. AVM’deki bir giyim mağazasında bütün gün dağılan kıyafetleri katlayan ama dağılan hayatını toparlayamayan geleceksiz, güvencesiz Pınar; sabah 6.30 servisi ile tekstil atölyesinin yolunu tutup eve akşam 8’de varabilen, hayata, kendine ve çocuklarına vakit ayıramayan Arzu; aslında iyi bir yaşamı olduğu düşünülen ama işlerin bitmek bilmediği, performans ölçümlerinde, ertesi gün kovulacak mıyım derdinde olan, uzun mesailerde hayatı akıp giden Irmak... Hepsi bizden biri hepimiz görünmez!
Bu hikayelerin hiçbirinin görünür kılınmadığı siyasal programlar, kadınların baştan yok sayıldığı koltuk savaşları, kadınların kadın adayları istemediği söylemleri arasında kadınlar tatava yapmayıp basıp geçsin mi? Hayır! Tam da şimdi tatavanın vakti. Biz kadınlar, hayatın her alanında görünmezlik pelerinini reddediyoruz. İlerici siyaset reddedişle başlar! Türkiye’de her seferinde bir adım geriye çekilen siyasal alan bir kader değil, siyasetsizliğin sonucu. Kadınların gasp edilen seçilme haklarını yeniden kazanmak ise kadınların dayanışması ve siyasal örgütlülüğü ile mümkün. Partilerin kadın kolları ise broşür dağıtmaktan, kapı kapı dolaşmaktan daha öte bu meseleyi gündeme almalılar. Çünkü karar aşamasında fikirleri, seçim aşamasında kendileri görünmez kılınan kadınlar bu geriye gidişe “dur” demediği sürece mesele seçim dönemlerinde tartışıp, sonra hızlıca unuttuğumuz konulardan biri olarak tozlu raflarımızda saklı kalacak.
*Siyaset Bilimci, İstanbul Politik Araştırmalar Enstitüsü (IstanPol) Genel Direktörü, Stockholm Üniversitesi Türkiye Çalışmaları Enstitüsünde Doktora Araştırmacısı